Yurtdışına yerleşenler anlatıyor: Türkiye'de doktora yaparken değil, Avustralya'da garsonluk yaparken daha mutluyum
Türkiye'nin en önemli sorunlarından birisi göç meselesi. Uzun yıllardır tartışılan Suriyeli göçmenler sorununa, şimdilerde Afgan göçmen sorunu eklendi. Fakat, göç meselesinde bir diğer tartışma, göç verme konusu. Yani ülkeyi terk eden, başka ülkelere yerleşen vatandaşlar. Aslında daha çok gençler. Yani 'beyin göçü'. Gençler, mevcut iktidarın ekonomiye, bilime, akademiye ve aslında toplumsal yaşamın her alanına uyguladığı baskı nedeniyle ülkeyi terk ettiklerini söylüyor. Başka ülkelere göç eden vatandaşların sayılarının, özellikle 2013 ve sonrası yükselişte olduğu görülüyor. TÜİK'in açıkladığı verilerle, sadece 2016-2019 yılları arasındaki Türkiye'yi terk eden vatandaşların sayısını görebilsek de, sayının 'en az 404 bin kişi' olması, durumun ciddiyetini gözler önüne seriyor.
halktv.com.tr olarak, 19 yıllık AKP iktidarı döneminde başka ülkelere göçerek, ülkeyi terk etmiş yurttaşları dinleyeceğiz. Gitme sebeplerini, oradaki yaşantılarını, düşüncelerini dinleyeceğimiz söyleşi dizimizin ilk konuğu, Türkiye'de doktora yaparken 2016 yılında Avustralya'ya yerleşip garsonluk yaparak geçimini sağlayan, Ezgi Tatlıoğlu.
-Merhaba Ezgi, seni doğduğun ve büyüdüğün ülkeyi bırakıp, Avustralya'ya götüren sebeplerin satır başlarını anlatır mısın ilk önce?
"Avustralya'ya gelmeden önce, Ankara'da yaşıyordum. Bursa'da kamu yönetimi bitirdim. Daha sonra master yaptım. Doktora yaparken, Avustralya'ya taşınmaya karar verdim. Doktorayı yarıda bıraktım. Gezi İsyanı sonrası hemen gelmedim Avustralya'ya, ama Gezi İsyanı sonrası karar verdim. 2016 yılıydı geldiğimde. Türkiye'de özellikle Gezi İsyanı sonrası, çok mutsuz hissediyordum kendimi. Ciddi bir depresyon halindeydim. Her sabah, her olaya ağlayarak uyanıyordum. Bombalar patlıyordu her yerde. Bu durumlardan kaynaklı, ciddi paranoyak olmuştum. Toplu taşıma asla kullanamıyordum.
'Şu çocuk Fetullahçı, yeni rektör de Fetullahçı, o yüzden bu çocuk alınacak dediler. O çocuk alındı'
Üniversitede, yani akademide kalmak için çok uğraştım. Çeşitli üniversitelerin kontenjanlarına başvurdum. Ama sözlü mülakatlarda elendim. Çok trajikomik şeyler oldu bu süreçte. Bizim memleketimizde bu işin torpille nasıl döndüğüne birebir şahit oldum.
Mesela, Çanakkale Üniversitesi'ne başvurdum, sınava girdim. Sonra sınavdan bir çocuk çıktı. Hocalar çocuğu çağırdı, eline bir kaç kitap tutuşturdular. Şuraya götür falan diye. Yani kimin alınacağı belliymiş zaten, işe bile başlamış.
İstanbul Üniversitesi'ne başvurdum. Sınava girmeden önce, oranın öğrencisi olan iki kişiyle sohbet ettim. "Biz öylesine, kendimizi denemek için giriyoruz sınava, zaten alınacak çocuk belli" dediler, çocuğu da gösterdiler bana. "Bu çocuk Fethullahçı, yeni atanan rektör de Fethullahçı olduğu için bu çocuk alınacak" dediler. Sonuç olarak gerçekten o çocuk alındı.
