Sezin Öney
Her şey birbirine bağlanıyor
Faruk Koca’nın, hakem Halil Umut Meler’e gözü dönmüş biçimde saldırısı, üst üste yaşadığımız “şoke edici” olaylar arasında bile ayrı bir sarsıcı oldu. Somali Cumhurbaşkanı’nın oğlunun kurye Yunus Emre Göçer’in arabayla çarparak öldürüp kaçmasının ardından Koca’nın şiddet sahneleri bardağı taşıran o son damla gibiydi.
O bardağı dolduran birçok başka olay var ve biliyoruz ki, her şey, hepsi birbirine bağlanıyor.
Saadet Partisi milletvekili Hasan Bitmez’in, Meclis kürsüsünde fenalaşıp düşmesine AK Parti sıralarından “Allah’ın gazabı böyle olur işte!” diye tepki verilmesi de “aynı serinin” parçalarından.
Nasıl Koca’nın fütursuz şiddeti kameralarında önünde gerçekleştiğinden “inkâr edilemez” nitelikteyse, Bitmez’in kürsüde yere yığılmasına verilen tepkinin Meclis tutanaklarına geçmesi de “inkâr edilemez” nitelikte olmasına yol açtı.
Biri herkesin gözünün önünde yaşanmasa inkâr edilecekti, diğeri ise kayda geçmese…
“İnkâr edilemeyen” utanç verici olaylar karşısında da, “açıklanmaya”, hafifletici sebepler devreye sokulmaya çalışılıyor.
AK Parti Grup Başkanvekili Özlem Zengin, “Bazı arkadaşlarımız arkalarda olduğu için olayın ne olduğunu hemen anlayamamış olabilirler” diye insanlık dışı sözleri açıklamaya çalışıyor.
TFF Başkanı Mehmet Büyükekşi de "Biz Faruk başkanı yıllardır tanıyoruz. Böyle biri değildi. Bir sağlık durumu mu oldu, ne oldu bilmiyoruz” diyordu Koca için…
Ama bazı durumlar “açıklamalarla” kurtarılamıyor. Dahası, açıklamalarla hafifletilmeye çalışılmaları, gerçekten ortaya çıkan “yüz kızartıcı” tablodan ders alınmadığını gösteriyor.
Birbiriyle alakasız gözüken son birkaç gündeki olayların hepsi ve daha önce gerçekleşen niceleri; hepsi hepsi birbirine bağlanıyor.
AK Parti’nin kendisinin yarattığı “siyasi kültürden” kaynaklanıyor tümü. “Güçlünün” her şeyi yapmaya hakkının olduğunu düşündüğü, çünkü gerçekten de her şeyi yapabildiği, her şeyin yanına kaldığı bir siyasi kültürün içinde yaşıyoruz.
Kendi kazdığı kuyuya da düşmüyor değil AK Parti: iktidara ancak sürekli iki dudağının arasına bakmak zorunda kaldığı yan partileri ekleyip durarak tutunabiliyor. Tek başına kendi oyunun ancak yüzde 30’un birkaç puan üstüne çıkabildiği bir noktaya saplandı kaldı.
Ne kadar daha bu siyasi kültürü devam ettirebilecek AK Parti? Teorik olarak 2028’e kadar genel seçimler olmadığına rahatlar. Ama sadece AK Parti’nin oyu değil istikrarlı bir düşüş çizgisinde olan: Türkiye’nin itibarı ve gelecek potansiyeli de düştükçe düşüyor.
2024’te dış borçlarını ödeyemez hale gelmesi beklenen iki ülke var: biri Ukrayna, diğeri ise Mısır. Türkiye de, Mısır’ın yolundan gidiyor. “Mısırlaşan” bir Türkiye’nin iktidarı dâhil kime yararı olur?
Şimdi, iktidar için, Türkiye ile beraber kendisi için de “intihar anlamına” gelen kendi oluşturduğu siyasi kültürü biraz olsun “rasyonel” çizgiye çekebilecek mi?
Malum; Avrupa Konseyi’nin icra organı olarak görev yapan Bakanlar Komitesi, 5-7 Aralık tarihlerinde yaptığı toplantılarda, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarının uygulanmasında yaşanan sıkıntıları görüştü. Beklendiği üzere Bakanlar Komitesi, Osman Kavala ve Selahattin Demirtaş davalarında AİHM kararlarına uymayan Türkiye’ye, Kavala ve Demirtaş’ın “derhal serbest bırakılması” çağrısında bulundu.
Başka bir çağrı daha yapıldı Türkiye’ye:
Komite, Kavala’nın tutukluğunu sona erdirmek için Anayasa Mahkemesi’ne iki ayrı başvurusunun olduğuna dikkat çekti. Ve “hem Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ni, hem de Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nı onurlandıracak şekilde” başvuru sahibinin özgürlüğünün sağlanması çağrısı yapıldı.
Türkiye Cumhuriyeti’nin Anayasası’nın onurunu korumak da, Avrupa Konseyi Bakanlar Kurulu’na düşmüş oldu böylece…
Mart 2024’e kadar vakti var Türkiye’nin…
Yargının siyasallaşmasından bir nebze olsun dönülebilmesi için, önce bu davaların varlığının ortadan kalkması lazım. O davalar, güçlünün yargıyı da dilediği gibi yönlendirebileceğinin sembolleri zira.
Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu’nda söylediği, Kavala Davası’na yönelik olarak söylediği şu sözlere gelelim:
"Hukuki ve teknik bir dava olmaktan çıkıp Türkiye'deki iç siyasete taraf olma yönüne gitmiş bir dava. Siz bunu siyasallaştırırsanız, hukukun dışına çıkarsanız buradan aldığınız cevap da buradan olur, bunu neden yadırgıyorsunuz? Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne gitmeden önce bir mesele Berlin sokaklarında gösteriyle başlıyorsa, Avrupa'daki bazı parlamentolardaki milletvekilleri organize edilip, o dava sahiplenilip Türkiye'ye siyasi baskı olarak getiriliyorsa bu problem oluyor."
Elbette, bu sözler Kavala Davası (ve diğerlerinde) yargının nasıl siyasallaştırıldığının kanıtı. Öte yandan, Türkiye’ye siyasi baskının kalktığı takdirde, bu davalarda da “hukukun işlemesi” söz konusu olabilecek mi?
Mart 2024’e kadar bu sorunun yanıtını vermesi gerekecek iktidarın.
Bu siyasi kültürle mümkün mü peki?
O kültür sürdürüldükçe, her şey birbirine bağlanmaya ve şiddet olaylarından ekonomik sorunlara içerde ve dışarıda irtifa kaybetmeye devam edecek Türkiye…