Ayhan Bilgen daha önce yargılandığı suçlamayla yeniden gözaltına alındı

Ayhan Bilgen daha önce yargılandığı suçlamayla yeniden gözaltına alındı
Hakkında gözaltı kararı verilen Kars Belediye Eş Başkanı Ayhan Bilgen, bugün yeniden gözaltına alınmasına gerekçe gösterilen Kobani eylemleri öncesinde çağrı yapmak suçlaması ile daha önce de tutuklanmıştı. Bilgen AYM'de haklı bulunmuştu.

Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı kararıyla bu sabah gerçekleştirilen gözaltıların gerekçesi olarak, “6, 7, 8 Ekim 2014 tarihlerinde, ülke genelinde yapılan eylemlerde halka sokağa çıkıp terör eylemleri gerçekleştirmeleri yönünde çok sayıda çağrı yapılması” gösterilmişti. HDP’nin sosyal medya hesabından üyesi olduğu MYK adına yapılan çağrı nedeniyle suçlanan Kars Belediye Eş Başkanı Ayhan Bilgen, 31 Ocak 2017’de tutuklandı. Hakkında, “silahlı terör örgütüne üye olma, suç işlemeye tahrik etme, Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’na muhalefet etme” suçlarından kamu davası açıldı. Davaya bakan Diyarbakır 5. Ağır Ceza Mahkemesince, 8 Eylül’de tutuksuz yargılanmak üzere tahliye edilen Bilgen, “olayda kuvvetli suç şüphesinin veya suç işlediğine dair somut bir delilin olmadığını” belirterek, tutuklu bulunduğu sürede kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği gerekçesiyle Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulundu. 

Anayasa Mahkemesi Genel Kurulu, 21 Aralık 2017’de yaptığı toplantısında Bilgen’i haklı buldu ve ‘kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine’ karar vererek, net 20 bin lira manevi tazminat ödenmesine hükmetti.

AYM kararı şöyle: 

Anayasa Mahkemesi bu iddia kapsamında özetle aşağıdaki değerlendirmeleri yapmıştır:

Anayasa’nın 19. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına sahip olduğu ilke olarak ortaya konduktan sonra ikinci ve üçüncü fıkralarında, şekil ve şartları kanunda gösterilmek şartıyla kişilerin özgürlüğünden mahrum bırakılabileceği durumlar sınırlı olarak sayılmıştır. Dolayısıyla kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının kısıtlanması ancak Anayasa’nın anılan maddesi kapsamında belirlenen durumlardan herhangi birinin varlığı hâlinde söz konusu olabilir.

Ayrıca kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına yönelik bir müdahale, temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin ölçütlerin belirlendiği Anayasa’nın 13. maddesinde belirtilen koşullara uygun olmadığı müddetçe Anayasa’nın 19. maddesinin ihlalini teşkil edecektir. Bu sebeple sınırlamanın Anayasa’nın 13. maddesinde öngörülen ve tutuklama tedbirinin niteliğine uygun düşen; kanun tarafından öngörülme, Anayasa’nın ilgili maddelerinde belirtilen haklı sebeplerden bir veya daha fazlasına dayanma ve ölçülülük ilkesine aykırı olmama koşullarına uygun olup olmadığının belirlenmesi gerekir.

Anayasa’nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasına göre tutuklama ancak “suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunan kişiler” bakımından mümkündür. Bir başka anlatımla tutuklamanın ön koşulu, kişinin suçluluğu hakkında kuvvetli belirtinin bulunmasıdır. Dolayısıyla tutuklamanın diğer koşullarından önce bu ön koşulun bulunup bulunmadığı her somut olayda değerlendirilmelidir. Suç işlendiğine dair kuvvetli belirtinin bulunduğunun kabulü için suçlama, kuvvetli sayılabilecek inandırıcı delillerle desteklenmelidir.

Her somut olayda tutuklamanın ön koşulu olan suçun işlendiğine dair kuvvetli belirtinin olup olmadığının, tutuklama nedenlerinin bulunup bulunmadığının ve tutuklama tedbirinin ölçülülüğünün takdiri öncelikle anılan tedbiri uygulayan yargı mercilerine aittir. Zira bu konuda taraflarla ve delillerle doğrudan temas hâlinde olan yargı mercileri Anayasa Mahkemesine kıyasla daha iyi konumdadır. Bununla birlikte yargı mercilerinin belirtilen hususlardaki takdir aralığını aşıp aşmadığı Anayasa Mahkemesinin denetimine tabidir. Anayasa Mahkemesinin bu husustaki denetimi, somut olayın koşulları dikkate alınarak özellikle tutuklamaya ilişkin süreç ve tutuklama kararının gerekçeleri üzerinden yapılmalıdır.

