Uğur Ergan
Demokrasisiz Türkiye
Tarih, 7 Haziran 2015.
Eş genel başkanlar Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ liderliğindeki HDP, sadece Kürt seçmenle sınırlı kalmayıp, sosyalist, demokrat, doğaya ve çevreye özenli, farklı yaşam tarzını benimsemiş geniş bir kesimi kapsayıcı dil kullanarak, genel seçime giriyor.
Her iki eş genel başkan “Sadece Kürtlerin değil, bu topraklarda yaşayan herkesin partisi olacağız” diyor.
Seçim öncesi konuşmalarda özellikle Demirtaş, Gezi olaylarına sert tepki gösteren Erdoğan’ı hedef alınca, genç ve kentli orta sınıfın büyük sempatisini kazandı.
HDP’nin yüzde 10’luk barajın altında kalması halinde AKP’nin tek başına anayasayı değiştirme potonsiyelini gören CHP seçmeninin neredeyse yüzde 4-5’lik kesimi 7 Haziran’da HDP’ye oy verdi.
Bu yönelmede elbette HDP liderlerinin kapsayıcılığın yanı sıra Kandil’le aralarına mesafe koyduklarını hissettiren mesajları önemli rol oynadı.
Sandıklar açıldı, yüzde 13.1 oranında oy alan HDP 80 milletvekili çıkardı.
İlk kez yenilgiyle tanışıp tek başına iktidarı kaybeden ve anayasayı değiştirecek sayıyı bulamayan AKP 258 milletvekilinde kaldı.
Bu sonuçlar üzerine daha seçim akşamı MHP lideri Bahçeli’den “Milletvekili sayısı ne olursa olsun, erken seçim kaçınılmazdır. Türkiye azınlık hükümetine, geçici hükümete mahkûm edilemez. En kısa sürede seçim yenilenmelidir" çıkışı geldi.
Uzun uzun anlatmayayım, Bahçeli’nin çıkışı sonrasında neler olduğunu biliyorsunuz. Demirtaş ve Yüksekdağ AİHM kararlarına rağmen hala hapisteler.
10 yıl önce demokrasiyi, herkesi kucaklamayı, tek adam anlayışıyla mücadeleyi ve “Türkiye partisi” olmayı öne çıkaran bir parti, bugün DEM adıyla tüm bunları ne kadar önemsiyor? Bu kapsamda bir çok soru işaretiyle karşı karşıya olduğumuzu söylersek, yanılmış olmayız.
Örnek mi istiyorsunuz…
25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü’nde İstanbul’dan tüm dünyaya “ayıplanan fotoğraflar” yayılıyor. İktidar tarafından “yokmuş havası” verilmeye çalışılan erkek şiddetini protesto etmek isteyen kadınlara karşı sıra sıra barikatlar kurulmuş, binlerce polis kadınları ablukaya almış. Yetmiyor gece yarısı kadınlar gözaltına alınıyor.
Gazeteci Fatih Altaylı hakkında verilen karar sonrası birçok meslektaşımla benzer şeyleri düşündüğüm için aynı tespitleri tekrarlamak istemem.
Ancak sevgili İsmail Saymaz’ın, yazdığı gibi, “Altaylı, yaşayarak gördü ki, savunma yapmanın bir hükmü yok. Hukuk zaten yoktu, malum…Artık merhamet de yok.”
Gerçekten öyle, merhametin yerini sağduyulu insanların anlamakta zorlanacağı inanılmaz bir “kin” almış vaziyette.
Güya sosyalist, ilerici, kapsayıcı, demokrat bir kimliğe sahip olduğunu savunan DEM’den bu yapılanlara güçlü bir tepki duydunuz mu?
10 yıl önce “Demokrasi” dedikleri için kendisine destek verenler bugün de “Terörsüz Türkiye” projesinin ilerleyebilmesi için ısrarla demokratikleşme çağrısı yapıyor.
Demokrasi çağrısı yapanları bugün “Faşo” diye suçlayanlar, hak ve hukuk bir yana, insanların en demokratik hakkı olan yürüyüş ve gösteri haklarının barikatlarla ve polis ablukasıyla ayaklar altına alınmasını nasıl içlerine sindirebiliyorlar?
Öcalan sevdasına “Demokrasisiz ve hukuksuz Türkiye” projelerinin altına imza attıklarının farkında değiller.
Bu anlayış “açılım değil kapanma” projesine dönüşür ki, bir de toplumdan destek bekliyorlar.