Ayşenur Arslan
Erdoğan’ın “Şeriat Açılımını” Neden Konuşmuyoruz?
Bir Türk vatandaşı olarak “ne yazsam” değil de “neyi yazmasam” diye düşünüyorum!
Öyle ya! (Yazar daha yazının başında ilk cümlelerini siler. Bir daha yazar. Yine siler.. Sağduyusu ‘Aman ha, teröre destek veriyorsun zannedecekler’ diye uyarır.)
Bu arada Hatay’da CHP.. (Burada da yazarın sağduyusu yine devreye girer, ‘yeterince düşmanın var. Bir de yeni CHP’lileri başına sarma’ diye uyarır.)
Peki ne yazmalı?
*. *. *
Pek tanınmış bir kalem değildir: İsrail vatandaşı Efraim Kişon.. Kitaplarını çocukluk yıllarımda keşfedip çok güldüğüm bir yazardır.
Bir öyküsünde “Yahudi pokerini” anlatır. Her elde, her kağıtta kuralı değişen bir oyundur. Tabii işin asıl sırrı, poker bilmeyen biriyle oynamaktır. Acemi oyuncu diyelim ki 4 as mı çıkardı.. Deneyimli oyuncu atılır. “Ama asların yanında 3 yoksa başa dönülür” der.
O kazanıncaya kadar da pokerin sırları birbiri ardına sökün eder.
Artık Kişon’un evreninde yaşıyormuş gibiyiz.
Kurallar her an değişebiliyor. Tıpkı dostlar ve düşmanlar gibi.. Memleketin başındaki kişi karar veriyor günün kuralına, düşmanına.. O kişi aynı zamanda neyi nasıl anlamamız gerektiğini de bir zahmet söylüyor.
Mesela, depremin yıldönümünden bir gün önce Hatay’daki sözleri:
“Merkezi yönetimle yerel yönetim el ele vermezse, dayanışma halinde olmazsa o şehre herhangi bir şey gelmez. Hatay’a geldi mi? Şu anda Hatay garip kaldı.”
Gayet açık, değil mi?
Hayır! Erdoğan’ın böyle söylemiş olması, bunu kast ediyor olması anlamına gelmez! Gelmeyecektir!
Netekim “şimdi birileri çıkmış..” diye başlayan o klasik (yani klasikleşmiş) girizgâhı ile “ifadelerimin üzerinde tepinmeyin” diyor.
Meğer yıllardır belediyelerle hangi partiden olduklarına bakmaksızın işbirliği içindelermiş ya!
Yaaaaa!
*. *. *
Hani Nasreddin Hoca hikayelerinde hep karşımıza çıkar: “Bunun üzerine Nasreddin Hoca durur mu!”
Yazının hocası, sağlık bakanı Fahrettin Koca. Erdoğan çıtayı arşa çıkarır da Koca durur mu!
Hatay’daki yaralı yüreklerin isyanı için “Fatiha okumayı protesto ettiler” demeye getirdi.
Sevdiklerini kaybetmiş milyonların yüreğindeki yaraya -ne tuzu- kezzap döktü.
Anlaşılmamak.. Dahası söylediğiniz yaptığınız şeyin tam tersiyle suçlanmak çok ağırdır. Bilirim.
Asla söylemediğim, ima etmediğim şeyler için “teröre destek” suçlamasıyla karşı karşıya kalmış.. Ne dediğimi dinlememiş, dolayısıyla bilmeyen meslektaşlarımın “talihsiz ifadeler” yorumuna tanık olmuş.. Neticede Terörle Mücadele ekibi tarafından savcı huzuruna kadar eşlik edilmiş.. Bu hafta da biri Çağlayan, diğeri Anadolu Adliyesi’nde iki davada “sanık” sıfatıyla hakim karşısına çıkmış bir gazeteci olarak bilirim.
Şimdi söyleyin bakalım. Bakan Koca’ya dönüp “hiç mi utanmıyorsunuz” desem..
Ya da Erdoğan’a dönüp “ağzınızdan çıkanı kulağınız duymuyor, sonra da hiç sıkılmadan bizleri mi suçluyorsunuz” diye sorsam..
