Sedat Kaya
Fenerbahçe'nin ödediği bedeli açıkladı: Dillere düşecek hata
Fenerbahçe taraftarı için şöyle ağız tadıyla bir maç izlemek neredeyse lüks oldu.
Yeni teknik direktör, yeni heyecan, milyonluk transferler… Ama sahada rakibini ezen, taraftarına güven veren bir takım yok. Geçen hafta 10 kişi kalan Trabzonspor’u zor yenmişlerdi; bu gece ise Alanyaspor karşısında hayal kırıklığına uğradılar.
Sarı Lacivertliler özellikle ilk yarıda üretkenlikten uzak, pozisyon bulmakta zorlanan, orta sahada dirençsiz, ön alan baskısından bihaber bir görüntü sergiledi. Kalabalık savunmaları açacak yaratıcı bir oyun yoktu. Pas trafiği ise bir kaplumbağanın yürüyüşünü aratmıyordu. Gol umudu, defansı hiç yormayan En Nesyri ve Talisca gibi iki statik forvete bağlanınca hücum hattı daha da kısırlaştı. Uzaktan şut denemek akıllarına bile gelmedi; tek çare olarak ortalara sarıldılar. Fakat ilk yarı boyunca yapılan 10 ortanın tamamı isabetsizdi.
Alanyaspor ise ilk yarıda oyunu tam da istediği gibi yönetti. Sabırla bekledi, fırsat kolladı ve hızlı ataklarla Fenerbahçe savunmasının arkasına sarktı. Sonunda da İbrahim’in ayağından gelen golle tabelayı değiştirdi. Bu golde kademeye girmeyen Oosterwolde’nin hatası büyüktü.
Devreyi yenik kapatan Fenerbahçe, ikinci yarıda silkinip baskı kurmaya çalıştı. Tartışmalı bir penaltı kararıyla umutlandı ama Talisca, tıpkı Göztepe maçında olduğu gibi bu tek vuruşu da harcadı. Buna rağmen takımın nefesi kesilmedi. Özellikle sahanın iki verimsizi Talisca ve Szymanski kenara alınıp, Levent Mercan ve Cenk Tosun oyuna girince oyunun rengi tamamen değişti. Bu iki futbolcu yaptıkları kritik asistlerle Fenerbahçe’nin geri dönüşünde başrolü oynadı. Önce Levent Mercan Semedo’ya, ardından Cenk Tosun En Nesyri’ye gol attırdı.
Hele Cenk Tosun’un ikinci goldeki asisti ve hareketliliği, adeta Mourinho’ya bir selam niteliğindeydi. Zira Portekizli teknik adam, milli forveti sürekli son dakikalarda oyuna sokarak köreltmişti.
Ama futbol öyle bir oyun ki, affı yok. 90+3’te kaleci İrfan Can öyle bir gol yedi ki, dillere düşecek cinstendi. Yusuf Özdemir’in yumuşacık kafa vuruşunu ellerinin arasından kaydırarak takımı ateşe attı. O anda sahada sadece bir top değil, 45 dakikanın emeği yere düştü.
Bu kaçan iki puan, ilk yarıdaki silik futbolun bedeliydi aslında. O siliklik, ikinci yarıda gösterilen diri oyunun bile üstünü örttü. Ve 90 dakikanın sonunda, stadyumun ışıkları altında yine aynı soru asılı kaldı havada: Onca yatırım, onca umut, nasıl bu kadar kısa sürede hayal kırıklığına dönüşebiliyor?
Taraftar için maç artık yalnızca 90 dakikalık bir gösteri değil. Sabırla, öfkeyle, umutsuzlukla örülen uzun bir çileye dönüşüyor. Tribünde herkes aynı duyguyla fısıldıyordu: Bu yük, daha ne kadar taşınabilir?