Yargıtay Cumhuriyet gazetesi hakkındaki bozma kararının gerekçelerini tamamladı
Yardım fiilinin, örgütün suç işlemek amacıyla kurulduğunun bilinerek gerçekleştirilmiş olması gerektiği vurgulanan gerekçede, "bilerek" ibaresinin doğrudan kastı ifade ettiği aktarıldı.
Gerekçede, doğrudan örgüte değil de örgüt mensuplarına yardım edilmesi halinde, yardım edilen kişilerin suç işlemek amacıyla kurulmuş bir örgüt mensubu olduklarının da bilinmesi gerektiği kaydedildi.
"Örgüte yardım suçunda manevi unsurun oluşması için genel kast yeterli değildir. Özel kast (saik) ile işlenen bir suçtur" tespitine yer verilen gerekçede, failin örgütün amacını gerçekleştirmesine katkı sağlamak kastı ile hareket etmesi gerektiği bildirildi.
Gerekçede, bu kastın açıkça belirlenmesinin gerekliliğine işaret edildi.
Yargıtay 16. Ceza Dairesinin gerekçeli kararında, "Bir hakkın kullanılması hukuka uygunluk nedeni olup, sınırları içinde kullanılan basın özgürlüğü de bu haklardandır. Nitekim basın yasasında, 'Basın özgürdür. Bu özgürlük; bilgi edinme, yayma, eleştirme, yorumlama ve eser yaratma haklarını içerir' şeklinde ifade edilmiştir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne göre, basının 'kamuoyunun bekçi köpeği' rolü demokrasinin siyasi işleyişi için yaşamsal önemdedir" değerlendirmesinde bulunuldu.
Basın ve soruşturmacı gazeteciliğin, hükümetin siyasi kararlarını, eylemlerini ve ihmallerini sıkı bir denetime tabi tutarak, vatandaşların karar alma sürecine katılmasını kolaylaştırarak demokrasinin sağlıklı bir şekilde işlemesini güvence altına aldığı belirtilen gerekçede, basının, halkın siyasal liderlerin düşünceleri ve tavırları hakkında bir görüş edinilmesi ve oluşturulabilmesi için en uygun yollardan biri olduğuna dikkati çekildi.
Hiçbir hakkın sınırsız olmadığının altı çizilen gerekçede, diğer haklarda olduğu gibi, Anayasa ve İnsan Hakları Sözleşmesinde, Basın Yasasında, ifade ve basın özgürlüğünü sınırlayıcı meşru nedenlere yer verildiği aktarıldı.
Gerekçede, bunların, ulusal güvenliğin, toprak bütünlüğünün, kamu güvenliğinin korunması, düzensizliğin ve suç işlemenin önlenmesi, sağlığın, ahlakın, başkalarının şöhretinin ve haklarının korunması, gizli olarak elde edilen bilgilerin açıklanmasının önlenmesi ve yargı organlarının otorite ve tarafsızlığının sürdürülmesi olduğu bildirildi.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) önceki dönemlerde verdiği kararlara atıf yapılan gerekçede, mahkemenin, gazetecilerin, doğru ve güvenli bilgi verebilmek için doğru, iyi niyetli hareket etmeye yönelik ödev ve sorumlulukları bulunduğuna vurgu yaptığı aktarıldı.
Gerekçede, AİHM'in, Fransa'da yaşanan bir terör eylemi sırasında atılan manşetin ve yazının basın özgürlüğü çerçevesinde değerlendirilmesinin mümkün olmadığına yönelik karar verdiği anlatıldı.
