Can Kakışım
Erdoğan-Bahçeli İkilisinin Hareket Planı
AKP iktidarının Esenyurt Belediyesi’ne yaptığı kayyım darbesinin yankıları sürerken DEM Partili Mardin, Batman ve Halfeti Belediyelerinde de aynı uygulamaya gidilerek halk iradesi bir kez daha gasp edildi. Ertesi günkü MHP grup toplantısında ise iktidar ortağı Bahçeli, Öcalan’a yönelik Meclis davetini ve onun “umut hakkından” yararlanarak affedilmesi önerisini yineledi. Bu iki gelişme Erdoğan ve Bahçeli arasında uyuşmazlık olduğuna dair bazı yorumları beraberinde getirdi.
Oysaki Erdoğan ile Bahçeli’nin yaklaşımları arasında bir çelişki yok. Tam tersine bu adımlar bir bütünün parçaları gibi. Öcalan’ın Meclis’e çağrılması da, DEM Partili belediyeler üzerinde sallanan kayyım sopası da aynı amaca hizmet ediyor. Amaç; DEM Parti’nin CHP ve muhalif kamuoyu ile birlikte hareket etmesini önlemek, DEM Parti’yi İmralı’nın emrine vermek ve Öcalan’ı Kürtlerin tek temsilcisi haline getirmek. Sonra da af karşılığı onunla anlaşarak Kürtlerin blok halinde muhalefete oy vermesinin önüne geçmek. Amaçlananın bu olduğu anlaşıldığında, Öcalan’a davet ve DEM Partili belediyelere kayyım eylemleri gayet tutarlı gözüküyor.
Üstelik kayyım uygulamaları AKP-MHP hattı için Kürt siyasi hareketine etkili bir gözdağı verme yöntemi. Veya şöyle söyleyelim, Cumhur İttifakı bileşenleri Kürt siyasetine bir yandan havucu, bir yandan ise sopayı gösteriyor. Onlara diyor ki, eğer bizimle hareket edersen biz her konuyu konuşmaya hazırız. Siyasi af ise siyasi af, özerklikse özerklik. Ama buna rağmen sen hala muhalif siyasetin bir parçası olmaya çalışırsan, Türkiye’deki genel demokrasi mücadelesine destek çıkmaya kalkarsan, “Türkiyelileşme” falan diyerek kafaları karıştırırsan sana nefes aldırmayız!
Bakış açısının bu olduğunu, iktidarın Öcalan ve Selahattin Demirtaş’a yaptığı apayrı muameleden de anlayabilmek mümkün. Öcalan terör örgütü kurmak ve yıllarca bilfiil yönetmekten müebbet hapis cezası almış bir suçlu. Demirtaş ise sivil siyasetin temsilcisi, Kürt Halkının oylarıyla dört kez milletvekili seçtiği, BDP ve HDP eş genel başkanlığına taşıdığı meşru bir aktör. Buna rağmen iktidar Demirtaş’ı tümüyle şeytanlaştırıyor, Öcalan için yaptığı teklifleri Demirtaş için de söylemeyi aklından dahi geçirmiyor.
Bunun tek bir sebebi var; Demirtaş’ın, “Seni Başkan yaptırmayacağız!” çıkışında somutlaşan Türkiye demokrasi mücadelesine desteği. Demirtaş en başından beri Erdoğan ve Bahçeli’ye güvenmedi, Kürt sorununu bir Türkiye sorunu olarak değerlendirerek önceliği Türkiye’nin demokratikleşmesine ve dolayısıyla AKP iktidarından kurtulmasına verdi. Öcalan ise yıllardır cezaevinde kalmanın da yarattığı ruh haliyle, Erdoğan ile iş tutmaya eskiden beri eğilimli, pazarlığa açık bir tavır ortaya koydu. O yüzden birisi unutturulmaya, diğeri ise öne çıkarılmaya çalışılıyor.
Haziran 2019’da yapılan İstanbul tekrar seçiminde Kürt seçmenin tarafsızlığını sağlamak adına AKP iktidarının Öcalan’ı nasıl kullandığı, daha doğrusu kullanmaya çalıştığı malum. Bahçeli’nin söylemlerinden Erdoğan’ın haberi olmadığını söyleyenler, bu seçimde tarafsızlık çağrısı yapması için Öcalan’ın yanına gönderilen akademisyeni ya da bir diğer terör suçlusu olan kardeşi Osman Öcalan’ın devlet kanalına çıkarıldığını hatırlamıyor mu? Bunlar da mı Erdoğan’dan habersiz yapılmıştı? Veya Öcalan’ın seçimde tarafsızlık çağrısı üzerine Bahçeli’nin HDP’yi Öcalan’ı dinlemeye, ona itaat etmeye davet etmesini de mi unuttunuz? Cumhur İttifakında işte ta o zamandan bu zamana devam eden bütünlüklü bir arayış var ve bugün yaptıkları da bu politikayı daha da netleştirerek sürdürmekten başka bir şey değil.
Kısacası AKP-MHP hattı yine sadece kendisini düşünüyor. “Nasıl yaparız da iktidardaki ömrümüzü biraz daha uzatırız”ın derdindeler. Bunun için buldukları çözüm ise üç otoriter lider, Erdoğan, Bahçeli ve Öcalan arasındaki iş birliği. Bu denklemde halk yok, halkın beklentileri, tercihleri yok. Türkiye’de kimlerin siyaset yapacağını, Türkiye’nin ne kadar demokratik olacağını, ne kadarlık özgürlüğün Türk toplumu için yeterli olduğunu bir avuç imtiyazlı kişi belirleyecek. Ve bunu da Türkiye’nin çıkarı için değil kendi alanlarındaki hâkimiyetlerini tahkim etmek adına yapmayı deneyecekler. Karşımızdaki senaryo işte bu.
Ama şunu biliyoruz ki vakti gelmiş bir değişimin önünde durulamaz. Yine biliyoruz ki Türkiye’deki bu zalimane düzen daha fazla devam edemez. Elitlerin bir planı varsa halkın da mutlaka söyleyecekleri olacaktır. Ve Türkiye, tüm etnik, dinsel, mezhepsel gruplarıyla artık tek bir amaca, halktan bir yönetimi tesis etmek amacına yönelik olarak hareket edecektir. Bu görevden kaçılamaz. Bu umudu diri tutmak ve mücadeleyi sürdürmek de hepimizin sorumluluğudur.