Fikret Bila
Laik yaşam tarzına müdahale
Zafer Bayramı’ndan sonra Türkiye Cumhuriyeti’nin temelini oluşturan Sivas Kongresi’nin 103. yıldönümünü de kutladık.
Sivas Kongresi, ulusal ve laik Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulması yolundaki son kongredir.
Sivas Kongresi’nde, milli sınırlar içinde; ulusal birliğin kurulması, gücün halktan alınması, halkla birlikte ulusal kurtuluş savaşının verilmesi, bu savaşın toplumun her kesiminden gelen temsilcilerin seçtiği heyetle, Mustafa Kemal Atatürk’ün liderliğinde yürütülmesi karar altına alınmıştır.
Atatürk, Sivas Kongresi’ni Anadolu ve Rumeli Müdafa-i Hukuk Cemiyeti’nin kurulması nedeniyle CHP’nin de birinci kurultayı olarak kabul eder.
Atatürk’ün kafasında, nasıl bir Türkiye kuracağı çoktan bellidir.
Henüz Erzurum Kongresi’ne giderken, 8 Temmuz 1919’da Mazhar Müfit Kansu’ya; ulusal, laik, demokratik bir devlet kuracağını not ettirmiştir.
Atatürk’ün, hilafeti kaldırıp laik bir cumhuriyet kurması, o günden beri, Atatürk’e ve CHP’ye karşı İslamcı akımın hareket ve dayanak noktası oldu.
Bu akımlar bugün itibariyle AK Parti eliyle 20 yıldır iktidardadır. Devletin laik yapısı büyük ölçüde tahrip edilmiştir. Bu dönemde laiklik ilkesi başta olmak üzere Atatürk devrimlerini hedef alan karşı devrim sürecinin etkili şekilde yol aldığı bir gerçektir.
Devlet bürokrasinin laik yapısının dinci bir yapıya dönüştürülmesinden sonra son dönemde laik toplusal yaşama müdahale hamlelerinin de arttığı gözleniyor.
Sarıklı bir takım adamların kafelerde oturan gençlere nutuk atmaları, onlara yaşam tarzı tavsiye etmeleri, aynı adamların pavyonlara girerek eğlenen insanlara “tebliğde” bulunmalarına kadar vardı. Sarıklı bu gruplar laik yaşam tarzının nasıl “günahlar” içerdiğini anlatıp dine göre yaşamaları gerektiğini salık veriyorlar.
Gerici adamların sokak ortasında veya bir parkta kıyafetinden dolayı kadınlara saldırmaları arttı. İktidarın da kendileri gibi düşündüğüne yaslanarak, bu saldırılarını emniyette, savcılıkta, mahkemede savunuyorlar, ifadeleri alınıp serbest bırakılıyorlar.
Sosyal medyadan, laik, bilimin yolunda ilerleyen ve halkı bilinçlendirmeye çalışan bilim kadınlarına tehdit ve saldırılar da arttı. Bu saldırgan tipler, cezasızlık rahatlığı içinde toplumda dolaşmaya ve tehdit savurmaya devam ediyorlar. Son örneklerinden birini, korona salgınına karşı vatandaşı bilgilendiren tıp profesörü Esin Davutoğlu Şenol’a yöneltilen tehdit oluşturuyor. Yaşadığı binaya kadar girip ölümle tehdit edildi. Sosyal medyadan tehdit etmeye devam ediyorlar.
Sanatçıların konserlerine arka arkaya yasaklar geliyor.
Son olarak Aleyna Tilki’nin Çorum konseri, “gençlerin dini ve ahlaki değer yargılarını olumsuz etkileyebileceği” gerekçesiyle iptal edildi.
Konserin gençlerin dini ve ahlaki değer yargılarını olumsuz etkileyeceğine kim karar veriyor? Sırtını iktidara dayamış tarikat mensupları karar veriyor. Devletin değil iktidarın memuru gibi hareket eden vali ve kaymakamlar karar veriyor.
Son dönemde, aralarında Niyazi Koyuncu, Metin Kemal Kahraman, Burhan Şeşen, Melek Mosso ve İlkayAkkaya’nın da bulunduğu çok sayıda sanatçının konserleri, iktidara yakın yayın organları tarafından hedef gösterilmesi üzerine, valilikler tarafından verilen kararlarla yasaklandı.
Artık vatandaşın, özellikle gençlerin nasıl eğleneceklerine, hangi sanatçıların konserine gidip hangilerine gitmeyeceklerine valilikler, kaymakamlıklar karar veriyor.
Sanatçıların konserlerine neden yasak geliyor?
Gerekçe gençleri korumak, ahlak ve değer yargılarını sakınmak!
Demokratik, laik bir ülkede buna karar verecek olan iktidar değildir,
Gençler hangi sanatçının konserine gideceklerine kendileri karar verirler. Beğeniyorlarsa giderler beğenmiyorlarsa gitmezler.
İstedikleri kafede oturur, istedikleri yerde eğlenebilirler.
“Kültürel hegomonya kuramadık” diye yakınan iktidarın bunları belirlemeye kalkması yaşam tarzına müdahaledir.
Laiklik ilkesini kaldırıp, toplumsal yaşamın merkezine dini yerleştirme girişimidir.