Selin Sayek Böke açıkladı: AKP İş Bankası'na el koyabilir mi?

CHP İzmir Milletvekili ve ekonomi doçenti Selin Sayek Böke, Halk TV'de Özlem Gürses ile 20. Saat'in konuğu oldu.

Türkiye'deki ekonomik düzenden ve İş Bankası tartışmalarından bahseden Böke, AKP'nin yürüttüğü ekonomik sistemi "düşman ekonomisi" olarak niteledi.

Selin Sayek Böke'nin açıklamalarından öne çıkanlar şöyle:

Bu bankalar cezaları, iktidarın dediğini yapmadıkları için ceza yediler. Türkiye'de var olan çok boyutlu krizi doğuran şey; iktidarın dediğini yapmayan herkese; baskıyla, zorbalıkla, cezayla yani otoriterlikle iş yaptırma refleksi.

"Türkiye ekonomisine zaten yıkılmış olan güven daha da yok olacak"

Bankalara iktidar diyor ki "Bir kriz hâli olduğunu halk görüyor ve beni sorumlu tutacak. Bu krizden çıkış için, halka para harcamayı seçmiyorum. Onun yerine halka yeni borç verilmesine dair talimat veriyorum" diyor. Bu talimatı, ekonomik gerekçeyle yerine getiremeyecek olanları da cezayla talimatı yerine götürmek üzere hizalama hareketidir bu. Bu krizi büyütecek. Türkiye ekonomisine zaten yıkılmış olan güveni daha da yok edecek.

"Havuz operasyonuyla, kendisini siyaseten finanse eden bir düzen kurdular"

Var olan kaynakları bugüne kadar çar çur etmiş olan, hor kullanmış olan, kendi yandaşına aktarmış ve o yandaşları aracılığıyla bir havuz operasyonuyla kendisini siyaseten finanse eden bir düzen kurdular. Dolayısıyla bir yanıyla, Türkiye'nin pek çok kaynağı, pek çok Cumhuriyet birikimi ve mirası bu iktidar eliyle çok yanlış kullanıldı. Bu yanlış kullanım nedeniyle, bugün çok daha fazla kaynakla bu sorunlarla baş edebileceğimiz yerde pek çok kaynağa ulaşamaz hâldeyiz.

Bunun da ötesinde, var olan kaynağı siyasi bir tercihle gerçek sorunları çözmek, halkın ihtiyaçlarını gidermek için kullanmayı tercih etmeyen bir iktidar anlayışı var.

"Halk yerine yandaş müteahhite kaynak aktarmayı tercih ediyorlar"

Devletin halka yardım edecek kaynağı var mı yok mu sorusunun yanıtı, rantçı yandaş müteahhite ayrılan 19 milyar lirada duruyor. Halbuki o 19 milyar lirayla, 19 milyon hane halkına, yani her ailede 4 kişi olduğu düşünülürse tüm Türkiye'den bahsediyoruz, her bir aileye 1000 lira verilebilirdi. Bunu yapmamayı seçti. Dolayısıyla, Türkiye'de mesele kaynağın olmaması meselesinden öte, kaynağın nasıl kullanıldığına dair iktidarın siyasi tercihinin yanlış olması meselesi.

"Varlık Fonu değil, damadını başına getirmiş olduğu İpotek Fonu"

Adı Varlık Fonu olan yapılar, normal koşullarda birer miras fonlarıdır. Ülkelerin gelir getiren varlıkları vardır; bu gelir getiren varlıkların ortaya çıkardıkları gelirleri, çocuklarına ve gelecek nesillerine miras olarak bırakabilmek için ortaya çıkarılan fonlardır bu Varlık Fonları. Oysa Türkiye'de bu iktidarın kurduğu ve aile şirketi olarak yönetmek üzere bir partini genel başkanı ve damadını getirmiş olduğu yapı bir Varlık Fonu değil bir İpotek Fonu.

"Denetlenemez bir yapı olarak kuruldu"

Kastettiğimiz şu; bizlerin büyüklerinin emek emek biriktirerek oluşturduğu miras kurumlarını aldı, bunları ipotek göstererek borç gösterebileceği bir fon kurdu. Gelecek nesillere miras bırakmak bir yana, bizim devraldığımız kıymetli mirasları ipotek etmek üzere bir mirasyedilik için kurulmuş bir fondan bahsediyoruz. Üstelik bu fon öyle bir yapıda kuruldu ki; Sayıştay denetimlerine tabi değil, Kamu İhale Kanununa tabi değil, Devlet Personel Kanununa tabi değil, SPK veya Ticaret Kanununa tabi değil... Çok özel bir yapı olarak kuruldu, denetleyemiyoruz.

