Fikret Bila
Bütçenin dili
Türkiye’nin 2026 yılı bütçesi, AK Partili ve CHP’li milletvekillerinin yumruklaşmasına kadar varan sert tartışmaların yaşandığı bir oturumdan sonra yasalaştı.
Bütçeler iktidarların nasıl gelir toplayacaklarını ve nasıl harcama yapacaklarını gösteren belgelerdir.
Bu nedenle bütçeler iktidarların siyasi tercihlerini gösterirler.
Hangi hizmetlere ne kadar kaynak aktarılacağını, toplumun hangi kesiminin korunup destekleneceğini ortaya koyarlar.
CHP’nin ekonomi kurmaylarından, önceki dönem Genel Başkan Yardımcılığı görevini de yürütmüş olan Prof. Dr. Yalçın Karatepe, 2026 bütçesi için şu saptamaları yaptı:
“Bütçe açıkları gerekçe gösterilerek toplumun en kırılgan kesimlerinden feragat beklenirken, büyük ölçekli rant projeleri ve yüksek maliyetli bürokratik harcamalar sorgulanmaksızın sürdürülmektedir. Bu harcamaların en çarpıcı örneğini garanti projeler oluşturur: Geçiş garantili otoyollar, yolcu garantili havalimanları ve doluluk garantili şehir hastaneleri. Bu projelere yapılan ödemeler sadece bugünün değil, gelecek nesillerin de kamu kaynaklarını ipotek altına almaktadır. Bu, kamu kaynaklarını dar bir zümrenin kârına dönüştüren, sosyal devleti değil, rantı besleyen siyasal bir tercihtir.”
Bütçeden en fazla kaynak faiz ödemelerine ayrılmış durumda.
Karatepe’nin saptamaları da iktidarın 2026 yılında da bütçe kaynaklarını, dar gelirli kesimlere, emekçi ve emeklilere değil, döviz garantili ödemelerle köprü, otoyol, havaalanı, hastane ihalelerini alan sermaye sahiplerine harcayacağını gösteriyor.
Yine Karatepe’nin vurguladığı gibi eğitime ayrılan pay 2016 yılında yüzde 19 düzeyinden 2026 yılında yüzde 13’e geriliyor. Faiz ödemeleri ise 2016 yılında yüzde 10 düzeyinden 2026 yılında yüzde 16 düzeyine çıkıyor.
Dar gelirli vatandaşı sıkıntıya düşürecek bir uygulama da vergiler.
Daha önceki bütçelerde olduğu gibi 2026 yılında da vergi gelirlerinin çok büyük kısmı dolaylı vergilerden oluşacak.
Katma Değer Vergisi (KDV), Özel Tüketim Vergisi (ÖTV) vergi gelirleri içinde en yüksek paya sahip olacaklar.
Karatepe’nin belirttiği gibi dolaylı vergiler tüketim üzerinden alınır. Ürün veya hizmet satın alanın geliri dikkatte alınmaz. Alışverişi yapan her vatandaş aynı oranda KDV ve ÖTV öder.
Bu yönüyle dolaylı vergiler, tersine artan oranlı vergilerdir. Zengin de yoksul da aynı vergiyi öder. Yoksul için bu vergileri ödemek ihtiyaçlarını karşılamayı zorlaştırırken, zenginler için önemli bir ödeme değildir.
Dolaylı vergiler vergi adaletini bozan, dolaysız vergiler ise vergi adaletine daha uygun vergi türleridir.
Vergi adaletini sağlayacak ilke “çok kazanandan çok, az kazanandan az” vergi almaktır.
Dolaylı vergilerin vergi gelirleri içindeki payının yüksek oluşu vergi adaletinin olmadığını gösterir.
Vergi gelirlerinin çok büyük kısmını dolaylı vergilerle vatandaşın sırtına yüklemek sosyal devlet ilkesine de aykırıdır.
Sosyal devlet çok kazanandan çok vergi alıp dar gelirli, yoksul kesimlere kaynak aktarılmasını gerektirir.
Bugün Türkiye maalesef Avrupa ülkeleri arasında sosyal harcamalara en az pay ayıran ülke konumunda.
Gelir dağılımında ve vergilendirmede adaletten uzaklaşmak faturanın emekçiler ve emeklilere kesilmesi demektir.
Bu durum iktidarın bir tercihidir.
Asgari ücret 22 bin 104 lirada 28 bin 75 liraya çıkarıldı. Yeni asgari ücret de açlık sınırının altında.
Bu da iktidarın Hazine kaynaklarını 2026 yılında da emekçi ve emekliden yana değil sermayeden yana kullanacağını ortaya koyuyor.