Davutoğlu'nun istifasına 28 Şubat yorumu: Bir darbe davası olarak ele alınmasının hukuki yolu açılmış bulunuyor

Davutoğlu'nun istifasına 28 Şubat yorumu: Bir darbe davası olarak ele alınmasının hukuki yolu açılmış bulunuyor
T24 yazarı Mehmet Y. Yılmaz, Yargıtay'ın 28 Şubat davasına ilişkin son kararını kaleme aldı.

T24 yazarı Mehmet Y. Yılmaz, "28 Şubat, Pelikan ve 15 Temmuz" başlıklı yazısında, Yargıtay'ın 28 Şubat davasında hepsi eski subay olan 14 sanık hakkında verilen müebbet hapis cezasını onaylamasını hatırlatarak, "Yargıtay kararında, 28 Şubat’ta, birtakım sivil toplum kuruluşlarının yanı sıra basın – yayın kuruluşlarının, üniversitelerin, sendikaların, sermaye çevrelerinin, sivil bürokrasinin, yargı mensuplarının desteği alınarak, 28 Şubat 1997 tarihli MGK toplantısında alınan kararların hükümete dayatıldığı ve nihayetinde seçilmiş bir hükümetin işlevsiz hale getirilerek, istifaya zorlandığı vurgulanıyor." diye yazdı.

Yılmaz'ın yazısının ilgili bölümü şöyle oldu:

28 Şubat’ın “post modern darbe” olduğu söyleniyordu, bu karar için de “post hukuk kararı” diyebiliriz sanıyorum.

“Post hukuk” yerine “AKP hukuku” da diyebilirsiniz, aynı kapıya çıkıyorlar çünkü.

28 Şubat 1997 günü Milli Güvenlik Kurulu’nda bir dizi karar alındı.

15 gün sonra zamanın Başbakanı rahmetli Necmettin Erbakan başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulu’nda bu kararlar hükümet tarafından da benimsendi.

Doğal olarak o toplantıda askerler yoktu; bakanlara bu kararları savunanlar Necmettin Erbakan ile Tansu Çiller’in bizzat kendileriydi.

Bundan 15 gün sonra da İçişleri Bakanı Meral Akşener imzasıyla “çok yönlü tehdit olan irticaya karşı” bir dizi önlem alınmasını emreden genelge yayımlandı.

Yargıtay’ın kararı, bütün bunların bir “darbe olduğunu” tespit ediyor ve cezalandırıyor.

* 28 Şubat MGK kararları bir darbe miydi, yoksa askerler karşısında MGK’da direnemeyen, siyaseten zayıf bir hükümetin aczi miydi?

* Koalisyonun küçük ortağı Tansu Çiller, yeniden Başbakan olma hayaliyle “havada ikmal” senaryolarının altına odun atarak Erbakan’ın istifasına zemin hazırlamasaydı, tarih ne yönde akardı?

Bunları burada tartışmayacağım.

Ancak bu karar artık hukukumuzda yer edecek ve bundan sonra bu tür siyasi yargılamaları çokça göreceğiz, buna emin olabilirsiniz.

Artık bütün mesele, siyasi gücün el değiştirmesi ve yargının yeni siyasi duruma göre mevzilenmesiyle ilgili; hukuk ile değil.

Siyasi tarihimiz, bir Başbakan’ın “zorla istifa ettirilmesi” ile sonuçlanan bir başka olaylar dizisini de yazıyor.

Bu süreçte de Yargıtay’ın 28 Şubat kararında söz ettiği gibi bir düşünce kuruluşunun etrafında toplanmış bir grup, arkalarına medya ve sivil toplum desteği de alarak Başbakan Ahmet Davutoğlu’nu, ezici bir çoğunlukla kazandığı genel seçimin hemen ardından, 6 ay sonra istifaya zorladı ve başarılı oldu.

Davutoğlu, “4 yıllık sürenin daha kısa sürmesi benim tercihim değildir. Zarurettir” diyerek, karşı karşıya kaldığı saray darbesini ima ediyordu.

Yargının kerteriz aldığı siyasi güç değiştiğinde, bu sürecin bir darbe davası olarak ele alınmasının hukuki yolu açılmış bulunuyor.

FETÖ’nün devleti ele geçirme planları, zirvesine 15 Temmuz 2016’daki başarısız darbe girişimiyle ulaştı ancak bu sürecin de tıpkı 28 Şubat’ta olduğu gibi bir öncesi var.

Bu süreçte de FETÖ ile işbirliği yapan medya, siyaset, sivil toplum kuruluşları, sendikalar, iş çevreleri yer aldı. Tıpkı Yargıtay’ın 28 şubat kararında vurguladığı gibi!

FETÖ’nün asker ve polis içinde önemli mevzileri ele geçirmesi durduk yerde olmadı.

Bu siyasi bir tercih olarak ortaya kondu; o siyasi tercihi yapan da iktidardaki AKP idi.

FETÖ’nün Türkiye Cumhuriyeti’nin bütün kurumlarını adeta esir almasını sağlayan da aynı siyasi irade idi.

“Post modern darbe hukuku” açısından baktığımızda; bu siyasi iradeyi ortaya koyanlar, FETÖ’nün bankasına para yatırdığı ya da sendikasına üye olduğu için yargılanmadan işlerinden atılan insanlara göre çok daha fazla yargılanmayı hak ediyorlar.

Yargıtay’ın son kararı, “zamanın ruhu uygun hale geldiğinde” bu yargılamanın da hukuki zeminini yaratıyor.