Aytun Aktan
Sakın Ha! Uyutmak Demek Öldürmek Demektir!
Gündemi takip ederken çoğumuzun başı dönüyor, biliyorum. Fiziki olarak baş dönmesine çoğu zaman mide bulantısı eşlik eder. Bizimki mecazi bir dönme olduğu için payımıza yürek sıkıntısı, vicdan azabı, öfke gibi çok sayıda olumsuz hisler düşüyor.
İsterdim ki bu hafta size uzun uzun, Atatürk Kültür Merkezi’nde, 52 İKSV Müzik Festivali’nin açılış konserinde, hepimizi büyüleyen, henüz 15 yaşındaki piyanistimiz İlyun Bürkev’den bahsedeyim.
Enstrümanıyla kurduğu bağı, sahneye ve salona hakimiyetini, şefle ve senfoni orkestrası ile etkileşimini, konser bittiğinde seyirciyi selamlayışını anlatayım. Salı akşamı kırmızı elbisesi ile alkışların ardından teşekkür konuşması için sahneye dönen İlyun Bürkev’in sözleri, onun yıldız ışığı hepimizin kalbinde parıldadı. Atatürk’ün hayal ettiği Cumhuriyet’in yetiştirdiği ve bunun farkında bu genç kadın hepimize umut, sevinç oldu. Bu yetenekli sanatçımızın ismini artık sıkça duyacağız, yolu apaydınlık olsun.
Bu köşemde ısrarla tiyatro ağırlıkta olmak üzere sanatla ilgili yazmak istiyorum, biliyorsunuz. Hepimiz bu ülkede yaşıyoruz ve bunun kimi anlarda nasıl zorlaştığını da en iyi biz biliyoruz. Ben devletin işletim sistemi gibi olmayayım, her fırsatta sanatın sesini kısmayayım diye çabalıyorum. Zira daha bu hafta gene dünya görüşüme en zıt köşede bir devlet başkanının ölümü nedeniyle yas tutmamız emredildi, ben tutmadım. O akşam AKM’de İlyun Bürkev’i yüzlerce kişi ile birlikte, göz yaşlarıyla alkışladım. Ama devlete bağlı sanat kuruluşları gene perdelerini kapatmak zorunda kaldı. İzninizle bu hafta ben de bizimle dilsiz iletişimdeki sokak hayvanlarının uğradığı insan ve devlet şiddetinden bahsetmek adına tiyatro perdemi
kapatıyorum. Bizim yasımız, sanata ara verme sebebimiz gene bir emirle hazırlanan, katliamın yeni yasa taslağı ve mağdurları için olsun.
Gündemin yıpratıcı hoyratlığından kaçanlar için bu haftanın gündemi şu efendim; ‘‘Başıboş hayvanlar insanlara tehdit oluşturuyor, çözün bunu, daha ne duruyorsunuz!’’ cümlesi ardından hızla başlayan yasa teklifi hazırlıkları. Çünkü bir gün uyandık ve her yerde köpekler ve kediler vardı ve yasa hazırlayıcılar da tam o sabah iktidara gelmişlerdi. Neyse sonuç olarak yetkililere sorunu çözün talimatı verildi mi? Verildi. Zayıf hafızalarımıza küçük bir hatırlatma; insan yaralanmalı olayların kamuoyunda çok duyulur olduğu anlarda, Türkiye genelinde birçok belediye, hatta vatandaşa getirdiği köpek başına para bile vererek, önlerine çıkan binlerce sokak köpeğini türlü işkencelerle toplatılıp, katlettiler. Yani hazırlanan ŞEY bu öldürme işlerini yasalara dayandırarak yapmayı teklif edecek bize. Bilirsiniz yasalara ve hukuka saygıda, uygulamada asla taviz vermeyiz. Hazırlanan yasanın içeriğinde yumuşatıcı kelimeler dikkat çekici; ‘‘uyutmak!’’, ‘‘sahiplenme’’, ‘‘barınak’’ gibi. Sebep, kamu vicdanında katil görünmemek.
