Yunan gazeteci, Midilli'de yaşananları anlattı: Burada göçmenlere ve gazetecilere saldıran zorba bir çete var artık

Yunan gazeteci, Midilli'de yaşananları anlattı: Burada göçmenlere ve gazetecilere saldıran zorba bir çete var artık
Yunan gazeteci Giorgos Christides, Alman Der Spiegel'a Türkiye'nin göçmenlerin gitmesi için sınırlarını açmasının ardından Midilli'de patlak veren ırkçı dalgayı ve kişisel olarak orada yaşadıklarını anlattı.

Çeviri: Ali Isıyel

Yunanistan-Türkiye sınırında yaşanan insanlık dramının Türkiye ayağını sınırdaki muhabirimiz Dilan Alp ve kameramanımız Yavuz Dönmez'in büyük tehlikeleri göze alarak aktardıklarıyla takip ediyordum. Size buradan en doğru bilgiyi verebilmek için ise bunun iki taraflı bir olay olmasından dolayı Yunanistan tarafında yaşananları da orada bulunan birkaç gazeteciden takip ettim.

Bu gazetecilerden en çok takip ettiğim ise Alman Der Spiegel çalışanı Yunan gazeteci Giorgos Christides oldu. Geçtiğimiz hafta boyunca, Midilli'de yaşananları canını riske atarak tüm dünyaya aktaran Christides harika bir gazetecilik örneği göstermekle kalmadı, aynı zamanda müthiş bir cesaret örneği de gösterdi. Hem göçmenlerin hem de bölgede bulunan ırkçı ve saldırgan grubun içine kadar giren Christides, adada yaşanan insanlık dramını Der Spiegel'a aktardı.

İngiliz gazeteci Madeleine Speed ise Christides'in Der Spiegel'da Almanca aktardıklarını İngilizce'ye çevirerek, hem göçmen düşmanlığının nasıl çok kolay bir şekilde ırkçılığa evrilebileceğini hem de orada yaşananları tüm dünyaya duyurmak için önemli bir adım attı. Ben de bu sabah Speed'in çevirisini okuduktan sonra sınırın bu tarafında komşumuzda yaşanan korkunç olayları ve ırkçılığın nasıl bir kötülük olduğunu Türkçe okurlara gösterebileceğimi düşünerek bu çeviriyi yaptım. 

Özellikle Kahramanmaraş'ta yaşanan ırkçı saldırıların ve sosyal medyada göçmen karşıtı ırkçı söylemlerin ardından bunun bir insanlık suçu olduğunu, kimsenin isteyerek göçmen olmayacağını hatırlatmanın bir gazeteci olarak görevim olduğunu düşünüyorum.

İşte gazeteci Giorgos Christides'in Der Spiegel'dan dünyaya aktardıkları:

Midilli'yi çok seviyorum. Ancak hayatımda ilk defa bu adadan ayrıldığım için rahatlamış hissediyorum. Çünkü burada göçmenlere ve gazetecilere saldıran zorba bir çete var artık.

Bugüne kadar Instagram hesabımdan yalnızca 3 fotoğraf paylaştım. İlki 2018 yılının ekim ayında Midilli'nin kayalık kıyılarında Ege Denizi'nin çalkantısını gösteriyordu. Evime, Selanik'e gidecek uçağı beklerken bu paylaşımın altına "Bir dahaki sefere dek..." yazmıştım. 'Nostaljik' hissetmiştim adadan ayrılırken, her zaman hissettiğim gibi.

Yıllardır, düzenli olarak göçmen krizini haberleştirmek için buraya geliyorum. Adayı ve güzel insanlarını sevmeyi bu süreçte öğrendim. Buraya gelen birçok göçmen ve mültecinin getirdiği yüke karşın, olağanüstü bir direnç ve cömertlik gösterdiler.