‘SUÇ OLUŞTURACAĞINA KUŞKU YOKTUR’
Yargıtay 16. Ceza Dairesinin gerekçesinde, şunlar kaydedildi:
"Muhalif kimliği ile bilinen Cumhuriyet gazetesindeki iktidara yönelik eleştiri ve yorumlarının, çoğulcu, özgürlükçü, hoşgörülü, demokratik toplumlarda, düşünceyi açıklama özgürlüğü, sadece genel kabul gören ve zararsız yahut önemsiz addedilen düşünceler yönündeki değil, aynı zamanda halkın bir kısmı tarafından benimsenmeyen kural dışı, hatta endişe verici düşünceler için de geçerlidir. Ancak, basında, özgürlük sınırlarını aşar biçimde, terör örgütlerinin propagandası yapılması veya örgüte ait bildirilerin yayınlanması hallerinde, ilgililer hakkında suç oluşturacağına kuşku yoktur.
Süreli yayınlar ve süresiz yayınlar yoluyla işlenen suçlardan eser sahibi sorumludur. Süreli yayınlarda eser sahibinin belli olmaması veya yayım sırasında ceza ehliyetine sahip bulunmaması ya da yurt dışında bulunması nedeniyle Türkiye'de yargılanamaması veya verilecek cezanın eser sahibinin diğer bir suçtan dolayı kesin hükümle mahkum olduğu cezaya etki etmemesi hallerinde, sorumlu müdür ve yayın yönetmeni, genel yayın yönetmeni, editör, basın danışmanı gibi sorumlu müdürün bağlı olduğu yetkili sorumlu olur. Ayrıca, yayın sorumluları hakkında 3713 sayılı Yasa'nın 6/4. fıkrasıda göz önünde bulundurulmalıdır."
Basılmış eserler yoluyla işlenen suçun yayım anında oluştuğu belirtilen gerekçede, 6352 sayılı Kanunla dava açma süresinin, süreli yayınlarda 4 ay, süresiz yayınlarda ise 6 ay olarak yeniden düzenlendiği hatırlatıldı.
Bu sürelerin hak düşürücü olduğuna işaret edilen gerekçede, basın suçundan doğan davanın süresinde açıldığının kabulü için, iddianamenin mahkemeye öngörülen süre içinde sunulmuş olması gerektiği ifade edildi. Gerekçede, Dairenin yerleşik uygulamasına göre de internet vasıtasıyla yapılan yayınların, Basın Kanunu kapsamında değerlendirilmediği aktarıldı.
Sanıklardan Ahmet Kadri Gürsel'in bireysel başvurusu sonucunda Anayasa Mahkemesi’nin ifade ve basın özgürlüğünün ihlal edildiğine ilişkin 2 Mayıs 2019 tarihinde verdiği kararın bağlayıcılığının dikkate alınması gerektiği ifade edilen gerekçede, 2013 öncesinde Cumhuriyet Gazetesi Vakfı’nda görev alanların tanık olarak alınan ifadelerinde, sanıkların herhangi bir terör örgütüyle irtibatlarının bulunmadığını, terör örgütlerini desteklemek amacıyla gazete yönetimini ele geçirmenin söz konusu olmadığını ifade ettikleri belirtildi.
FETÖ yöneticileri arasında 21 Ocak 2016 tarihinde geçen ByLock görüşmesinde, "Hocam Abant'a katılacakları kendilerine okudum memnun oldu acaba Cumhuriyet'ten ve Sözcü gazetesinden de birileri olsa keşke buyurdu" mesajının yer aldığı aktarılan gerekçede, "Terör örgütü liderinin, 2016 yılında düzenlenecek Abant toplantılarına Cumhuriyet ve Sözcü gazetesinde çalışanların katılımını sağlayarak, kamuoyunda muhalif basına operasyon yapılıyor görüntüsü verme amacına matuf, kendi mensuplarına talimat verdiği, muhalif kimliği ile bilinen gazetelerin mensupları vasıtasıyla örgütün toplumda meşruiyet düzeyini artırmaya çalıştığı anlaşılmıştır" tespitine yer verildi.