‘‘Sokak hayvanları bizim kültürümüz!’’ Bu bir savunma ya da bir karşı argüman olabilir mi? Buna da değinmek isterim, ama birazdan. Önce sorunun ne olduğunun adını doğru koymak gerekiyor sanırım. Çünkü çoğu zaman odak noktamızı yitirip, olayın kalbinden uzaklaşıyoruz. Örneğin, ‘‘gündem değiştirmek için yapıyorlar, konuşacak daha önemli konular var!’’ diyenleri okuyorum yazılı mecralarda. Evet bu topraklarda yaşıyorsan yüzlerce konu var, hepsi de kendi içinde çok önemli. Peki ne yapalım? Doğa katliamları, kadın ölümleri, yangınlar, mülteci sorunları, vergi adaletsizlikleri, sağlıkta, eğitimde, sokakta etrafımızı saran şiddet, çocuk istismarları, tarikatlar, fenomenler, yasalara rağmen hapiste tutulanlar, buhrana giden ekonomik kriz, depremin onarılamayan hasarları… liste çok uzun. Çoğu zaman önümüze ne servis edilirse ve ne kadar süreyle görünür tutulursa onu konuşacak kadar vaktimiz oluyor. Yoksa bizde biliriz bir iki cephede göğüs göğüse, sağlam mücadeleyi ama o kararlı takip ancak ateşin düştüğü yerdekilerin sorumluluğu olarak kalıyor maalesef.
Önemli olan sesi az çıkanın, azınlık/öteki olanın, haksızlığa uğrayanın sesi olmak, mücadelesinde bir şekilde yanında durmak, kamuoyu oluşturmaktır. Şimdi sokak köpekleri özelinde tüm sahipsiz ya da kötü koşullarda yaşayan/yaşatılan hayvanlar için ses olmalıyız. Bunu yaparken yaralanmış, zarar görmüş, hatta maalesef hayatını kaybetmiş insanları unutmak ya da anlamamak mümkün değil. Bu klasik kamplaşmanın, yani ortamızdan ikiye çatlamamızın sorunları çözmekte hiçbir faydası yok. Devletler böyle yönetilebilir belki ama sorunlar böyle çözülemez. Herkesin sorumluluk alanları doğru tespit edilirse kimlerin işini doğru yapmaması sebebiyle bugün bunu ‘‘SORUN’’ olarak konuşmaya devam ediyoruz daha net anlaşılır. O zaman gelin asıl sorunlu-sorumluların işini layıkıyla yapmayan devlet kurumları ve belediyeler olduğu gerçeği ile başlayalım. Yani gelin hep beraber, sokak hayvanları ve konudan mağdur olmuş insanlar adına yetkililerden hesabı birlikte soralım. Burada bari aklımızla alay etmesinler, kendi yapmadıkları işleri gene bizlerin vicdanlarına yüklemesinler. Çünkü diyorlar ki; ‘‘Medeni ülkelere bakın, sokakta hayvan yok!’’ Aaaa günaydın dostum. Ama sor bakalım nasıl yok?
UYUTMA! Denilen kibar kelimenin anlamı, bir daha uyanmamak üzere öldürmek demektir. Uyuyan Güzel Masalı’ndaki prenses gibi düşünmeyin. O köpeklerin iğne yapıldıktan sonra kimse öpmüyor. Tek tanrılı dinler ne diyor; ÖLDÜRMEYECEKSİN!
Kamuyu harekete geçiren taslaktaki eylem planları şöyle; birinci hareket sokaktaki sahipsiz hayvanlar toplatılacak. Sonra onları yetersiz kapasite ve koşullardaki BARINAK adındaki toplama kamplarına götürecekler. Doğalda asla yan yana gelmemesi gereken ırk ve boyuttaki yüzlerce köpek aynı yerde yarı aç, susuz tutulacaklar. 30 gün içinde SAHİPLENME yapılmayan hayvanlar UYUTULACAK. Yani biz sahiplenmezsek, öldürülecekler. Gene vicdani sorumluluğu hoop bizim kucağımıza attılar. Şeytani bir zekâ.
