
Aytun Aktan
Baskıcı yönetimler, bitmeyen savaşlar ve Medea Material
Bu hafta Medea Material oyununun yazarı Heiner Müller ve oyunun rejisi hakkında yazmaya devam ediyorum. Bir önceki buluşmamızda Medea’dan, mitolojiden hasbihâl etmiştik. Bu hafta sizi biraz daha zorlayacağımın spoilerını vereyim. Gündemden bunalanlar, beyninde farklı merkezleri çalıştırmak ve doyurmak isteyenler için buyurun başlayalım.
Oyun yazarı, şair, yazar, denemeci ve tiyatro yönetmeni Heiner Müller, 1929 yılında Almanya’da doğar. 1995 yılına kadar yaşadığı dünyada çocukluğu İkinci Dünya Savaşı’nda, yetişkinliği savaş sonrası Avrupa’daki sosyal ve ekonomik değişimlerin içinde geçer. Yaşamında önemli yer tutan Berlin Duvarı’nın yıkılışına tanık olur. 1946 yılında Alman Yazarlar Birliği’ne üye olan Müller, 1961 yılında Göçmen Kadın adlı oyununun ilk performansının ardından sansürlenir ve aynı yıl Müller Yazarlar Birliği’nden politik sebeplerle ihraç edilir. Doğu Alman hükümeti sonraki yıllarda da bu yasakçı uygulamalarını sürdürür; 1965’te İnşaat Sahası adlı oyunun prömiyer yapmasına izin verilmez. 70’lerin başında Mauser oyunu Doğu Almanya’da sansürlenirken, aynı oyun 1975 yılında Teksas’ta sahnelenir. Müller’in çalışmaları Batı Almanya ve uluslararası alanda popülerlik kazanmaya başlar. Dünyanın hiçbir yerinde ve hiçbir döneminde sansürlenmek, sürgün edilmek, hapsedilmek sanatçıları durdurmaz. Yazarı ve yönetmeni olduğu Hamlet Makinesi 1979’da Paris’te dünya prömiyerini yapar. Eserleri İngilizceye çevrilir. Bu çeviriler sayesinde dünyada tanınırlığı artar. Bu tanınırlık onu sürekli yasaklayan ülkesinde de tekrar kabul görmesini sağlar.
Biraz detay olacak ama Müller, 1976 yılında muhalif sosyalist, şair ve şarkıcı Wolf Biermann’ın sınır dışı edilmesine karşı çıkan dilekçeyi imzalayan on bir yazar ve sanatçıdan biridir. 1992’de daha önceki yazılarımda adı geçen Berliner Ensemble’ın yönetim kuruluna beş üyeden biri olarak davet edilir. 1995’te, gırtlak kanseri nedeniyle ölümüne kadar kısa bir süre tiyatronun tek sanat yönetmeni olarak atanır. Bazı eserleri müzikal ya da opera adaptasyonlarıyla da sahnelenmiştir. 1959’da Heinrich Mann Ödülü’nü, 1990’da Kleist Ödülü’nü kazanır. 1994’te, IV. Avrupa Tiyatro Ödülü’ne layık görülür. Çok sayıda başka ödülün de sahibidir.
Yazarın hayatı, yaşadığı dönem, eserin zamanı gibi ipuçları çoğu kez anlamakta zorlandığımız boşlukları doldurmakta fayda sağlar. Yazardan bu kadar detaylı bahsetmem biraz da bundan. Yazılı metin okunandır, tiyatro ise seyredilen yani sahnelenendir. İşte sahneleme yeniden yaratımla başka anlamlar üretir ve seyirci her seferinde hem okuduğu metinde hem sahnelemede ortaya konan semboller, imgeler yığınında yeni anlamlar üretir. Eğer yazarın yöntemini bilirsek sahneleneni kavramak da kolaylaşabilir.
Müller’in eserleri, İkinci Dünya Savaşı’nın yıkımı, Soğuk Savaş’ın getirdiği bölünmeler, totaliter rejimler, sosyalist ideolojinin pratikteki çelişkileri ve Batı kapitalizminin yarattığı krizler gibi konular etrafında şekillenmiştir. Baskıcı yönetimden ve sansür politikalarından doğrudan etkilenmiş, ancak tamamen muhalif bir duruş sergilemek yerine daha derin, ironik ve eleştirel bir perspektif geliştirmiştir.
