
Sedat Kaya
Kara Kartal 122 yaşında! Beşiktaş: Bir ruhun doğuşu
3 Mart 1903…
122 yıl önce bugün, Beşiktaş semtinin dar sokaklarında, baharın ilk günleri kendini hissettirse de İstanbul’un o kendine has serin rüzgarı denizden yükselip taş konakların arasına sinmişti.
O günlerde Osmanlı İmparatorluğu, tarihinin en çalkantılı dönemlerinden birini yaşıyordu. Değişim kapıdaydı. Kimi zaman sancılı, kimi zaman umut doluydu. İşte tam da böyle bir zamanda, bir grup genç, sporun yalnızca bir eğlence değil, bir kurtuluş, bir dayanışma vesilesi olduğuna inanıyordu.
Serencebey Yokuşu’nda bir evin içinde, bir masa etrafında toplanmışlardı. Fuat Balkan, Mehmet Şamil ve arkadaşları… İçlerinde hem askerler hem de spor tutkunu gençler vardı. O günlerde spor, özellikle de futbol, İstanbul’un yalnızca belirli kesimlerinde oynanıyordu. Beyoğlu’nda yabancı kulüpler sahalarda boy gösterirken, bu toprakların gençleri ise ya uzaktan izlemek ya da gizlice kendi aralarında futbol oynamak zorundaydı.
Fuat Balkan derin bir nefes aldı ve gözlerini arkadaşlarına çevirdi:
"Bizi bir araya getiren şey sadece spor değil… Biz, Beşiktaş’ın adını İstanbul’a, hatta tüm Osmanlı topraklarına duyuracak bir kulüp kurmalıyız!"
Odada bir an sessizlik oldu. Sonra Mehmet Şamil gülümsedi.
"Eğer yapmazsak, kimse bizim yerimize yapmayacak."
Başlarını salladılar. Karar alınmıştı. O gece, Beşiktaş Bereket Jimnastik Kulübü’nün temelleri atıldı. O dönemlerde futbol henüz kulübün bir parçası değildi jimnastik, güreş ve boks gibi sporlarla yola çıkmışlardı. Ancak bu, Beşiktaş’ın ilerleyen yıllarda İstanbul’un spor sahnesindeki en güçlü oyunculardan biri olmasını engelleyemeyecekti.
Kulübün kurulduğu yıllar, spora dair birçok kısıtlamanın olduğu bir dönemdi. Osmanlı’da spor, özellikle de gençlerin organize şekilde bir araya gelmesi, şüpheyle karşılanıyordu. Bu yüzden, Beşiktaşlı gençler çalışmalarını gizlice yürütmek zorunda kaldılar. Çırağan Sarayı’nın bahçesinde gizlice antrenman yaptıkları söylenirdi. Gözcüler kapıda bekler, içeride ise gençler bedenlerini ve ruhlarını güçlendirirlerdi.
Yıllar ilerledikçe, kulüp büyümeye başladı. 1911 yılında, Şeref Bey’in önderliğinde futbol da resmi olarak kulübün bünyesine katıldı. Artık Beşiktaş, sadece bir jimnastik kulübü değil, gerçek bir spor ekolüydü. Şeref Bey ve arkadaşları, futbolu Beşiktaş’ın ruhuna işlediler. Artık semtin her köşesinde, çocuklar Beşiktaş forması hayal ederek top peşinde koşuyordu.
Yıllar geçmiş, Beşiktaş artık İstanbul’un en güçlü takımlarından biri haline gelmişti. 1940’lı yıllarda, takımın sahadaki mücadelesi bambaşka bir kimliğe bürünmüştü. 1941 yılında oynanan bir maçta, Beşiktaş rakibini büyük bir üstünlükle yenmişti. Tribünlerdeki coşku doruktayken, bir taraftar haykırdı.
"Kara Kartal gibi saldır Beşiktaş!"
Bu sözler, artık Beşiktaş’ın yeni lakabı olacaktı. Çünkü Beşiktaş sahaya çıktığında, pes etmeyen, daima saldıran, yüreğiyle oynayan bir takım olarak anılmaya başlanmıştı.
Ancak Beşiktaş’ı yalnızca sahadaki mücadele tanımlamazdı. Beşiktaş, aynı zamanda onurun, dürüstlüğün ve vefanın takımıydı. İşte tam da bu değerlerin vücut bulmuş haliydi Süleyman Seba. 1984 yılında Beşiktaş Kulübü Başkanlığı’na seçildiğinde, sadece bir futbol kulübünü değil, bir camiayı da omuzlarına almıştı. Onun döneminde Beşiktaş, sadece sahada değil, karakteriyle de büyüdü. "Beşiktaşlılık bir duruş meselesidir." sözleriyle, siyah-beyazlı renklere gönül veren herkesin nasıl bir değer taşıdığını anlattı.
Onun başkanlığındaki Beşiktaş, hem başarılarıyla hem de duruşuyla futbol tarihine geçti. 1990’ların başında Gordon Milne yönetiminde kazanılan üç şampiyonluk, Metin-Ali-Feyyaz efsanesi ve Türk futboluna kazandırılan genç yetenekler, Seba’nın vizyonunun birer yansımasıydı. Ama onun en büyük mirası, Beşiktaş’a kazandırdığı karakterdi. Futbol yalnızca bir oyun değildi, onurlu bir mücadelenin, centilmenliğin ve aidiyetin ta kendisiydi.
Süleyman Seba, Beşiktaş’ın yalnızca bir spor kulübü değil, bir ruh olduğunu herkese hatırlattı. Beşiktaş forması giyen her oyuncu, bu semtin çocuklarının hayallerini sahaya taşır.
Ve o gün Serencebey’de yankılanan o ilk heyecan, bugün hala tribünlerde, caddelerde ve denizin kıyısında yankılanmaya devam ediyor:
"Kara Kartal geliyor!"