Bu genel ilkeler doğrultusunda, ilk olarak somut olayda başvurucunun suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunup bulunmadığının değerlendirilmesi gerekir.

Başvurucunun tutuklanmasına karar veren Diyarbakır 5. Sulh Ceza Hâkimliği, tutuklama kararında "6-7 Ekim olayları" kapsamında HDP'nin sosyal medya hesabından MYK adına yapılan çağrıları ve başvurucunun MYK üyesi olmasını dikkate alarak PKK silahlı terör örgütü üyesi olma suçu yönünden kuvvetli suç şüphesinin bulunduğu sonucuna varmıştır.

Anayasa Mahkemesi Gülser Yıldırım kararında “6-7 Ekim olayları”nın öncesinde ve/veya olaylar sırasında HDP’nin sosyal medya hesabından MYK adına yapılan çağrılar ile PKK tarafından yapılan çağrılar arasında, yine bu çağrılar ile yaşanan şiddet olayları arasında illiyet bağı kurulmasının olgusal ve hukuki temellerinin olduğunun söylenebileceğini belirtmiştir. Mahkeme Gülser Yıldırım yönünden bu sonuca ulaşırken başvurucunun, anılan çağrının iradesi dışında yapıldığını iddia etmediğine, aksine çağrıyı sahiplenecek şekilde beyanda bulunduğuna dikkat çekmiştir.

HDP'nin sosyal medya hesabından MYK adına, halkın sokağa çıkması ve direnişe katılması yönünde çağrı yapıldığı ve başvurucunun MYK üyesi olduğu hususlarında kuşku bulunmamaktadır. Bununla birlikte başvurucu suça konu çağrının yapılması yönünde bir iradesinin olmadığını her aşamada ifade etmiştir. Başvurucu, bu ifadelerinde kendisinin katıldığı herhangi bir toplantıda çağrı yapılması yönünde bir karar alınmadığını da istikrarlı olarak söylemiştir.

Suça konu çağrının yapılmasının kararlaştırıldığı iddia edilen MYK toplantısında çağrının yapılmasına karar verildiği sırada başvurucunun da hazır bulunduğuna ve bu çağrının başvurucu tarafından sahiplenildiğine, dolayısıyla çağrının başvurucunun iradesi doğrultusunda yapıldığına dair soruşturma makamlarının somut olgulara dayalı bir tespiti bulunmamaktadır. Nitekim ilk kez tutuklamaya sevk edildiğinde başvurucunun tutuklanması talebini reddeden Diyarbakır 4. Sulh Ceza Hâkimliği de benzer yönde gerekçelere yer vermiştir.

Bu itibarla eldeki belgelere göre somut olayda "suç işlendiğine dair kuvvetli belirti"nin soruşturma makamlarınca yeterince ortaya konulamadığı sonucuna varılmıştır.

Anayasa Mahkemesince varılan bu sonuç karşısında tutuklama nedenlerinin bulunup bulunmadığının, tutuklamanın ölçülü olup olmadığının ve tutuklamanın hukuki olmadığına yönelik başvurucunun diğer iddialarının ayrıca incelenmesine gerek görülmemiştir.

Açıklanan nedenlerle Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü fıkrası bağlamında kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

Diğer taraftan başvurucu, tutuklanması nedeniyle seçilme hakkının doğrudan sonucu olan yasama faaliyetine katılmasının engellendiğini, siyaset yapamaz hâle geldiğini belirterek kişi hürriyeti ve güvenliği hakkıyla bağlantılı olarak seçilme hakkının da ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Anayasa Mahkemesi, başvurucunun temel şikâyetiyle ilgili olarak kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği sonucuna varmıştır. Bu nedenle somut olayın koşulları dikkate alınarak başvurucunun seçilme hakkının ihlal edildiği iddiasının ayrıca incelenmesi gerekli görülmemiştir.

Soruşturma Dosyasına Erişimin Kısıtlandığına İlişkin İddia Yönünden

Mahkeme, başvurucunun soruşturma dosyasına erişimin kısıtlandığına ilişkin iddiasını açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez bulmuştur.