Şahin Aybek
Bir tarafta çatısı akan Anadolu liseleri diğer tarafta neredeyse yarı kapasiteyle çalışan İmam Hatipler…
Bir tarafta çatısı akan, tuvaleti bile temizlenemeyen, personel sıkıntısı yaşayan Anadolu liseleri diğer tarafta neredeyse yarı kapasiteyle çalışan bu kapasitenin yaklaşık üçte birini göçmen öğrencilerin doldurduğu yepyeni imam hatip binaları, boş yurtlar, dev spor salonları…
EĞİTİMDE KAMU KAYNAKLARI DOĞRU VE ADİL KULLANILIYOR MU?
Türkiye’de eğitim politikaları artık yalnızca pedagojik değil, ideolojik, sosyolojik ve hatta ticari tartışmaların merkezinde. Her yıl açıklanan Milli Eğitim bütçesi “geleceğe yatırım” olarak sunulsa da, bu kaynağın nasıl ve kimin için harcandığı , kurumlara aktarımında adil olunup olunmadığı konusunda şaibeler var.
Her yıl milyonlarca öğrenci sınavlara giriyor, veliler çocuklarını iyi bir okula yerleştirmek için gece gündüz mücadele veriyor. Kimi Fen lisesi, kimi Meslek lisesi, kimi ise Anadolu lisesi istiyor. Fakat Türkiye’de yıllardır devam eden bir tablo var: Öğrenci tercihleriyle kamu yatırımları arasında ciddi bir uyumsuzluk var.
Öğrenci tercihlerine bakıldığında kaynak oluşturulup sayıları artması gereken okul türleri Anadolu ve Fen liseleri olmalıyken devasa bütçelerle sayıları hızla artan oku türü İmam hatipler. Sayıları arttı, bütçeleri büyüdü, ama bir türlü toplumun geneline hitap eden bir model haline gelemedi. En son Milli Eğitim Bakanlığı’nın yayımladığı bütçe raporuna göz attığınızda bu çarpıklık tüm açıklığıyla ortaya çıkıyor: Öğrencilerin yalnızca %11-13’ü imam hatiplerde okurken, bu okullar için ayrılan kaynak bu oranı çokça aşıyor.
OKULLARIMIZDAN BAZILARI DAHA MI EŞİT?
Bir tarafta çatısı akan, tuvaleti bile temizlenemeyen, personel sıkıntısı yaşayan Anadolu liseleri diğer tarafta neredeyse yarı kapasiteyle çalışan bu kapasitenin yaklaşık üçte birini göçmen öğrencilerin doldurduğu yepyeni imam hatip binaları, boş yurtlar, dev spor salonları…
Genellikle İmam Hatip Liseleri ,LGS sonrası sahada okul rehber öğretmenleri ve idarecileri ile yaptığım görüşmelerde ve yerleştirme sonuçlarına baktığımızda, düşük puanlı öğrencilerimizin ya da tercih yapmayan öğrencilerin sistem tarafından yerleştirildiği okul türü(Çok bilinen sayılı Proje İHL hariç).Ailelerin çoğu bu okulları tercih etmiyor bu sebeple öğrenci sayıları çok az e-okuldaki sayılar da aslında sistem tarafından yerleşen ama sürekli devamsız olan göçmen öğrenciler yani gölge öğrenciler. Buna rağmen Bakanlık bu okullara yatırımı kesmek yerine artırıyor.
SINIFLAR BOŞ BÜTÇE DOLU
İmam hatip okullarının birçok ilde kontenjanları dolmazken, yeni okul binaları yapılıyor, yurtlar açılıyor, spor salonları inşa ediliyor. Öğrenci yok, ama harcama var. Kamu kaynakları eğitimde ihtiyaç olan yerlere değil, siyasi tercihler doğrultusunda önceden belirlenmiş kurumlara yönlendiriliyor.
YATILI İMAM HATİP LİSELERİNDE DEVLETİN FİNANSE ETTİĞİ PANSİYONLAR KİMLER TARAFINDAN KULLANILIYOR?
En çarpıcı durumlardan biri ise imam hatip liselerine bağlı pansiyonlar. Bu pansiyonların tüm giderleri devlet tarafından karşılanıyor: yemek, ısınma, temizlik, bakım-onarım, personel… Ancak işin akla ziyan tarafı şu: Yönetim fiilen çeşitli vakıf ve derneklere bırakılıyor.
Bu STK’lar genellikle hükümete yakınlığıyla bilinen yapılar. Yani devlet bütçesiyle finanse edilen bir alan, kamu kurumu eliyle değil; ideolojik çizgisi olan sivil yapılar aracılığıyla yönlendiriliyor. Bu, hem Anayasa’ya hem de laiklik ilkesine aykırı. Ayrıca kamu kaynaklarının denetlenebilirliği açısından tam bir gri alan yaratıyor.
Bu pansiyonlarda deyim yerindeyse davul okul yönetiminde tokmak STK’larda.
Bugün geldiğimiz noktada devlet; kaynağını sağladığı alanların yönetimini başkalarına teslim etmiş durumda. Halbuki bu okullarda pansiyon yönetimi için bir müdür yardımcısı atanıyor ve bu hizmeti için devlet , kendi memuruna ücret de ödüyor ama STK’lar tarafından bu müdür yardımcıları da devredışı bırakılıyor.
Okul ve Stk arasında protokol imzalanıyor ve pansiyonlar onlara teslim ediliyor hem de tüm yatırımlar tamamlanmış olarak.
Devlet okullarının, devlet yurtlarının vakıf ve derneklerce fiilen yönetilmesi, “milli eğitim” kavramını özel ajandalara hizmet eden bir yapıya dönüştürüyor. Eğitimdeki karar mekanizmaları, Bakanlığın atadığı idareciler yerine, denetimsiz STK’lar oluyor .
Milli Eğitim Bakanlığı’nın asli görevi tüm çocuklara eşit ve nitelikli eğitim imkânı sunmaktır. Fakat gelinen noktada kaynaklar, seçkin bir okul türüne, onun etrafında şekillenen yapı ve kurumlara akıtılıyor. Öğrenci tercihlerine değil; siyasal tercihlere göre planlama yapılıyor. İstemediği okula yerleştirilen öğrenci, “pansiyon imkanı var” diyerek orada tutulmaya çalışılıyor. Ama o pansiyonun kimin tarafından, hangi amaçla “yönetildiği” gizleniyor.
Bu sadece bir eğitim politikası sorunu değil. Bu, kamusal alanın özel çıkarlarla iç içe geçtiği, şeffaflığın ve hesap verilebilirliğin ortadan kalktığı bir yapısal çöküşün habercisi.
Eğer gerçekten “geleceğe yatırım” yapmak istiyorsak, okullar arasındaki maddi uçurumu ortadan kaldırmalıyız. Zaten sınırlı olan kaynaklarımızı öncelik sırasına göre ve adil bir şekilde sağlamalıyız. En önemlisi Bakanlığımızın şapkayı önüne koyup şu soruyu sorması lazım:
Kaynaklar nereye gidiyor ve neden oraya gidiyor? Gerçekten adil miyiz? Türkiye Hepimizin, Eğitim Hepimizin…