Şahin Aybek
Yusuf Tekin’in veli ve müdürlerle bağış konusunda 'tavşan kaç tazı tut' oyunu
Okul kayıtlarının başlamasıyla birlikte bahçelerde, koridorlarda, sokaklarda, evlerde ve televizyon ekranlarında, sosyal medyada tek bir konu var: “zorunlu bağış”
Okul aile birliklerinin topladığı bağışlar adeta cinayet silahına dönüşmüş durumda. Kimse sorumluluğu almak istemiyor. Bağış alınıyor ama kimse sahiplenmiyor. Bakan “zorunlu bağış yok” diyor, fakat okul aile birlikleri okulun ihtiyaçlarını karşılamak için bu parayı çeşitli yollarla toplamaya devam ediyor.
Okul müdürlerine kapalı kapılar ardında “ihtiyaçları yerel imkânlarla giderin, kaynak oluşturun” denilirken, televizyonlarda “veliler bağış vermek zorunda değil” mesajı veriliyor. Yöneticilere verilen dolaylı talimat ise şu: “Veliden zorla bağış isteme. Biz yeterli ödenek sağlayamayız; ama okulda temizlik de olsun, güvenlik de bulunsun, sınıflar pırıl pırıl, atölye ve laboratuvarlar eksiksiz olsun. Ayrıca okul aile birliklerini de güçlü tut.”
BAKANLIK ADETA OKUL MÜDÜRLERİNDEN SİHİR BEKLİYOR
Anadolu’da derler ki: “Bütünü bölme, bölünmüşü yeme; karnını doyur kalk.” Bugün okul müdürleri ne yapacağını bilmez halde, ara çözümlerle okullarını eğitim öğretime hazırlamaya çalışıyor. Ödenek yetersiz, veli bağış vermek istemiyor peki bu durumda ihtiyaçlar nasıl giderilecek?
MÜDÜRLERDEN KENDİ MAAŞLARIYLA OKULU DÜZELTMELERİ Mİ BEKLENİYOR?
Bakanlık bütçe kısıtlamasına gitmiş ve yetersiz ödenek veriliyor o da henüz okullara gitmedi, zorunlu bağış yasak; ama okulların “dört dörtlük” olması isteniyor. Güvenlik görevlisinin, kat hizmetlilerinin olduğu, tamirat tadilat yapılmış bir okul isteyen bakanlık, bu konuda çözüm hakkında hiçbir fikir ortaya koymuyor. İl ve ilçe müdürleri okulları “eğitime hazır mı” diye denetliyor, ütopik direktifler veriyor. Okul yöneticileri ise ne yapacaklarını bilmez bir şekilde kelime oyunlarıyla ve utana sıkıla okul aile birliklerini bağış almaya zorluyor, onlar da velileri mecbur bırakıyor.
İşin en komik çelişkisi ise şu:
• Okulun eksikleri tamamlanmazsa müdüre soruşturma açılıyor: “Görevini yapmadı.” diye,
• Bağış alınırsa yine soruşturma açılıyor: “Zorla para topladı.” diye.
Yani müdür ne yaparsa yapsın suçlu. Kaçma-kaçma çatışması içinde sıkışıp kalıyor. Bu tam anlamıyla bir “vur abalıya” sistemi. Okul müdürleri, Şark Bülbülü filmindeki “Mazlum” karakteri gibiler. Zorunlu bağış konusunda her haber çıktığında İl ve ilçe müdürleri: “Bana mazlumu getirin” diyerek müdürleri hedef alıyorlar.
Bu süreçte kaçak güreşen bakanlık, kapalı kapılar ardında okul aile birliklerine “ihtiyaçları bağışla karşılayın” mesajı verirken, kamuoyuna “zorunlu bağışa kesinlikle karşıyız” diyor. Böylece hem sorumluluğu alt birimlere yüklüyor hem de faturayı veliye ve müdüre ödetiyor. Bu, tam anlamıyla klasik bir “tavşan kaç, tazı tut” oyunu.
Bakanlığın bu “maşa varken elimi neden yakayım” tavrı, seçim endişesinden doğan siyasi bir tercih. Öğrencinin üstün yararı, temiz ve güvenli eğitim ortamı, eşitlikçi koşullar geri plana itiliyor. Bunun yerine, “biz bağış almıyoruz” diyerek kamuoyu önünde politik bir söylem geliştiriliyor. Böylece bakanlık , toplum nezdinde ve hukuken kendini temize çıkarken, okulların tüm eksiklerini velilerin, bu işin yasal sorumluluğunu da müdürlerin sırtına yüklemiş oluyor.
Oh ne güzel yönetim: Sorumluluğu tabana yay, krizi görünmez kıl, faturayı astlarına çıkar.
MEB’İN SORUMLULUĞU
Eğitim, velinin cüzdanına ya da müdürün manevrasına bırakılamaz. Okulun elektriği, suyu, güvenliği, temizlik personeli, kırtasiye ve laboratuvar giderleri, tamirat-tadilat masrafları merkezi bütçeden karşılanmalıdır. Okul müdürü okulunu yönetmeli, eğitim sorunlarına odaklanmalı; veli ise çocuğunun geleceğini düşünmelidir. Veli, okulun güvenlik veya temizlik personelinin maaşını nasıl ödeyeceğini dert etmemelidir.
Ücretsiz eğitim, sosyal devletin en temel sorumluluğudur. Anayasa’da güvence altına alınan “parasız eğitim” ilkesinin, uygulamada “bağışa mecburiyet” şeklinde işlemesi, devletin kendi hukukunu çiğnemesi anlamına gelir. Okulların ihtiyaçlarını velilere yüklemek yalnızca adaletsizlik değil, aynı zamanda fırsat eşitliğinin de ortadan kalkmasıdır. Çünkü zengin semtlerdeki okul aile birlikleri milyonlarca lira toplayabilirken, dar gelirli mahallelerde aynı imkân yoktur. Bu da öğrenciler arasında derin uçurumlar yaratır.
Devletin görevi, eğitimde eşitliği sağlamak; her öğrencinin güvenli, temiz, donanımlı bir okulda okumasını garanti altına almaktır. Eğer bu sorumluluk yerine getirilmezse, adına “eğitim politikası” değil, olsa olsa “tavşan kaç, tazı tut oyunu’’ denir. Ve bu oyun sadece Yusuf Tekin dönemine ait değil. Türkiye Hepimizin, Eğitim Hepimizin…