Böyle saçma sapan bir sürü şey. Sonra bu yoldan gidemeyeceğimi anladım. Benim torpilim yok, bir şeyim yok. Yani bizi orada piyon gibi, sınava girmesi gereken dördüncü kişi olarak kullanıyorlar. Benim hayalim ve umudum o yolda söndü. KPSS'ye hazırlandım bir ara. Sınava girdiğim sene 2010, yani sınav sorularının çalındığı ve dolayısıyla puanların tavan yaptığı dönem. O da olmadı. Benim kendi emeğimle bir yere gelebileceğime dair inancım kalmadı.
'Akademisyen olmak isterken esnaf oldum'
Geçimimi parti malzemeleri satan bir dükkan açarak sağladım. O sırada okuyordum da aynı zamanda zaten. Akademisyen olmak isterken esnaf oldum yani. Bir yandan da bir kurs merkezinde Grafik tasarım eğitimi aldım. O kadar sene okudum ama, okuduğum ve eğitimini aldığım her şey sıfırlandı gözümde. Bir şey yapamayacağımı anladım. Yani hiçbir yolun açık olmadığını anladım o dönem."
-Başka bir ülkede yaşamaya karar verdiğinde, yakın çevren ve ailen nasıl tepki verdi?
"Önce anneme söyledim. Annem, para bulabiliyorsan git dedi. İstemedi pek aslında. Babamla konuşmuş daha sonra. Babam, Avustralya'ya gitmek istiyormuşsun dedi. Ben de evet gitmek istiyorum dedim. Hiç beklemediğim bir şekilde, tamam dedi. Tamam demesinin sebebi de, benim o dönem bütün eylemlere katılıyor oluşumdu bence. Babam, benim siyasette hiç bir zaman aktif olmamı istemedi. Çünkü, ben ne olursa olsun, benim kendimle alakalı bir umudum kalmadı kafasındaydım. O da sanırım beni o ortamdan uzaklaştırmak için tamam dedi, biz ne gerekiyorsa sağlarız, sen git dedi.
"Türkiye'de kurulu bir düzenin olsa bile, o kurulu düzen senin elinden her an alınabilir"
Tanıdığım bir çok insanın ailesi, "Ne gerek var, burada senin kurulu düzenin var, yeni bir maceraya atılmanın ne anlamı var" diyorlardı. Ama Gezi ve 15 Temmuz sonrası, aileleri gitmelerini destekler duruma geldi. Çünkü, burada bir gelecek olmadığını gördüler. Kurulu bir düzenin olsa bile, o kurulu düzenin senin elinden bir şekilde alınabileceğini gördüler.
'Ben her zaman Türkiye'de yaşamak istiyordum'
Ben daha önce de gittim yurtdışına. Üç ay Kanada'ya gittim dil eğitimi için. Ama kalmadım. O zaman, kalma düşüncem yoktu çünkü. Ben, her zaman Türkiye'de yaşamak istiyordum. Yurtdışına gidip kalayım gibi bir düşüncem asla yoktu. Gezi İsyanından sonra, kariyer anlamında, özel hayat anlamında, Türkiye'nin geleceği anlamında umudumun tükendiği bir noktaya ve döneme geldim."
Gökyüzüne bakmışlar: TCDD, hava durumunu Meteoroloji’den değil ‘tahminlerden’ belirlemiş
-Avustralya'ya gittin. İlk zamanları anlatır mısın? Eğitim nasıldı, iş bulma süreci nasıl geçti?
