Bunu da kaybedersek…

Türkiye’nin insan hakları açısından düşmediği endeks, uluslararası sıralama yok…

Sadece geçtiğimiz haftaların haberlerine baksak:

Uluslararası Sendikalar Konfederasyonu (ITUC) tarafından hazırlanan Küresel Haklar Endeksi’ne göre dünyada işçiler için en kötü 10 ülkeden biri de Türkiye. Bangladeş, Belarus, Ekvador, Eswatini, Filipinler, Guatemala, Mısır, Myanmar, Tunus ile aynı klasmanda Türkiye’nin işçileri…

23 yaşındaki Erva Raziye Asar’ın cansız bedeni, İstanbul Beylikdüzü’nde, bir inşaatta 6 parçaya ayrılmış olarak bulundu. Genç kızı boğarak öldüren zanlının “denetimli serbestlikle” salıverilmiş bir cinayet hükümlüsü olduğu yazıdlı. Erva Raziye Asar, sosyal medya gruplarına “acil aylıkçı ya da günlükçü iş arıyorum” ilanları vermis, ekmeğinin peşinde bir gencecik kadındı.

Gencecik Erva, neredeyse her gün en az bir kadının öldürüldüğü Türkiye’deki şiddet kurbanları listesine eklenen son isimlerden; ama biliyoruz ki, 2024 sonuna kadar o liste uzayıp gidecek: Dünya Ekonomik Forumu (WEF) 2024 Küresel Cinsiyet Uçurumu Raporu’na göre, Türkiye kadına şiddet açısından tehlikeye işaret eden “kırmızı” sıralarda. Yine aynı raporun Küresel Cinsiyet Uçurumu Endeksi’ne göre de,146 ülke arasında 127. sırada yer alıyor. Suudi Arabistan 126.sırada ve bir yılda 5 sıra atlayarak, Türkiye’yi bir basamak geçip, solladı gitti bile…

12 Temmuz Cuma günü, İzmir’in tam da göbeğindeki Alsancak semtinde, sağanak yağış sırasında Özge Ceren Deniz, su birikintisine basınca açık elektirk kablosunun akımına kapılıp can vermiş; arkadaşı İnanç Öktemay da ona yardım etmeye çalışırken aynı akıbete uğramıştı.

Yolda yürürken bile ölüm tuzakları bekleyen can pazarı bir ülkedeyiz.

Bir bakıyorsunuz, başkent Ankara’nın en merkezi ve işlek yerinde, iktidar ortağı MHP’nin elinde büyümüş kendi “oğlu” Sinan Ateş öldürülüyor: Yaklaşık 2 yıldır, adalet ortada yok…

Hal böyle olunca, “hayvan hakları yasası”nı mı dert edelim? İnsanına değer vermeyen; insanlarının canının değerini, “siyasette kimle ne bağlantısı var?”, “arkasında kim var?” soruları üzerinden ölçen bir ülkede, sokak hayvanlarını hedef alan bir yasa tasarısı ile de mi mücadele edelim?

Evet; sokak hayvanlarını da korumayı kaybedersek, bizi de koruyan bir şey kalmayacak çünkü…

O “son merhamet” kırıntısını ve dolayısıyla, insanlığımızı da kaybetmiş olacağız. Geri kalan diğer tüm hak ve özgürlük mücadelelerine de, “ötenazi” çekilmesi yönünde koca bir adım atılmış olacak…

Türkiye’nin yumuşak karnı

Türkiye’nin toplumsal kültüründe o sokak hayvanları çok farklı bir yere sahip: en sert, en ceberrut görünenlerin, “normal şartlar altında” başkalarının hakları için mücadele etmeyenlerin bile, yumuşak ve insani yönünü ortaya çıkaran bir tarafı var sokak hayvanlarının…

Bir grup iktidar partisi milletvekilinin, yaşamsız, insansız, ifadesiz yüzlerle “tanıtımını” yaptığı, sokak hayvanları düzenlemesi, tam da bu “insani”, merhametli yönünü hedef alıyor Türkiye’nin kültürünün…Toplumsal sınıflar, kimlikler ötesi Türkiye’nin insanlarını her türlü farklılık ötesi buluşturan bir kültürel özellik bu…

Bu tasarının meselesi de, sokak hayvanları üzerinden, Türkiye’de insancıl olan hiçbir şeyin kalmaması; toplumsal kültürde yaşam hakkına, mazluma olan saygının ve sevginin tamamen ortadan kalkması.

Başıboş ve tehlikeli sokak hayvanlarının olduğu yerlerde de yaşadım; neyin ne olduğunu bilecek bilgi ve deneyimdeyim.

Oysa, bu konuları sosyal medyada gündeme getirince topluca saldıran troller, tasarıya dair hassasiyeti, “Beyaz Türk şımarıklığı” gibi yansıtmaya çalışıyor. Kendileri kamu kaynaklarına sırtını dayamış bu kişiler, kendileri gibi olsun herkes; kendilerinin bencilliği ve gaddarlığı bu ülkenin tek tip kültürü olsun istiyorlar.

Japonya örneği?

Tasarıyı tanıtan iktidar milletvekilleri de, çok da ironik biçimde “Japonya’da da var” diyerek ötenaziyi savunmaya kalktılar. Hep böyle zaten; ne zaman kısıtlayıcı, ezici bir kanuni düzenleme yapılacak, hep gelişmiş ülkelerden örnek veriliyor eğilip bükülüp. Japonya’da böyle çalakalem, boz bulanık yazılmış bir yasa tasarısı hiçbir konuda gündeme gelmeyeceği gibi; bu ülkenin köpeklerini onurlandıran-“kahramanlaştırdığı” köpeklerinin heykelini diken bir kültürü var. Sadece ölen sahibini yıllarca, istasyonda karşılamaya giden dünyaca meşhur Haçiko değil; en az onlarca heykeli dikilmiş köpekleri var Japonya’nın. İlk terapi köpeği Çirori’nin başkent Tokyo’daki Ginza Caddesi yakınlarındaki heykeli gibi…Veya Hokkaido’nun efsanevi itfaiyeci köpeği Bunko’nun turistlerin uğrağı olan anıtı gibi…

Japonya’nın Türkiye’nin yeni sokak hayvanları yasa tasarısı ile adının yan yana getirilebileceği bir örnek var: Wes Anderson’un 2018 tarihli animasyon filmi “Köpekler Adası” (Isle of Dogs). O filmde, Megasaki’nin otoriter lideri Vali Kobayaşi, “köpek gribini” bahane ederek tüm köpekleri, çöplerle dolu bir adaya sürgün eder. Kobayaşi’nin kendi kini nedeniyle, sürgün ettiği köpekler arasındaki can dostu Spots’un peşine düşen 12 yaşındaki Atari ise, hem gerçeklerin ortaya çıkması, hem de köpeklerin kurtulması için adaya giderek mücadele eder.

“Köpekler Adası”nda gizlenen gerçek, kendi merhametsizliğini topluma empoze eden ve köpeksizlik bahanesi ile asıl yok edilenin insanlık olduğu, otoriter bir sistemi dayatan bir yönetimin tüm toplumu kendi çıkarları için esir aldığıdır.

O filmin ve bugünlerin Türkiyesi’nin sokak hayvanları yasa tasarısının düşündürdüğü: “merhameti de kaybedersek…”

Önceki ve Sonraki Yazılar
Sezin Öney Arşivi