Moria mülteci kampı gibi ucube, ıssız bir yerde bile çok sayıda arkadaş canlısı ve olabilecek en dirençli insanlarla karşılaştım. Her seferinde de insanların böylesine berbat koşullarda nasıl yaşayabildikleri karşısında büyülendim. Şiddete, farelere, berbat yiyeceklere ve yerel 'güvensizliğe' karşın gösterdikleri cesaret ve kendilerine vaat edilmiş kıta olan Avrupa'da bir hayata başlamak için sahip oldukları küçücük umutla bu sorunlarla baş etme biçimleri takdire şayandı.

Fakat bugün adayı terk ettiğimde, hayatımda ilk kez 'nostaljik' hissetmedim. Aksine rahatladım. Ayrılmak için can atıyordum. Geçtiğimiz hafta yaşadıklarım beni derinden sarsmıştı.

Uçak havalandığında; artık gece vakti bir kahve içmek için dışarı çıktığımda omuzlarımdan arkama bakmak zorunda kalmayacaktım, artık kullandığım aracın kiralık olması nedeniyle kendimi tehdit altında hissetmeyecektim, gece dışarı çıktığımda kendimi tekinsiz bir hisle baş başa bulmayacaktım, artık uluslararası gazetecilere gecenin bir vaktinde "STK üyesi misin?" diye soran tarzda insanlarla karşılaşmayacaktım... Bu delilikten, korkudan, gazetecilere karşı duyulan kör nefretten, aktivistlere ve STK üyelerine karşı takınılan korkunç tavırdan kaçtığım için memnunum. 

Benim aşık olduğum bu adayı ne değiştirdi? Yazdan bu yana, hükûmetin tutmadığı sözler ve yeni gelenlerin yarattığı dalgayla birlikte göçmenlere karşı takınılan tavır değişmeye başladı. Şimdi Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın devam eden meydan okumaları da durumu iyice kızgın hâle getirdi. Bazı polislerin de desteğiyle hükûmet Moria kampının yerini alması planlanan kamp için güvenli alan oluşturmaya çabaladı. Bunun üzerine durum 'şiddetli' bir hâl aldı ve birtakım radikaller kışlaları bastı.

Geçtiğimiz hafta, hayatımda daha önce görmediğim birçok sahneye tanık oldum. Kızgın bir çete gazetecileri, STK çalışanlarını ve aktivistleri takip ediyordu. Dayak yedik, tehdit edildik, takip edildik, taciz edildik, sosyal medyada linç edildik, sokaklarda tartaklandık ve motorsikletli maskeli adamlar peşimizden geldi.

Ancak belki de en kötü, en berbat olay Moria kampına yakın Thermi limanında meydana geldi. Bir grup kızgın insan, içlerinde çocukların da bulunduğu botlarla gelen göçmenlerin kıyıya çıkmasını engelledi. Göçmenlere hakaretler ettiler, onları aşağıladılar. Onlara bir şişe su vermeyi bile reddettiler. Hepsinin ötesinde, hepsi kimsenin yaptıklarını belgelemesini istemiyordu. Alman fotomuhabir Michael Trammer, olay anının görüntülerini çekti. Bir grup genç onu yakaladı ve tekme tokat dövdü. Ardından kamerasını denize attılar. Yaralanmıştı. Can korkusuyla en kısa sürede adayı terk etti Trammer.

Kısa bir süre sonra olayların yaşandığı bir yere ben de gittim. Yola kurulan engel, göçmenlerin Moria kampına götürülmesini engelliyordu. Bir grup insan bana orayı terk etmemi ve yaşananları kaydetmememi söyledi. Bunu reddettiğimde birkaçı üzerime yürüdü ve "Kaybol" dedi. Tekrar reddettiğimde içlerinden bir tanesi metal bir zincir çıkarttı. Barikata rağmen üzerlerine sürdüm arabayı. Thermi limanında, oradaki insanları kaydetmeye ve röportaj yapmaya devam ettim. Bir grup üzerime yürüyerek beni dövmekle ve denize atmakla tehdit etti. Hiçbir şey yapmadan olayları izleyen polisten yardım istedim. Bana verdiği cevap ise "İnsanları provoke etme" oldu. Yunan polisinin gücün çetelerin eline geçmesi üzerine söyledikleri karşısında şok olmuştum.

