Fikret Bila
Müzakereci demokrasi
İmralı’ya giden DEM Parti heyeti, terör örgütü PKK’nın kurucu lideri Abdullah Öcalan’la görüştükten sonra bir açıklama yaptı.
TBMM Başkanvekili Pervin Buldan, DEM Parti Şanlıurfa Milletvekili Mithat Sancar ve avukat Faik Özgür Erol'dan oluşan heyet Öcalan’ın sözlerini şöyle aktardı:
“Uygarlığın üç yüzyıl yıkıcı çatışmalardan ve dünya savaşlarındaki korkunç kayıplardan sonra geliştirdiği önemli çözüm modellerinden biri müzakereci demokrasidir. Bunun özünü oluşturan yöntem ve mekanizmalar, Türkiye’nin içeride ve dışarıda yaşadığı pek çok sorunun çözümü için esas alınmalıdır.”
“Terörsüz Türkiye” sloganıyla Meclis’te kurulan komisyon çalışmalarını sürdürürken Öcalan “müzakereci demokrasi” yöntemini öneriyor.
Bu yöntem nedir, nasıl uygulanır?
Müzakereci demokrasi yöntemi çoğunlukla konfederal devletlerde kullanılan bir yöntemdir.
Federe devletler, bağlı oldukları konfederal merkezi yönetimle müzakere ederek oydaşmaya dayalı olarak ortak karar alırlar.
Federe devletler konfededal devletin onayıyla kendi aralarında da bu yöntemi kullanarak karar oluşturabilirler.
Türkiye Cumhuriyeti konfederal bir devlet değil, bir ulus devlet.
Anayasal ve yasal kararları TBMM alır.
Yeni anayasayı veya anayasa değişikliklerini de TBMM yapar ve 360 oyun üzerinde 400 oyun altında geçen değişiklikler referanduma götürülür, son kararı seçmen verir.
Dolayısıyla bir ulus devlet olan Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin, terör örgütü PKK ile “müzakereci demokrasi” yöntemi kullanmak üzere masaya oturmasını beklemek doğru da değildir, gerçekçi de değildir.
İktidar böyle bir yönteme başvurursa ulus devlet ilkesine aykırı davranmış olacağı gibi kendisiyle de büyük çelişkiye düşer.
Terörsüz Türkiye sürecinin başlangıcında iktidar yetkilileri bir “müzakerenin” söz konusu olmadığını, terör örgütü PKK’nın “koşulsuz” silah bırakacağını, devletin masaya oturmasının veya ödün vermesinin söz konusu olmadığını açıklamışlardı.
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ve MHP lideri Devlet Bahçeli de bu yönde açıklamalar yapmışlardı.
Ancak PKK ve DEM cephesi aynı görüşte değil.
PKK’nın Kandil’deki yöneticileri de DEM sözcüleri de iktidarın müzakereye oturmasını talep ediyorlar.
Son olarak DEM heyetinin açıkladığı Öcalan’ın önerisi de bu yönde.
DEM’in müzakere etmek istediği talepleri var.
Bu taleplerin başında anayasa değişiklikleri geliyor.
DEM Parti Anayasa’nın resmi dilin, eğitim dilinin Türkçe olduğunu belirleyen 42. maddesine Kürtçenin de ikinci resmi dil veya eğitim dili olarak eklenmesini talep ediyor.
Bir diğer talebi vatandaşlığı hükme bağlayan 66. maddenin değiştirilmesi.
Bu maddedeki “Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türktür” hükmünün değiştirilmesini istiyorlar. “Türk” tanımının anayasadan çıkarılmasını, yerine “Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı” denilmesini istiyorlar.
PKK ve DEM Parti’nin bu iki talebi Türkiye Cumhuriyeti’nin temel niteliklerine aykırı taleplerdir.
Bir ulus devlet olan Türkiye Cumhuriyeti’nde iki resmi dil veya iki eğitim dili olması toplumsal ve siyasal bölünmeyi hızlandırır, derinleştirir. Ulus devlet ilkesini fiilen ortadan kaldırır.
Türk tanımının değiştirilmesi de aynı sonucu doğurur.
İktidarın istediği, 101. maddedeki “Bir kimse en fazla iki defa Cumhurbaşkanı seçilebilir” sınırlamasının DEM Parti’nin desteğiyle kaldırılması karşılığında Türk tanımının değiştirilmesine ve Kürtçenin eğitim dili olarak kabul edilmesine halk onay vermez.
Birinci “çözüm süreci”ne onay vermediği gibi…