"İlk gittiğimde evi ayarlamıştık zaten. Eve yerleştim ve okula başladım. Yerleştiğim evde, bir sürü ülkeden öğrenciler vardı. İlk gece çok kötüydü. Ne yaptım ben falan dedim. İlk gün kavrayamadım olayı. Biraz üzüldüm hatta. Ama sonradan yavaş, yavaş bir şekilde alıştım. Zaten yeni bir ülke, her şey çok yeni, ilk 1-2 sene zaten deneyimlerle geçiyor. Yeni şeyler öğreniyorsun, geziyorsun.
Eğitim gördüğüm yer fena değildi. Aslına bakarsan, ben öyle aşırı kaliteli bir okul olsun istemedim. Çünkü, kaliteli bir okula gidersen, kaliteli bir para gerekiyor. Türklerle görüşmek ve sosyalleşmek, İngilizce öğrenme açısından iyi değil. Ama, iş bulma açısından çok iyi oluyor. Çünkü, herkes öğrenci olarak birbirini tanıyor ve bir şekilde bağlantı kuruyor. Çalıştığı yerlere seni öneriyor. Benim arkadaşım bir pizzacıda çalışıyordu. Sonra beni önerdi. Ben de öyle başladım ilk işime aslında. Pizza yapmayı falan asla bilmiyordum. Ama bir şekilde öğreniyorsun işte. Hem pizza yaptım, hem garsonluk yaptım, aslında her işi yaptım ben bu süreçte."
Çin'in, Afganistan denkleminde Türkiye yok
-Okul bittikten sonra, kalıcı bir yaşamı nasıl kurdun?
"Benim, yeni bir kalıcı hayat kurma ve bununla bağlantılı olarak iş bulma sürecim PR yani 'kalıcı oturum izni' aldıktan sonra başladı. Kalıcı oturum izni alana kadar geçici işlerle devam ettim. Garsonluk, pizzacılık, kuryelik gibi. Burada, kreş öğretmenliği okudum. Şu an, bir ana okulunda asistan öğretmenlik yapıyorum. Bir yandan da serbest şekilde grafikerlik yapıyorum. Yarı zamanlı öğretmenlik, yarı zamanlı grafikerlik yapıyorum yani."
İran, Afgan mültecileri kasıtlı bir şekilde, özellikle Türkiye'ye doğru sürüyor
-Türkiye'deki öğrencilik hayatınla Avustralya'daki öğrencilik hayatını biraz karşılaştırır mısın?
"Türkiye'de benim üniversite okuduğum dönemde, hayat şartları o kadar zor değildi. Ben 2003 senesinde üniversiteye başladım. O kadar zorlu geçmemişti benim için aslına bakarsan. Benim Avustralya'ya gelişim veya Türkiye'den gidişim, ekonomik değil daha çok sosyal ve toplumsal baskılardan kaynaklı. Sıkıntılarım bunlardı. O yüzden burada çok daha rahat ediyorum.
Avustralya da öğrenci olduğum zamanlar, birikim yapamıyordum ama alım gücü olarak istediğim her şeyi alıyordum. Okul parasını çıkartmak için sürekli çalışıyordum. Ama buraya iş seçmeyeceğim kafasıyla, ne iş olsa yaparım kafasıyla geldim ben zaten. O yüzden ne iş olursa yaptım ilk zamanlar. Sürekli çalışıyordum. Garsonluk yapıyordum, pizzacılık yapıyordum. Hiç durmadan çalışıyordum. Ama gerçekten keyfim yerindeydi. Çok mutluydum. Okul bittiğinde iş bulma sorunun yok, okul parası yok ve gerçek anlamda rahat ve nitelikli bir hayat yaşamaya başlayacağına eminsin. Tabi ki mutlu olursun..."
Türkiye Afganistan'da rol üstlenirse, Rusya olumlu bakmaz
-Biraz, geçim konusunu konuşalım. Avustralya'da asgari ücret, harcama kalemlerine ne derece yetiyor?