Radikal grup, adanın merkezine giden yol da dahil birçok yola barikatlar kurmuş durumda. Görebildiğim kadarıyla, adanın bir bölümünde kontrolü el almış durumdalar ve gazeteciler ile STK üyelerini avlıyorlar.

İlk barikatta, onlara turist olduğumu söyledim ve gitmeme izin verdiler. İkincide eli sopalı bir kişi aracımı durdurmaya çalıştı ve bana hakaretler yağdırdı. Polisin bana yardım edeceğini umarak gaza bastım ve yola devam ettim. Fakat hiçbir yerde polis görünmüyordu.

Bir sonraki barikatta beni bekliyorlardı. Belli ki köylüler bir çeşit iletişim ağı oluşturmuş. Elinde kalas olan biri aracıma doğru geldi ve "Bu o!" diye bağırdı. Yaklaşan adam elindeki tahtayla açık pencereden bana vurdu ve sonra tahtayı bana fırlattı. Aracı sürmeye devam ettim ve polisi aradım. Bana "Destek yolluyoruz" dediler ancak çok uzaktalardı.

Nihayet otele vardığımda, kapıyı kapattım ve başıma gelenleri Twitter'da yazdım. Birçok destek mesajı ile birlikte birçok linç mesajı da aldım. Twitter kullanıcıları "Bu o, Spiegel için çalışıyor" diyerek adımı ve fotoğrafımı sosyal medyada paylaştı.

Bu günlerce bu şekilde devam etti. Bir grup motorsikletli ilkel insan, şüphelendikleri herkesi terörize ediyorlardı. Başka gazeteciler de benzer tecrübeleri yaşadı. Serbest çalışan bir fotomuhabir olan Julian Busch, Twitter'dan kendisiyle birlikte sopalı saldırıya uğrayan başka bir gazeteci Franziska Grillmeier'ın görüntülerini Twitter'dan yayımladı. Konuştuğum gazeteciler de adada kendilerini güvende hissetmiyorlardı.

Kendime, "Gazetecilere saldıran ve yollara barikat kuran bu insanlar kimler?" diye sordum. Midilli küçük bir ada, herkes herkesi tanıyor. Onları bulmak için dedektif olmana gerek yok. Birçok kişi beni aynı aşırı sağcı radikallere yönlendirdi. Neonazilerin partisi Altın Şafak, kesinlikle adada resmi bir varlık göstermiyordu. Ofisleri bile yoktu. Fakat onların yerel sempatizanları buradaydı ve uzun zamandır burada göçmen düşmanlığı üzerinden ciddi bir taban elde ediyorlardı. Devam eden günlerde, bu kişilerin liderleri ve çekirdek grubun üyeleriyle konuşmaya çalıştım. Fakat şansım yaver gitmedi. Bana, "Burada istenmiyorsun, kaybol!" denildi.

Beni asıl yaralayan ise, şiddet yanlısı olmayan normal vatandaşların arasında nefretin nasıl da yayıldığını görmek oldu. Adım adım radikalize oluyorlardı. Bıkkın yerel halkla konuştum. Kimi bir kahve dükkanı işletiyordu, kimi kasaptı, kimi çiftçi... Bir grup insan da Moria köyünün girişini koruyordu.

Halkın bıkkınlığını anlayabiliyordum. Yıllar boyunca adalarında Avrupa'ya açılan göçmen ve mülteci kapısı olan Moria kampı bulunuyordu. Kendilerini Avrupa tarafından terk edilmiş hissediyorlardı ve devlete, STK çalışanlarına ve gazetecilere güvenleri kalmamıştı. Sanıyorlardı ki gazeteciler ve yardım örgütleri ortadan kaybolursa, sorunları da bitecekti. Moria'nın kapatılmasını ve göçmenlerin başka bir yere taşınmasını istiyorlardı.

Yaşananları anlamak istediğim için bir iş arkadaşımla birlikte ada merkezinin on kilometre kuzeyinde bulunan Moria köyüne gittik. Yerel saatle 18.30 sularında oraya vardığımızda, hava soğuktu ve bir grup yerli yolu kapatmıştı. Yanlarında yanan bir ateş vardı. İçlerinden birisi sürekli, "Moria'daki sorun 5 yaşında. Uyanın ve buraya gelin. Moria'ya gelin ve bize hayatlarımızı çalan bütün siyahileri, STK'leri göndermemizde yardımcı olun. Bizi kirletiyorlar" denilen bir videoyu izliyordu.