Sanıklar, Akın Atalay, Mehmet Murat Sabuncu, Mehmet Orhan Erinç, Aydın Engin ve Hikmet Aslan Çetinkaya hakkındaki bozma kararının gerekçesinde ise Yargıtay Ceza Genel Kurulu ve Ceza Dairelerinin yerleşik uygulamalarına göre, ceza hukukunun genel prensiplerinden olan "şüpheden sanık yargılanır ilkesi" uyarınca bir suçtan cezalandırılmanın temel koşulunun, suçun kuşkuya yer verilemeyeceği şekilde ispat edilmesine bağlı olduğu, kuşkulu ve tam olarak aydınlatılmamış olaylar ve iddiaların sanıkların aleyhine yorumlanarak mahkumiyet hükmü kurulamayacağı vurgulandı.
Gerekçede, yine ceza mahkumiyetinin yargılama sürecinde toplanan kanıtların bir kısmına dayanılarak ve diğer bir kısmı göz ardı edilerek ulaşan olası kanıya değil, kesin ve açık bir ispata dayanması ve bu ispatın hiçbir kuşku ve başka türlü bir oluşa olanak vermeyecek açıklıkta olması gerektiği ifade edildi.
"Yüksek de olsa bir olasılığa dayalı olarak sanıkların cezalandırılmasının ceza yargılamasının en önemli amacı olan gerçeğe ulaştırmayacağı, ceza yargılamasında mahkumiyetin büyük veya küçük olasılığa değil, her türlü kuşkudan uzak bir kesinliğe dayanmasının şart olduğu" aktarılan gerekçede, "Tüm bu değerlendirmeler dikkate alındığında ve adli hataların önüne geçebilmenin başka bir yolu olmadığı da nazara alınarak, eser sahibi veya genel yayın yönetmeni olmayan sanıkların, silahlı terör örgütüne yardım etmek amacıyla doğrudan kastla hareket ettiklerine dair, her türlü şüpheden uzak somut delile dayanmadan mahkumiyet hükmü kurulamayacağı gözetilmeksizin, delillerin değerlendirilmesinde düşülen yanılgı sonucu yazılı şekilde mahkumiyet hükmü kurulması kanuna aykırıdır" tespiti yapıldı.
AHMET ŞIK İLE İLGİLİ HÜKMÜN BOZULMASI
Gerekçeli kararın, HDP İstanbul Milletvekili Ahmet Şık hakkında, ‘’örgüte yardım’ suçundan verilen hükmün bozulmasına ilişkin bölümünde, somut olayda, 31 Mart 2015'de DHKP-C terör örgütü militanlarının İstanbul Adalet Sarayında Cumhuriyet savcısı Mehmet Selim Kiraz'ın odasına silah tehdidi ile girerek hürriyetinden alıkoydukları, Cumhuriyet savcısının teröristlerin elinden kurtarılması yönünde yoğun çaba harcanırken, sanık Ahmet Şık'ın saat 19.02 sıralarında cep telefonu ile teröristlerle görüşme yaparak içeriklerini kaydettikten sonra, Cumhuriyet savcısının görevinin başında makam odasında şehit edilmesine rağmen, Cumhuriyet gazetesinin internet sitesinde ‘Öldürülmeden Yarım Saat Önce Eylemcilerden Ahmet Şık'a Çarpıcı Açıklamalar’ başlıklı haberin yayınlandığı’ anlatıldı.
‘Haber içeriğinde teröristlerin anlatımlarına yer verildiği’ belirtilen gerekçede, ‘sanığın eyleminin, ‘DHKP-C terör örgütü mensuplarının şiddet içeren ve nefretle karşılanan terör eylemini gerçekleştirmekte oldukları esnada, telefonla irtibat kurup, eylemi gerçekleştiren teröristlerin cebir, şiddet ve tehdit içeren yöntemlerini meşru gösterecek ve bu yöntemlere başvurmayı teşvik eden bildiri ve açıklamalarını yayınlamak’ suretiyle 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu 6/2 maddesinde düzenlenen, ‘terör örgütünün bildiri veya açıklamalarını basmak veya yayınlamak’ suçunun unsurlarını oluşturacağı kaydedildi.