Müller, geleneksel anlatı yapısını yıkan, fragmanlar halinde ilerleyen, farklı metinleri iç içe geçiren ve tarihsel anlatıyı bozarak yeniden kuran bir yazım tekniği geliştirmiştir. Müller için, diğer yazarların ve sanatçıların eserleri onların özel mülkü değil, kendi çalışmalarında kullanabileceği hammaddelerdir. Mitleri ve tarihsel olayları bugünün meseleleriyle iç içe geçirerek, klasik eserleri yeniden yazar. Medea Material oyununda Euripides’in Medea mitini güncelleyerek, kapitalist ve sosyalist sistemlerin kadın bedenine bakışını eleştirir. Müller’in tiyatrosu, diyalogdan çok monoloğa, anlatıya ve şiirsel dile dayanır. Karakterler klasik anlamda psikolojik derinlik taşıyan bireyler değil, tarihsel ve ideolojik dönüşümlerin taşıyıcıları olarak görülür.
Müller, klasik anlatının yıkıldığı, sahneleme biçimlerinin deneysel hale geldiği avangart tiyatronun en önemli figürlerinden biridir. İşte tam da bu nedenle onun eserlerini sahnelemek de bir o kadar zordur. Yönetmenin hem yazara hem yazdıklarına tam hakimiyeti gerekir. Ve elbette yönetmenin entelektüel kapasitesinin bir yansıması olan türlerarası ve metinlerarası geçişkenliğini sahnede ustaca sunabiliyor olması, alıcısı olan seyirci tarafından takdir görecektir.
Heiner Müller, modern tiyatronun en yenilikçi ve provokatif isimlerinden biridir. Onun oyunları, yalnızca sahne performansları değil, aynı zamanda politik ve felsefi tartışmaların merkezinde yer alan metinlerdir. Medea Material gibi eserleri, klasik mitlerin ve tarihsel olayların nasıl bugünün dünyasını anlamak için birer araç haline gelebileceğini gösterir. Tiyatroyu bir eğlence veya basit bir anlatı değil, sürekli sorgulayan ve yıkan bir düşünsel alan olarak tanımlaması, onun çağdaş tiyatro üzerindeki etkisini kalıcı hale getirmiştir.
Kasım 2024’te, 28. İstanbul Tiyatro Festivali kapsamında Ankara ve İstanbul Devlet Tiyatroları iş birliğiyle sahnelenen Medea Material yerleşik burjuva tiyatrosu olarak adlandırılan batı tiyatrosunun kalıplarına karşı çıkıyor. Seyirciyle doğrudan, bedensel ve deneyimsel bir ilişki kurmayı amaçlayan aslında yeni olmayan ancak klasik oyunlara alışkın seyirciyi oldukça zorlayan bir sahne dili yaratmayı hedeflemiş.
Medea Material’in metni yazarın farklı dönemlerde kaleme aldığı “Yağmalanmış Kıyı”, “Medea Material”, “Medea Play” ve “Argonotlu Manzara” başlıklı dört bölümden oluşuyor. Geçen hafta uzunca bahsettiğim Medea’nın öyküsü, Müller’in kaleminde hem bireysel hem de kolektif bir felaketler panoramasına dönüşmüş. Ve bu metinde Medea Euripides’inkinden faklı olarak Batı medeniyetinin kendine yabancılaştırdığı her ötekinin de simgesine dönüşmüş. Ana öyküde Medea’nın elinden çıkan ölümler Glauke, Kreon ve kendi çocuklarınınkiyken bu metinde modern dünyanın felaketlerine Yahudi Soykırımı’ndan, Hiroşima ve Nagazaki’nin nükleer bombalanmasına, Vietnam Savaşı’ndan, Afrika’daki açlık ve çatışmalara, asla bitmeyen Filistin halkının maruz kaldığı zulümden, işçi ölümleri ve çocuk cinayetlerine dek genişliyor.
Oyunun yönetmeni Ayşe Emel Mesci, sahneleme dili unsurlarında görsel, işitsel ve fiziksel detayları oldukça yoğun kullanmış. Yönetmenin Müller’e olan tutkusu, bu oyunu Hilal Ceylan çevirisi ile devlet tiyatrosu repertuvarına kazandırmış. Yazarın yaptığı gibi seyirci olarak da oyunu bölümler halinde değerlendirilmek mantıklı olacak. Açılışta kullanılan mavi ışık ve branda Medea’yı suyun içinde algılamamızı sağlıyor ki Yağmalanmış Kıyı bölüm için seyircide oldukça uygun bir seyir etkisi yaratıyor. Mesci, oyun boyunca atmosfer yaratmakta, simgeler, metaforlar kullanmakta oldukça bonkör davranmış. Medea’ya hayat veren Sükûn Işıtan, Berlin Duvarı’na tırmanırken, Batı’nın çürümüşlüğünü sembolize eden gider borularından akan suların sesini duyarken ya da Medea’yı seyircilerin arasından ölü çocukların işlendiği pelerini ile geçerken gördüğünüzde etkilenmemek mümkün değil. Video mapping aracılığı ile dünyadaki bitmeyen katliamlardan görüntülerle, efektler, müzikler aracılığıyla seyirciye yığınlar halinde anlatımlar yapıyor. Takip etmekte zorlandığınız anların çok olduğu oyunda metine kulak verseniz, sahnelenenleri kaçırma olasılığınız yükseliyor. Baş rol oyuncusu Işıtan’a eşlik eden koro oldukça iyi çalışmış. Oyunda Medea’yı çoğaltan, sahnede hareketi sağlayan, kimi zaman topluca baş rolü kapan bir ekip desem yanlışım olmaz.