Bu şu anlama geliyor; 81 milyon çalışıyor, üretiyor, vergi veriyor, o vergi 81 milyon adına kamu kaynağı olarak Hazine'ye gidiyor fakat hükümet istediği zaman o parayı alıp hiçbir denetime tabi olmayacak, hiçbir hesap verebilirliği ve şeffaflığı olmayan bir fona ve doğrudan bir partiye aktarmış oluyor.

Bu Türkiye ekonomisi niye kırılgan, niçin krizdeyiz sorularının yanıtlarından biri daha. Çünkü bir parti-devlet kuruldu ve bütün ülkeye ait olan kaynaklar, partiye aktarılır hâle getirildi.

"İş Bankası meselesinde, rejimi tarif eden her şeyi görüyoruz"

İş Bankası meselesinde de rejimi tarif eden her şeyi görüyoruz. Bu rejimi ekonomik manada da tarif edecek olursak üç şey söyleyebiliriz; birincisi düşman ekonomisi kuruyor. Ötekileştiriyor, dışlıyor, tüm bireylerin ekonomik ve sosyal düzene katılmasına izin vermiyor. Partizanlık, etnik kimlik, inanç önemli oluyor... Bu da esasında bir düşman ekonomisi unsurundan bir uzantı olarak değerlendirmeliyiz. İş Bankasıyla kavga ediyor olması bunun bir uzantısı.

"Şahsım ekonomisi var"

İkincisi, müthiş bir keyfilik ve "şahsım ekonomisi" düzeni var. Aile şirketi kurdu, bütün kaynakları Varlık Fonu aracılığıyla ailesine aktaracak mekanizmayı kurdu. Keyfi bir biçimde, hukuksuz bir biçimde, kurumları yok sayarak karar veriyor. Bir partinin genel merkezindeki MYK toplantısında deniliyor ki "İş Bankasına el koymanın yolu için araştırın ve bana acilen bunun nasıl olacağını getirin" diyor.

Üçüncüsü de; kaynak bitti, rantçısına kaynak aktarmak için yeni alan arıyor. Kaynağı har vurup harman savurduğu için bunu yapıyor. Şimdi İş Bankasını da kendi parti-devletinin keyfiyle yönetebileceği bir kamu bankası hâline getirmenin derdinde.

İş Bankasına el koyabilir mi?

Bu iktidar, hukuka uyuyor olsa yapamaz derdim. Neden? Çünkü İş Bankasına el konulması, Miras Hukuku'na aykırı, mülkiyet hakkına aykırı, hukuk güvencesiyle işleyen kurallı bir ekonomiye aykırı. Ama bu iktidar; ne hukuk dinliyor, ne kural dinliyor, ne kurum dinliyor...

Yaparsa bırakın sadece İş Bankasında mevduatı olan mudileri, Türkiye ekonomisine dair sürünüyor olan güven iyice sürüner hâle gelir. Eğer bir iktidar açıkça "Miras Hukuku'nu görmezden geliyorum, mülkiyet hakkını tanımıyorum" derse, "yarın kimin malına el koyacağımın garantisi yok" mesajını veriyordur.

Sanki İş Bankasıyla kavga ederken, CHP'nin elinden bir şey kurtarıyormuş gibi izlenim yaratıyor. Ancak CHP oradan herhangi bir gelir elde etmiyor, bilakis CHP orada Türk Tarih Vakfına ve Türk Dil Kurumuna paranın aktarılmasını sağlayacak bir güvencenin ta kendisi. Unutmayın ki o Türk Tarih Vakfı, Ensar Vakfı yöneticisinin yönetici olarak atandığı yer.

Güven yok olacak, paralel devlet yani vakıflar aracılığıyla iş yapma refleksi derinleşecek ve Türkiye'nin Cumhuriyet mirası olan kurumların biri daha bu iktidar eliyle yok edilmiş olacak. Kavga ettiği şeyin halk olduğu gerçeğini, her fırsatta halkla paylaşmamız gerekiyor.