Bu olaya ilişkin haberin, 1 Nisan 2015'te Cumhuriyet gazetesi ve bir kısım ulusal basında farklı içerikte yayınlanmasına rağmen dava konusu edilmediği vurgulanan gerekçede, ancak gazetenin internet sitesinde 31 Mart 2015'te saat 19.52 sıralarında belirtilen haberin yer aldığı hatırlatıldı.
Gerekçede, gazeteye ait olsa da internet sitelerinde yayınlanan haber ve yorumlarda suç teşkil eden ifadelerin bulunması Basın Kanunu kapsamında kalmadığından, 5187 sayılı Kanun'un 26/1'inci maddesinde belirtilen süre içinde dava açılmasına yasal zorunluluk bulunmadığı ifade edildi.
Gerekçede, ‘sanık Ahmet Şık'ın, 17 Şubat 2016'daki ‘ABD ve AB'nin cihatçı teröre karşı müttefikimiz dedikleri PYD'nin terör örgütü olduğunu kanıtlamaya çalışanlar olağan şüpheli olamaz mı?’ şeklindeki Twitter paylaşımı ile 14.12.2016 tarihindeki ‘Savaş, PKK ile ülkenin belirli bir bölgesinde arada kesintiler olsa da 1984'ten bu yana var’ şeklindeki Twitter paylaşımlarının zincirleme biçimdeki 3713 sayılı Kanunun 7/2'nci maddesinde düzenlenen terör örgütünün propagandası suçunu oluşturup oluşturmadığının değerlendirilmesi gerektiği’ bildirildi.
Yargıtay 16. Ceza Dairesinin gerekçesinde ayrıca, sanığın 28 Kasım 2015' teki "Tahir Elçi'yi tutuklamak yerine katletmeyi tercih ettiler. Katil sürüsü bir mafyasınız" şeklindeki Twitter paylaşımı, 8 Ağustos 2016'daki "Katil devlettir deyince bozuluyorsunuz" biçimindeki Twitter paylaşımı ile 20 Aralık 2016'daki "Suikastçının Nusra'cı değil FETÖ'cü olduğunu kanıtlama gayretindeki iktidar ve yancıları katilin polis olduğu gerçeğini ne yapacaksınız?" biçimindeki Twitter paylaşımlarınının TCK'nın 301. maddesinde düzenlenen "Devletin kurum ve organlarını alenen aşağılama" suçunu oluşturup oluşturmayacağının mahkemesince değerlendirilerek sonucuna göre karar verilmesi gerektiği kaydedildi.
Gerekçede, bozma kararının aynı suçtan yargılanıp, haklarındaki mahkumiyet hükmü İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 3. Ceza Dairesince esastan reddedilerek kesinleşen sanıklar, Önder Çelik, Bülent Utku, Güray Tekinöz, Hacı Musa Kart, Hakan Karasinir, Mustafa Kemal Güngör ve Ahmet Kadri Gürsel'e CMK 306 maddesi gereğince sirayet ettirilmesi gerektiği bildirildi.
ONAMA KARARLARI
Gerekçede, buna rağmen suç vasfında yanılgıya düşülerek sanığın eylemlerinin kül halinde "terör örgütüne yardım" olarak değerlendirilmesinin, kanuna aykırı olduğu, hükmün bu nedenle bozulmasına karar verildiği aktarıldı.
FETÖ'ye yardımdan 3 yıl 1 ay 15 gün hapis cezası alan diğer sanık Yusuf Emre İper hakkında sirayet şartları oluşmadığı ifade edilen gerekçede, Twitter'daki "jeansbiri" hesabının sahibi Ahmet Kemal Aydoğdu'ya FETÖ üyeliğinden verilen 10 yıl hapis cezasının da onandığı belirtildi.