Oraya yaklaştığımızda, bir kişi tehlikeli biçimde aracımıza yaklaştı. Adamın suratındaki ifade katı ve sertti. Bize "Kimsiniz ve niye buradasınız?" diye bağırdı. İçlerinden birini tanıdım ve "Merhaba! Nasılsın Yannis? Beni hatırladın mı?" diye sordum. Yanıma geldi ve neredeyse fısıldayarak, "Burada ne yapıyorsun? Çabuk git buradan!" dedi. Ona, "Moria topluluğunun başkanıyla görüşmek istiyoruz" dedim ve bana "İyi, git o zaman ama çabuk ol. Burada uzun süre kalma" dedi. Biz de aracımızı gideceğimiz yere doğru sürmeye devam ettik.

Moria topluluğunun lideri bizimle bir kafede buluştu. İçeri girdiğimizde, bir düzine insanın haberleri izlediğini gördük. Kafe sahibi bize, "Gazeteci misiniz siz? Gitseniz iyi olur. Burada bela istemiyorum" dedi. Onu niyetimizin iyi olduğuna ve sadece gerçeği aktaracağımıza ikna etmemiz yarım saat sürdü.  Bunların ötesinde, "iyi insanlar" olduğumuzun garantisini vermesi için tanıdığımız birkaç kişiyi tanık olarak çağırmamız gerekti. Ancak o zaman belediye başkanını çağırdılar.

Belediye başkanı, "Dinleyin, bu tuhaf bir durum. Bu insanlar iyi insanlar ve çok acı çektiler" dedi köylülere. Onun yakın zamanda az farkla seçimleri kazanmasını sağlayan kampanyası, Moria kampının kapatılması için yetkililere baskı yapacağı üzerine kurulmuştu. Daha şimdiden büyük bir zafet kazanmıştı. Yola kurulan barikatlar 1 Mart'ta kurulmuştu. Bu da göçmenlerin kampa getirilmek istenmesine çok yakın zamanlardı. Göçmenler bu yüzden limanda bekletilmiş ve daha sonra askeri araçlarla anakaraya götürülmüşlerdi. Başkan, "Bu bizim için bir zafer" dedi.

Solcu muhalefet partisi Syriza'nın bölge yöneticisi Stavros Karavasilis, mevcut iklim nedeniyle harekete geçmişti. Karavasilis; belediye başkanları ve bölge yetkililerini, yerli halktan provokatörleri, hükûmetin yakın zamanda STK'leri 'kaçakçılıkla' suçlayarak onların üzerinde kurduğu baskıyı suçluyordu. Karavasilis, "Bir korku iklimi yaratıldı. Aktivistlerden ve STK'lerden öylesine korkuyorlar ki kiralık araç kullanan turistler bile bu yüzden acı çekiyor. Bu insanlar sıradan halkın zihinlerini zehirliyor. Kendilerinden mağdurlar yaratıyorlar" diye konuştu.

Saldırıya uğradığım haftanın ardından kızgın halkla saatler geçirdim. Edindiğim izlenime göre, çoğuyla kurulacak yalnızca küçücük bir empati ve diyalog durumu düzeltmeye yardımcı olabilir. Bir çiftçi bana, "Yalnızca sesimizin duyulmasını istiyoruz. Biz şiddet istemiyoruz" dedi.

Spiegel için mülteci krizi hakkında yazan Yunan bir gazeteci olarak bana göre, bu durum en azından ufak da olsa bir umut ışığını gösteriyor. Bugün evime döndüğümde, Midilli kıyısının bir başka fotoğrafını çekeceğim. Belki tekrar, "Bir dahaki sefere dek Midilli..." yazarım. Umarım bir daha buluştuğumuzda, bu radikaller çıktıkları deliğe geri dönmüş olurlar.

İlgili Haberler