Biz buna benzer uygulamalara tıpta ‘‘semptomatik tedavi’’ deriz. Yani kimi zaman hastalığın kaynağını değil yarattığı sıkıntıları ortadan kaldırmaya çalışırız. Anlaşılır örneklerle, hastanın kol kemiği kırılmıştır, alçı ya da ameliyata kadar ağrıyı gidermek için ağrı kesici veririz ya da vücutta enfeksiyon vardır, kaynağını ya da etkenini bulana ve tedavi edene kadar enfeksiyonun sebep olduğu ateşi, ateş düşürücü ilaçlarla rahatlatırız. Bunlar geçici tedavilerdir çünkü enfeksiyon olduğu sürece ilacın etkisi bitince ateş tekrar çıkacaktır. Anladınız siz nereye bağlayacağımı. Yani köpekleri aklınıza her estiğinde toplayıp, öldürüp, Hayırsız Ada uygulaması yaparsanız bu konu kapanmaz, o enfeksiyon bir gün seni ateşle değilse de başka bir sebeple öldürür.
5199 sayılı Hayvanları Koruma Kanunu, belediyelere, sahipsiz hayvanlarla ilgili sorumluluklarını söyler. Buradaki tanımlamada sahipsiz hayvan; barınacak yeri olmayan veya sahibinin ya da koruyucusunun ev ve arazisinin sınırları dışında bulunan ve herhangi bir sahip veya koruyucunun kontrolü ya da doğrudan denetimi altında bulunmayan evcil hayvanların tümüdür. Bizim hayatımıza evcilleştirerek dahil ettiğimiz kedi, köpek, at, eşek mesela. Hatırlayın faytonlarda, ölümüne çalıştırılan atları. Onlar da bu kapsamdaydı. Birçok tartışmanın ardından şartlarını iyileştiremediğimiz o atlar artık yoklar.
Peki köpekler hayatımıza nasıl girdi? Kurtların soydaşları köpekler insanlarla karşılıklı fayda ilişkileri için evcilleşti. İnsanların sürülerini, arazilerini, evlerini, çocuklarını korudular.
Savaşlarda cephelerde kullanıldılar, enkaz altlarında canlı insan aradılar, ilaç-kozmetik sanayinde denek yapıldılar, engelli bireylere yoldaş oldular… Karşılığında karınları doydu, barınacak yer buldular. Bu kadar. Sonra tüyü dökülmesin, kokmasın, daha hızlı koşsun, iyi av yapsın, alerji yapmasın, görünüşü güzel olsun, saldırgan-dövüşçü olsun, küçük olsun çantaya sığsın, çok havlamasın gibi insanın sonu gelmez, şımarık istekleriyle çok sayıda yeni türler üretildi. Sonra bunlar iyi para yapınca satılabilir olması iştah kabarttı, dükkanlarda, kafeslerde, üretim çiftliklerinde, merdiven altı tabir edilen her yerde ölümüne dişilere yavru yaptırıldı. Yetmedi hediyelik eşya gibi alınan, satılan bu hayvanlar sanki marketten aldığı paketli ürünün bozuk çıkmış gibi istediklerini bulamadıklarında gene insanlar tarafından sokağa terk edildiler. Bak sokağa doğmadılar ya da öyle bir tür zaten doğada hiç yokken var oldular. Niye? İNSAN yüzünden. O zaman yetkililer buraya bir bakın bakalım. Dükkân satışları yasak edildi ama internet yoluyla satışalar bitmedi. İhbar ediyorum; internette hayvan satışları tüm hızıyla devam ediyor. Üstelik vergisiz kazanç sağlanıyor. Belki bu dikkatinizi daha çok çeker.
Sahiplenme dediğiniz konu için önce üretimi ve satın almayı kesin surette bitireceksiniz. Yoksa kimse kalkıp barınak, barınak gezmez. Bu bir kültür ve vicdan işi. Bu konunun bir kolu. Gelelim üreme işine. Bir köpek bir hamileliğinde 8-10 yavru doğuruyor. Hastalıklar, besine ulaşamama, sürü içindeki itişmelerle insana gerek kalmadan bu yavruların bir kısmı yaşamlarına devam edemiyor. Sokakta bir köpeğin ortalama ömür süre ise 5 yıldan daha uzun değil maalesef. Bizim kültürümüzde sokak hayvanları var evet ama onlara sağlıklı bir ömür sunmak yok. Bazı bölgelerde aşırı beslemeden obez sokak hayvanları, uru mama yemekten yakında uçamayacak hale gelecek martılar, kargalar, yeni bir besin türüyle karşılaşan kirpiler vs varken birçok mahallede, şehir ve köyde, ormanlık ya da boş arazilerde açlıktan, uyuzdan ölümle pençeleşen hayvanlar var. Bunların hepsinin sorumlusu insan. Sürülerin oluşmasında yanlış beslemelerin olduğunu da aklımızın bir yerinde tutalım.