Muhtemelen 3 asın yanına bir Sinek 6’lısı bir de Karo’nun 99’unu açmadığım için oyunu kaybetmiş sayılacağım.
*. *. *
Oyunu kazanmak için ne gerektiği çok açık.
İnanın sade vatandaş da biliyor. Ve gereğini yapmaya hazır.
Ancak, başta CHP olmak üzere, kendilerini muhalefet cephesinde tarif eden partilerin içinde bambaşka bir hava esiyor.
Kimileri, örneğin İstanbul’da İmamoğlu’nun kazanmaması için, uğraştığını bile saklamıyor.
Yine bir mesela..
DEM milletvekili Sırrı Sakık şöyle buyurdu:
“İmamoğlu’nun kaybetmesi bizim sorunumuz değil.”
Kimin sorunu olabilir, bir fikriniz var mı?
Yahudi pokeri için masaya oturanların tümü birden “acemiyi ütmek” konusunda anlaşmışsa.. Bence artık lafımız o acemiye olmalı.. “Kendine gel.. öğren de çık ortaya” demeliyiz.
Zira, Sırrı Sakık ve onun gibi düşünenlerin kendilerini kaybetmiş saymayacağını -hatta muhtemelen kazanacaklarını- anladık da..
Bizim ve Türkiye’nin çok ama çok şey kaybedeceği ortada.
Baksanıza Erdoğan 2. Yüzyılın daha başında ağzından “şeriat” baklasını çıkardı.
Bir yerlere müjdesini uçurdu.
*. *. *
Diyor ki Erdoğan:
“Farklı maskeler altında sahnelenen şeriat düşmanlığı var. İslam’ın hayata dair kurallarının bütününü temsil eden şeriata düşmanlık, esasında dinin bizatihi kendisine husumettir.”
Bu ifadede yanlış anlaşılacak, tevil götürür bir şey var mı? Yok.
Peki ne yapmalıyız bu gidişle ilgili olarak.
Bu konuda Metropoll Araştırma imdada yetişiyor!! Meğer korkacak bir durum yokmuş! Kibarlıktan herhalde, “ŞERİAT” diye değil de “İSLAM CUMHURİYETİ İSTER MİSİNİZ” diye sormuşlar. Bu şık sadece yüzde 19.2 oranında “evet” almış.
Şeriat isteyenlerin oranının 1990’lardan bu yana yüzde 6, oradan 10, oradan 12‘ye yükseldiğini.. Yani kaygı verici bir tırmanış olduğunu geçelim..
Ankete katılanların oy verdikleri partilere göre dağılım kabus gibi.
AKP: % 28.2
MHP: % 18.3
Sadece iki ortağın seçmeni yüzde 46.5 oranına ulaşıyor. Buna, oyu az ama özgül ağırlığı hallice Yeniden Refah Partisi’nin yüzde 20’lik oranını ekleyin..
Türk Tipi Şeriat için koşullar olgunlaştırılmış sayılabilir.
*. *. *
Bundan 12 yıl kadar önce bir Medya Mahallesi programında şöyle demiştim:
“Günün birinde ‘Değerli yurttaşlar yarın saat 07.00’den itibaren şeriat düzenine geçilecektir. Duyurulur’ gibi bir anons söz konusu olmayacak. Yavaş yavaş.. Alıştıra alıştıra o sınıra geleceğiz. Ve bir bakacağız ki artık oradayız.”
Erdoğan’ın niyetini / hedefini apaçık ortaya koyduğu sözlerin -muhtemelen dinsiz derler korkusuyla- yeterince tartışılmaması.. Hatta bence kopartması gereken fırtınanın esintiye bile dönmemesi çok hazin. Çok acı.
Başta “ne yazmalı” diye sormuştum ya! Bence en başta, en çok bunu yazmalı. Konuşmalı. Tartışmalı.
Bir de şunu sormalı: “Azıcık parası olan ABD’ye, İngiltere’ye neden kaçıyor. Neden burada kazanıp orada yaşıyor?”