Fikret Bila
Osmanlıcılık, İslamcılık ve Araplaştırma
Osmanlı’nın son dönemlerinde imparatorluğun dağılmasını önlemek için önce Osmanlıcılık sonra İslamcılık politikaları izlendi, ancak sonuç alınamadı.
Fransız Devrimi’nden sonra dünyada gelişen milliyetçilik, milli devlet süreci karşısında imparatorlukların devam ettirilmesi mümkün değildi.
Dünya koşulları değişiyordu.
Osmanlı da imparatorluğu bir arada tutabilmek için Osmanlıcılık politikası izledi.
Farklı milletlerden ve dinlerden oluşan imparatorluğu bir üst kimlik yaratarak devam ettirmeyi denedi.
Bu politikanın amacı bir “Osmanlı milleti” yaratarak, bu üst kimlik altında imparatorluğu korumaktı.
Ancak milliyetçilik akımları karşısında önce Yunanistan’ın bağımsızlığını ilan etmesi arkasından gelen süreç içinde Balkanların ve nihayet Arap ülkelerinin ayrılmasıyla imparatorluk dağıldı.
Osmanlı’nın imparatorluğu korumak için uyguladığı ikinci üst kimlik politikası İslamcılık oldu. Bu üst kimliğin İslam Birliği ile sağlanabileceği düşünüldü.
İslamcılara göre Osmanlı’nın eski güçlü günlerine dönebilmesi için tek yol İslamcılıktı. Bu aynı zamanda Batı’da başlayan ve giderek Osmanlı’yı sıkıştıran milliyetçi akımın da önünü kesecekti.
Ancak bu politikada sonuç vermedi.
Batı’da gelişen milliyetçilik akımı üstün geldi.
Osmanlı İmparatorluğu Birinci Dünya Savaşı’nda çöktü.
Osmanlı topraklarında ancak İkinci Meşrutiyet (1908) dönemiyle birlikte güçlenen Türk milliyetçiliği, Atatürk’ün öncülüğünde ulus devlete dönüştü ve Türkiye Cumhuriyeti kuruldu.
Atatürk ulus devletle Osmanlıcılık ve laik devletle İslamcılık akımlarını reddetti ve tarihin nasıl aktığını gördüğü için çağdaş bir devlet kurdu.
Hedefi demokratik, laik, hukuk devletiyle modernleşmeyi hızlandırmak ve çağdaş ülkeler arasında Türkiye Cumhuriyeti’ne saygın bir yer kazandırmaktı.
“Tek mirasım bilim ve akıldır” diyerek çağdaş uygarlığı hedef gösteren Atatürk’ün çizdiği yol doğru yoldu.
Cumhuriyet dönemi boyunca aklı Osmanlıcılık ve İslamcılıkta kalan siyasi akımlar ve partiler her zaman var oldu.
AK Parti iktidarıyla birlikte “Yeni Osmanlı ve İslamcılık” akımı da güç kazandı.
Dış politikaya bu anlayış hakim oldu ancak yine sonuç alınamadı.
Değişen dünya koşullarında alınması da mümkün değil.
Nitekim Müslüman Kardeşler akımının izinden dış politika yürüten iktidar bu yolda önemli ve anlamlı bir ilerleme sağlayamadı. Desteklediği akım komşu ülkelerde iktidar olamadı.
İktidar bu uğurda diplomatik ilişkilerini en alt düzeye indirdiği, hatta bitirdiği Mısır, İsrail ve Suriye ile yeniden büyükelçilik düzeyinde ilişkiye geçmek zorunda kaldı.
Ancak Suriye iç savaşı sürecinde açık kapı politikası izleyerek sayıları milyonlarla ifade edilen sığınmacıları Türkiye’ye aldı.
İş kurmalarına, yerleşmelerine büyük destek verdi, kolayca vatandaşlık yarattı.
Parası olmayanlara maaş ve sosyal yardım bağladı. Bedava sağlık hizmeti sağladı.
Gerileyen oylarına karşı vatandaşlık verdiklerine oy kullandırdı.
Ek bir parti tabanı yaratmaya çalıştı.
Bu sığınmacı politikası bir Araplaştırma politikasına dönüştü.
Ayrıca sığınmacılara Batı’nın kapılarını kapatarak, Avrupa’dan maddi ve siyasi destek sağladı.
Türkiye’yi sığınmacı kampına dönüştürdü.
Bu politika bir süre sonra Türkiye’nin sınır bölgeleri başta olmak üzere birçok beldesinde demografik yapıyı bozacaktır.
Kültür farkı sosyal sorunlar yaratacaktır.
Nitekim örnekleri yaşanıyor.
Hemen her gün Suriyeli kişiler veya gruplarla kavga, çatışma haberleri geliyor.
Türklerin günlük yaşamına müdahale girişimlerine tanık olunuyor.
Doğum oranları dikkate alındığında bir süre sonra önemli bir Arap nüfusun ortaya çıkacağı sosyal ve siyasal sorulara yol açacağı açık.
Türkiye’nin yol yakınken tarihte de başarılı olmamış “Yeni Osmanlıcılık, İslam Birliği, İslam Konfederasyonu” gibi hayalci politikalardan dönmesi gerekiyor.