"1 kişi için konuşacağım. Ev kirası aylık 1250 Avustralya Doları olsa. Faturalar aylık toplam 250 Avustralya doları olsa. Aylık market alışverişi 250 Avustralya doları olsa. Teknolojik aleti var bunun, araba taksiti olanı var. Yani bu asgari ücret, bunların taksitlerini de çıkartacak bir şekilde her türlü yetiyor. Birikim yapamazsın. Ama rahat rahat yeter. Ayrıca, asgari ücret geçici işlerde çalıştığın zaman aldığın para. Kesinlikle meslek sahibi olduğunda alacağın para değil.
"Birikimi kendini ekonomik anlamda güvencesiz hissedenler yapar, burada kimse birikim yapmıyor"
Birikim meselesi, sosyoekonomik olarak yaşadığı ülkede kendini ekonomik olarak güvencede, güvende hissetmeyenlerin tercih ettiği bir şey. Yani, birikim yapmasını gerektirecek bir güvencesizlik yok ortada Avustralyalıların. Mesela, göçmenler ev alıyor genelde burada, uzun yıllı kredi ödemelerine giriyorlar. Ama kredi faizleri çok düşük olduğu için, kira öder gibi ev sahibi oluyorlar. Avustralyalı neredeyse kimsenin evi yok. Bunun için bir çabaları da yok. Çünkü, aç ve açıkta kalamayacaklarına eminler. Bizim ülkemizde olduğu gibi, bir statü meselesi de değil ayrıca ev sahibi olmak. Burada senin ne iş yaptığın, nasıl giyindiğin, evinin ve arabanın olup olmadığı gerçekten ama gerçekten kimsenin umurunda değil.
'Türkiye'de başkalarını mutlu ve tatmin etmek için yaşıyoruz'
Burada, insanlar birikimi kendine yapıyor. "Ben ne kadar ülke gezdim, ne kadar kültür tanıdım, ne kadar değişik yerlerde yemek yedim" gibi. Biz, Türkiye'de başkalarını mutlu ve tatmin etmek için yaşıyoruz. Onlar, burada kendilerini mutlu ve tatmin etmek için yaşıyorlar. O yüzden ülkemizde mutsuzuz zaten.
'İnsanlar burada o parayla araba alıyorlar araba'
Asgari ücretin yarısıyla, o ünlü markanın son model telefonunu alabiliyorsun, Türkiye de o telefonu 8 asgari ücretle alabiliyorsun. Daha doğrusu alamıyorsun. Aldığın paranın hepsini, her ay telefona verecek halin yok yani. Ki ben hayatımda o telefonu kullanmadım, kullanmayı da düşünmüyorum. Ama, burada ulaşabileceğim bir yerde o telefon. Türkiye'de asla değil. İnsanlar burada, 8 asgari ücretle araba alıyorlar araba. Şu an son model bir sıfır araba var, Türkiye'de ki fiyatı 375 bin TL. Aynı araba şu an Avustralya'da 29 bin Avustralya doları. Türkiye'de 135 asgari ücret ediyor o araba, Avustralya'da 10 asgari ücret ediyor aynı araba."
Mustafa Şentop'un söylediğini Metin Lokumcu 10 yıl önce söyledi!
-Pandemi sürecinde Avustralya devletinin yardımları ne oldu?
"Koronadan dolayı, çalışma saatin 20 saatten fazla azaldıysa, aylık 3000 Avustralya Doları'na yakın yardım ediyor. Eğer, 8 saat azaldıysa, aylık 1800 Avustralya Doları'na yakın yardım ediyor. Bu koşulsuz şartız bir yardım bu arada. Yani resmi olarak çalışıyorsan ve iş yerin koronadan dolayı kapandıysa direkt alıyorsun. Bu yardım, işyeri açılana kadar devam ediyor.