Işıtan oldukça yorucu bir performans sergiliyor. Fiziksel olarak bedenini kullanması gereken bir iş üstlenmiş. Yere düşüşler, anlatımı sırasında bedenine vurduğu darbeler, dekora tırmanışı ve oyunun her anına taşıdığı bedensel yoğunluk, seyirci üzerinde olumlu etkiler bıraktığı kadar oyundan kopmasına sebep de olabiliyor. Bazı bölümlerde şiirsel anlatımın uzaması, gene seyirciler için metnin takibini zorlaştırıyor. Oyun neyse ki tek perde. Yoksa bu ve benzeri handikapları nedeniyle oyun iki perde olsa arada çok sayıda seyircisini kaybetme riski taşıyor. Başlangıçta da söylediğim gibi zor bir metin, zor bir reji. Devlet tiyatrosu için cesur ve yerinde bir tercih. Ancak oyunun tamamını anlamak hırsıyla seyredilmediğinde seyircinin anlarla dolu deneyimlerle salondan çıkması kaçınılmaz. Ancak yönetmenin de seyircisine biraz güvenmesi iyi olurdu. Okuma yaparken altını çizdiğiniz yerler olur ya yönetmen de anlaşılmasını istediği anlara ya da temalara fazla alt çizgi koymuş diyebilirim. Postdramatik yapılarda bu güvensizlik tehlikeli bir tedirginlik olarak seyirciye yansıyor.
Döngüsel tarihin, bitmeyen sömürünün, kolonizasyonun, savaşların, kadınların ve çocukların yani tüm insanlığın maruz kaldığı sistematik iktidar ve eril şiddetin Medea karakteri üzerinden sahneye yansıyan çığlığı olarak Mesci’nin yönettiği bu avangart yapım, seyirciyi alışılmış anlatı kalıplarının dışına çıkararak hem zihinsel hem de bedensel bir yüzleşmeye davet ediyor. Medea bir karakterden çok bir materyale dönüyor. Ve böylece oyunun ikinci bölümü olan kısım benim oyunda en sevdiğim bölüm oluyor. Mesci’nin deyimiyle de Müller bir “tarihsel materyalist”. Metinleri de drama değil, material yani malzeme. Üçüncü bölüm Medea Play koreografi olarak yoğun çalışılmış ama anlam üretmek açısından en zorlandığım bölüm oldu. Bu arada oyununun koreografisi de yönetmene ait. Oyunun ışık tasarımı Yakup Çartık’a, görüntü tasarımı Can Akyürek’e ait. Yaratıcı ekibin bu iki ismi oyuncular kadar sahnede varlık gösteriyorlar. Her detayına anlamlar yüklenen, işlevsel kullanılan, yarattığı karanlık atmosferle oyunun tamamlayıcılarından dekorun tasarımcısı Murat Gülmez. Kostümler ise Funda Çebi’ye emanet edilmiş. Oyunun son bölümünde yazar Müller de sahnede. Bu bölümdeki şiirsel söyleşide yerini alan yazara sormak istediğim ne kadar çok soru olduğunu düşünüyorum. Oyun boyunca rejisörün ortalığa saçtı göstergeleri dikkatlice toplayıp, anlamaları doğru yerlere koymanın tedirginliğiyle zihnim hiç durmadan çalışıyor. Ve oyun bittiğinde dilenmiş değil epey yorgunum.
İstanbul ve Ankara DT’nin ortak yapımı olan bu oyun, turneler yoluyla çok sayıda şehirde sahneleniyor. İlgisini çektiğim okurlarım takipte kalsınlar. Ancak kötü haber şu ki kâr amacı taşımaması gereken, her gelir grubundan seyirciye özellikle de öğrencilere düşük fiyatlarla, iyi imkanlarda tiyatro sunması gereken devlet tiyatroları, nisan ayında bilet fiyatlarına %300 zam yaparak tarihinde görülmemiş bir işe imza attı. Bunca olmazın olduğu bir dönemde tiyatro adına bu da oldu, epey ayıp oldu. İyi hafta sonları.