Can Kakışım
CHP’nin AB Hedefi: Gerçekçi Değilse de Değerli
CHP Genel Başkanı Özgür Özel, Türkiye’nin Avrupa Birliği vizyonuna önem veriyor ve liderlik koltuğuna oturduğu günden beri bu konuda bazı girişimlerde bulunuyor. Bu girişimlerin somut bir meyvesi olarak Sosyalist Enternasyonal Temmuz ayında Bükreş’te yaptığı toplantıda CHP’nin AB’ye üyelik yönündeki mücadelesini desteklediğini deklare etmişti. Bu açıklamanın ardından, Özel CHP iktidarında Türkiye’nin AB üyesi olacağını net ifadelerle vurgulamaya başladı.
Özel’in bu söylemleri bazı çevrelerde olumlu karşılık bulduğu gibi kimi negatif yorumları da beraberinde getirdi. Özel’in söylediklerine yönelik olumsuz tepkileri iki kategoride sınıflandırmak mümkün. Birinci grup, Avrupa Birliği’nin ölü bir proje olduğunu ve bu örgüte üyeliğin Türkiye için yararlı olmayacağını belirtti. İkinci grup ise Türkiye’nin AB üyeliğinin mümkün olmadığını, bunun gerçekçi bir beklenti olmayacağını ileri sürdü ve Özel’i hayal satmakla suçladı.
Lafı çok uzatmadan kendi tarafımı ortaya koyayım: Açıkçası ben de AB üyeliğinin Türkiye için gerçekçi bir hedef olduğuna inanmıyorum. Üstelik bunu sadece bugün için söylemiyorum, geçmişte de aynı kanıdaydım. İki taraf arasındaki birtakım yapısal farklılıklar ve kemikleşmiş sorunlardan dolayı, esasında Türkiye’nin AB’ye en yakın gözüktüğü zamanlarda dahi bunun başarılabilir bir hedef olduğunu hiç düşünmemiştim. Ancak nasıl o zaman bu projeyi desteklediysem bunu bugün de desteklemeyi bir görev addediyorum.
Zira Türkiye’nin kendi ülkesinde sürdürülebilir bir ekonomik ve siyasi düzeni sağlayabilmek için yönünü demokratik ülkelere çevirmesi ve onlarla olan temasını artırması gerektiğini düşünüyorum. Bu, Batı ülkelerine teslim olmamız, onların her dediğini yapmamız gerektiği anlamına gelmiyor. Veya bu, Türkiye’nin kalkınmak için muhakkak AB üyesi olmak zorunda olduğunu da söylemiyor. Burada kastımız, Türkiye’nin AB ülkelerinin demokratik, hukuki ve ekonomik seviyesini, sahip olduğu değerleri meşru hedef olarak belirlemesi, bunları benimsemesi ve adımlarını ona göre atmasının gerekliliğine işaret etmek.
Yukarıda bahsettiğim birinci grup ile ayrıştığım nokta da burası. AB belki ileride gerçekten de devam edemeyecek, parçalanacak ve tarihin tozlu sayfalarına kaldırılacak. Ama onun sahip olduğu, onu var eden değerler hiç şüphe yok ki yaşamayı sürdürecek. O halde Türkiye’nin o değerleri vizyon olarak belirlemesi ve bunlara ulaşmaya çalışması çok anlamlı. Bu, AB’nin kendi geleceğinden de bağımsız bir konu. Ne yani, şimdi biz Türkiye’yi daha demokratik bir hale getirsek ama o sırada AB de kendisini feshetse ne diyeceğiz? “Bak gördün mü, boşu boşuna demokratikleştik!” diye hayıflanacak mıyız?
Tam aksine! Bizim ülkemiz de, halkımız da daha fazla demokrasiyi, daha fazla refahı hak ediyor ve bizler de bunun için mücadele etmeyi sürdüreceğiz. Bunu illaki AB’ye üye olalım diye değil, Atatürk’ün öngördüğü muasır medeniyetler seviyesini yakalamak için yapacağız. Bunu yaparken de gayet tabii ki, yüzümüz Batı’ya dönük olacak ve demokratik devletlerle olan ilişkileri geliştirmeye öncelik vereceğiz. Çünkü şunu biliyoruz ki, başımızı Doğu yönüne çevirdiğimizde karşımızda diktatörlükler ve adı konmamış monarşilerden başka bir alternatif yok. Onlarla da ilişkiyi sürdüreceğiz ama onları model almayacağız.
Özel’in söyleminde eleştirim, meselenin AB üyeliğine endekslenmesine. Bu gerçekçi bir beklenti değil ve halk nezdinde inandırıcılıktan uzak. Üstelik ileride sizi bağlayabilecek somut bir vaat. Bunlardan uzak durmak lazım. Evet, AB üyesi olmak isteriz ancak AB üyesi olmaktan daha önemlisi AB yolunda adım atmaktır. Özel’in bunu söylemesi, bu vizyonu ortaya koyması yeterli, daha ötesi gerçekten de hayal satmak oluyor. Buna dikkat şart.
AKP sonrası restorasyon sürecimiz hayli uzun olacak. Ekseni kayan dış politikanın tekrar yörüngesine oturtulması da kuşkusuz bu sürecin en önemli adımlarından biri. Bu konuda CHP’nin ciddiyetli çalışmalarına her zamankinden çok ihtiyaç var.