Başka çeşitleri de var. Benim çalıştığım sektörde yani kreşte, bazı aileler çocuklarını göndermiyor kreşe. Öğretmenler o yüzden iş yapamıyor. O öğretmenlere de direkt koşulsuz ve şartsız kreş açılana kadar aylık 3000 Avustralya Doları veriyorlar. Yani illa işletmenin devlet tarafında kapanmasına gerek yok. Korona nedeniyle işletmenin işlememesi yeterli. Açılana kadar bu şekilde yardım almaya devam edecekler."
Ya ömür boyu kölelik, ya da iş cinayetinde ölüm
-Irkçılık ne durumda orada. Hiç ırkçılık yaşadın mı?
"Ben hiç ırkçılıkla karşılaşmadım. Burada bir sürü kültürden insanla iç içe yaşıyorsun ve herkesin kültüründen bir şeyler öğreniyorsun. Herkes kendi kültürüne ait şeyleri paylaşıyor. Ne kadar çok fazla dil ve kültürle iç içe yaşıyoruz aslında. Ben Kürt ya da Ermeni kültürüyle alakalı hiç bir şey bilmiyorum. Ama burada Vietnam ya da Afrika kültürüyle ilgili çok şey biliyorum. 30 senedir yaşadığım ülkede Kürtlerin ve Ermenilerin kültürleriyle, dilleriyle ilgili hiç bir şey bilmiyorum, ama 5 senedir yaşadığım ülkede Vietnam ve Afrika kültürleriyle, dilleriyle ilgili çok şey biliyorum. Bize hiçbir şey öğretilmemiş ve hiçbir şekilde buna sahip çıkılmamış. Buraya gelince bunun farkına vardım ve çok üzüldüm. Yani Türkiye' de ırkçılık buradan daha fazla. Ben burada ırkçılıkla hiç karşılaşmadım ama Türkiye'de çok fazla ırkçılıkla karşılaştım."
Salgında toplumsal ayrışma tehlikesi
-5 senedir Avustralya'da yaşıyorsun artık. Belli ki yaşamaya da devam edeceksin. Ne hissettiğini anlatır mısın biraz?
"Evet, artık buradayım. Burada yeni bir hayat kurdum. Ülke biraz düzelirse eğer, ileride 6 ay Türkiye'de, 6 ay Avustralya'da yaşamak gibi bir hayalim var aslında. Ama, biraz da olsa düzelmesi lazım dönmem için. Bir aksilik çıkmazsa, 1-2 seneye zaten buradan vatandaşlıkta almış olacağım. Açıkçası burada çok mutluyum. Her sabah, "Acaba bugün ne kötü haber alacağım?" gibi bir derdim yok. Dışarıya çıktığımda, "bugün kiminle kavga edeceğim acaba" gibi bir derdim yok. Çünkü, Türkiye'de insanlar mutsuz ve sürekli kavga arayışı içerisindeler. Buranın sakinliği beni mutlu ediyor. Gelecekle ilgili umudum var. Hayaller kurabiliyorum. Bir hayal kurduğumda, onun gerçekleşme olasılığının yüksek olduğunu biliyorum. Kendini harap etmeden, bir şeyler elde edebiliyorsun. Türkiye'de ölene kadar da çalışsan, garantisi yok hiç bir şeyin. Burada bir diploma okuyorsun, hemen iş bulabiliyorsun. Gelecek kaygım yok artık. Bir YouTube kanalım var mesela, Avustralya ile ilgili bilgiler paylaştığım bir kanal. Ona vakit ayırabiliyorum. Sürekli siyaset düşünmüyorsun mesela. Çünkü, memleketi öyle bir yer haline getirdiler ki, memleket kendisinden başka hiç bir şey düşünmene izin vermiyor. Politikanın ve günlük siyasetin o kadar çok içindesin ki kendinle ilgili güzel hayaller kurmaya zamanın olmuyor. Hayallerimi elimden aldılar yani, bana en çok dokunan o olmuştu. Artık burada hayal kurabiliyorum ve o hayali gerçekleştirebiliyorum. Bu ikisi benim için sanırım çok önemli..."