Sokakta zaten bu kadar kısa ömürleri olan bu hayvanları kısırlaştırmak, çözümün çok temel ve büyük bir parçasıysa demek ki başlangıçta çok iş yükü olacaktır. Ama 2-3 yılın içinde çok hızlı bir rahatlama hem hayvanlar adına hem insanlar adına olacaktır. Satışı da önlediniz bu da cepte, sahipli hayvanların terk edenlere ceza kesmek için hayvanları çiplemeye başlamıştınız, çok aksamalı bir iş ama hadi bu da cepte. Devam edelim. Barınakların yeterli kapasiteye getirdiniz diyelim. Malum şehir hastaneleri gibi sadece bina olarak düşünmeyelim içinde de yeterli donanım ve sayıda veteriner hekim ve teknisyen, vicdanlı, işini seven barınak çalışanları da istihdam ettiniz. Harika. Belediyelere sağlanan bu ek ödeneklerle işin başlaması ve devam etmesi için bütçeleri onayladınız. Yaralı hayvanların, saldırgan hayvanların tedavi ve rehabilitasyonları için de kaynak yarattınız. Tarım Bakanlığı üzerine düşen sorumluluklardan kaçmadı ve belediyeler makyaj işlerin peşinde koşmadı. Hayvana eziyet konusunda suçlular cezai şartların uygulanmasıyla tıpkı saldırgan ırklar gibi rehabilite edilip, beslendikleri bölgelere bırakıldı. İşte bu kadar, bitti. Öldürmeye ihtiyacınız olmadan biraz bütçe, biraz sebat, vicdan, kararlılık… Ancak böyle medeni ülkeler seviyesine ulaşabiliriz.
Sizinle şunu da paylaşayım ki beni insan düşmanı, hayvan dostu bir kamplaşmaya çekmeyin. Eşekten de düştüm. Yani her zaman koştuğum korulukta, gruplaşmış bir köpek sürüsünün saldırısına da uğradım. Ve sadece devlet hastanelerinde ulaşılabilen kuduz aşısı programına dahil oldum. Tıkır tıkır işleyen, kapısında kuyruklar olan bir sistemdi. O gün tedavim için, oradan oraya sürüklenirken ‘‘İnsanları değil de hayvanları aşılamak daha iyi bir çözüm olmaz mıydı?’’ diye düşünmüştüm. Tıpkı cenaze işlerindeki akıcılık gibi. Yaşarken insanca muamele görmeyen herkes öldüğünde belediyelerin şefkatli dört kollusunda huzurla defnediliyor. Isırılan insanlar da devlet himayesinde aşılanıyor.
Daha çok yazarım, şüpheniz de yoktur sanırım ama burada noktalıyım. Dış dünyayı gözlemleyebilen, vicdanı olan, yaşatmak, iyileştirmek üzerine meslek yemini etmiş, akıl yürütebilen biri olarak birçok insanın sesi olmak istiyorum. Beni okuduğuna inandığım yetkili ya da yetkililere ulaşacak herkes; ‘‘Sen de sokakta zor şartlarda yaşamayı seçmemiş bu hayvanların öldürülerek hayattan kopartılmalarına izin verme. Başka çözümler çok mümkün, hep mümkündü. Bugünü milat yap.’’
Not: Türk Veteriner Hekimleri Birliği açıklama yaptı; Sokak hayvanlarının uyutulmasına ilişkin yasanın kabul edilmesi halinde dahi ötenazi (ilaçla hayatı sonlandırma) yapmayacaklarını ilan ettiler. İşte bu sivil inisiyatiftir, teşekkürler.