Deniz Zeyrek: Bu işte gerçekten bir tuhaflık yok mu?

Deniz Zeyrek: Bu işte gerçekten bir tuhaflık yok mu?
Sözcü yazarı Deniz Zeyrek, koronavirüs tablosundan ekonomiye, dış politikadan Heybeliada'ya birçok konuda kafa karışıklığı yaratan olaylar zincirlemesini kaleme aldı.

Sözcü yazarı Deniz Zeyrek, "Kafamda “tuhaf” sorular" başlığı ile ele aldığı köşe yazısında, koronavirüs tablosundaki sayıların yerinde saydığına işaret ederek, "Bu işte gerçekten bir tuhaflık yok mu?" diye sordu.

Zeyrek yazısında, Heybeliada Senatoryumu'nun Diyanet'e devredilmesine ilişkin ise de, "Akciğerleri hedef alan koronaya karşı bir sanatoryumun yeniden işler hale getirilmemesi, tersine hastanenin Diyanet'e devredilmesi biraz tuhaf değil mi?" eleştirisini yaptı. 

Deniz Zeyrek'in bugünkü yazısı şöyle:

Türkiye'nin, koronaya karşı en büyük silahı donanımlı, fedakar sağlık emekçileri ile sağlık sistemiydi. Hükümetimiz buna bir de inşa ettiği hastaneleri ekledi. Yeni şehir ve sahra hastaneleri hepimizin “gurur abidesi” oldu. Salgın öyle bir hal aldı ki “Şehir hastaneleri açıldı, gerek kalmadı” diye kapısına kilit vurulan bazı tarihi hastaneler yeniden açıldı. Bir an önce sahra hastanesi kurmak için Atatürk Havalimanı'ndaki milyarlık pistler dahi feda edildi.

Buna karşın, Kurtuluş Savaşı'nda verem hastalığına yakalanan Mehmetçiklerin tedavisi için kurulan Heybeliada Sanatoryumu yenilenmeyip açılmadığı gibi, arazileri Diyanet İşleri Başkanlığı'na verildi. Adı üzerinde “Sanatoryum”. Temiz havasıyla öne çıkan bir yerde, uzun dönemli tedavi gerektiren verem gibi akciğer hastalıklarıyla mücadele edilebilecek bir hastane. Akciğerleri hedef alan koronaya karşı bir sanatoryumun yeniden işler hale getirilmemesi, tersine hastanenin Diyanet'e devredilmesi biraz tuhaf değil mi?

★★★

Korona virüsünün yayılma hızının pik yaptığı, vaka sayısının 3 binleri aştığı günlerde dahi tanıdığım sadece bir iki kişi vardı virüse yakalanan. Günlük vaka sayısının bin 500 civarında açıklandığı şimdilerde ise çok sayıda tanıdığımın hasta olduğunu, ayakta atlattığını ya da bazılarının vefat ettiğini duyuyorum. Vaka sayısının zirvede olduğu Nisan-Mayıs aylarında dahi hastanelerde yer bulmak, yoğun bakım yatağı bulmak sorun değildi. Şu günlerde ise Ankara başta olmak üzere bir çok ilde hastanelerin doluluk oranı had safhada.

Eminim sizin yakın çevrenizde de benzer bir durumlar vardır.

Korona çemberi daralmakta ama açıklanan rakamlar yerinde saymakta.

Bu işte gerçekten bir tuhaflık yok mu?

★★★

Korona nedeniyle kısıtlamalar yeniden gündemde. Şarkılı türkülü yerler kapatılıyor, toplantılara, nişanlara, düğünlere izin verilmiyor, milli bayramlarda törenler kısıtlanıyor, okullar yeni eğitim öğretim yılına uzaktan eğitimle başlıyor, otobüslere “Ayakta yolcu almayın” deniyor.

Buna karşın kamudaki esnek çalışma uygulaması dışında çalışma hayatında hiçbir kısıtlama getirilmiyor, binlerce insan hergün toplu taşıma araçlarına akın ediyor, AVM'ler açık, Cumhurbaşkanı Erdoğan Giresun'da miting, İstanbul'da 100 bin üye töreni yapıyor. Cuma günleri Ayasofya gibi camiler dolup taşıyor.

Aynı ülkede iki farklı uygulama tuhaf değil mi?

★★★

Tuhaflıklar, sadece Korona ile mücadelede alanında değil, hayatımızın başka alanlarında da var. Bakın Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan bir konuşmasında “Türkiye ekonomisi şu an pik yapıyor, dibe değil tavana” dedi.

İşsizliğin, hayat pahalılığının, döviz kurlarının, borçların tavana doğru pik yaptığı bir yerde ekonominin tavana doğru pik yaptığının söylenmesi size de tuhaf gelmiyor mu?

Sık sık kurduğu “Burası çok önemli”, diğeri ise “en kötüsünü geride bıraktık” cümleleriyle ünlü Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak da işsizlik konusunda en kötüsünün geride kaldığını açıkladı (Kendisi 3 Ekim 2018'de dolar kuru konusunda “En kötüyü geride bıraktık. Önce kur üzerinde bir süreç yaşadık bunu püskürttük” demişti. O gün bir dolar 5.98 liraydı. Bugün 7.5 lira.)

Yöneticilerimiz bu kadar olumlu tablolar çizerken iş bulup çalışamayan işsizlerin, çalışan işçilerin, çiftçilerin, üreticilerin, turizmcilerin, esnafın bu kadar olumsuz tablolar ortaya koyması, sürekli yakınması biraz tuhaf değil mi?

Ya yabancı kredi derecelendirme kuruluşlarının raporlarına ne demeli?

Koskoca hükümet yetkililerinin çizdiği pembe tablo dururken kim inanır üreticiye, işsize, işçiye, çiftçiye, turizmciye ya da yabancı derecelendirme kuruluşlarına?

★★★

Son olarak dış politikamızdan söz edeceğim.

Cumhurbaşkanı Erdoğan Yunanistan'a seslenirken “Yanlış iş yapıyorsunuz, bu yollara girmeyin, hepten yalnız kalırsınız” uyarısı yaptı.

Mevcut tabloya bakalım biraz:

İsrail'i bir kenara bırakalım. Fransa ve Avrupa Birliği'nin büyük bölümü Yunanistan'ın yanında. ABD açıktan Yunanistan'ı destekliyor. Mısır, Birleşik Arap Emirlikleri, Bahreyn gibi Arap ülkeleri Yunanistan'ın yanında. Hadi onları da bırakalım. Kısa süre önce Suudi Arabistan'la yaşadığı krizde adeta aç kalan, Türkiye'nin market raflarını doldurduğu, korumak için asker gönderdiği Katar dahi Yunanistan ve Kıbrıs Rum Kesimi'nin yanında.

Türkiye yüzde yüz haklıyken Yunanistan'ın yalnız kalması gerekirdi. Buna karşın yalnız kalanın Türkiye olması bana mı tuhaf geliyor?