Fikret Bila
Demokrasilerde Denetim
Demokrasi bir denetim rejimidir.
Demokratik hukuk devletlerinde halk, seçtiği iktidarı, anayasal kurumlar ve özgür basın eliyle denetler.
İktidarın denetlenmesi keyfi yönetimin engellenmesi, otoriterleşmenin önlenmesini sağlar.
Vatandaş, verdiği oyun ve ödediği verginin nasıl kullanıldığını denetleme hakkına sahiptir.
Demokrasinin güçler ayrılığı ilkesine dayanmasının amacı da budur.
Bu denetim, çağdaş demokratik ülkelerde, anayasal yargı organları; Anayasa Mahkemesi, Danıştay ve Sayıştay tarafından gerçekleştirilir.
Anayasa Mahkemesi yasaların anayasaya uygunluğu denetler ve hak ihlali başvuruları hakkında kesin karar verir. Kararları kesindir, tüm kişi ve kurumları bağlar.
Danıştay, hükümetin idari kararlarını hukuka uygunluk açısından denetler.
Sayıştay TBMM adına tüm kamu harcamalarını, gelirlerini ve varlıklarını denetleyen, kararları kesin olan denetim organıdır.
Özgür basın da kamu yararına yaptığı haberler, araştırmalar, eleştirilerle kamu adına bir denetim işlevi görür.
Ayrıca kamu kurumlarının teftiş kurulları da kendi kurumlarında iç denetim yaparlar.
Bu denetimlerin olmadığı rejimler demokratik olamazlar.
Bugün tartıştığımız Yargıtay kararı iktidarın Anayasa Mahkemesi denetiminden rahatsız olduğunu ortaya koyuyor.
AK Parti, iktidar süresi uzadıkça ve oy kayıpları ortaya çıktıkça insan hakları, kadın hakları, yasama dokunulmazlığı gibi hak ve özgürlükleri kısıtlamaya başladı.
Bugün de Anayasa Mahkemesi’nin etkisizleştirilmesi hazırlığı içinde olduğu anlaşılıyor.
AK Parti iktidarı iktidarda kalabilmek, tarikatların, cemaatlerin desteğini alabilmek için, övünerek imzaladığı, kadına ve çocuğa şiddeti önlemeye yönelik İstanbul Sözleşmesi’nden bir gecede çıktı.
Şimdi de yine AK Parti’nin övünerek yaptığı anayasa değişikliğiyle getirilen Anayasa Mahkemesi’ne kişisel başvuru hakkını sınırlamak istediği konuşuluyor.
Buna zemin hazırlamak için Yargıtay 3. Ceza Dairesi’nin Anayasa Mahkemesi’ni tanımayan kararı siyasi tartışmaya dönüştürüldü.
Anayasa Mahkemesi, milletvekili seçilen Can Atalay hakkında hak ihlali kararı verdi ve tahliyesinin sağlanmasını karar altına aldı.
Alt mahkeme olarak İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi ise Anayasa Mahkemesi’nin bu kararı gereğince Atalay hakkında tahliye kararı vermesi gerekirken dosyayı yeniden Yargıtay’a gönderdi.
Oysa Yargıtay’a göndermesi gerekmiyordu, kararı ağır ceza mahkemesinin vermesi gerekiyordu.
Yargıtay 3. Ceza Mahkemesi de Anayasa Mahkemesi’nin kararını uygulamayıp eleştiren bir karar aldı.
Böyle Anayasa Mahkemesi yeniden tartışmaya açıldı.
Anayasa’nın 153. maddesinde Anayasa Mahkemesi kararların yasama, yürütme, yargı organları ile tüm kişi ve kurumları bağladığı hükmü duruyor.
Ayrıca Anayasa’nın 158. maddesinde de "Diğer mahkemelerle Anayasa Mahkemesi arasındaki görev uyuşmazlıklarında, Anayasa Mahkemesi kararları esas alınır" hükmü var.
Bu iki hüküm karşısında Yargıtay kararının anayasaya aykırı olduğu tartışma götürmez.
Ancak öyle anlaşılıyor ki iktidar bu tartışma zemininden faydalanarak, dillendirdiği “yeni anayasa” için uygun ortam hazırlıyor.
Yeni anayasa veya anayasa değişikliği ile Anayasa Mahkemesi’nin yetkilerini sınırlandırmak için Meclis’teki gücü yetmezse, bir yasa çıkararak veya değiştirerek amacına ulaşmayı planladığı anlaşılıyor.
Ancak Anayasa Mahkemesi’nin yetkileri, kararlarının kesinliği ve tüm kişi ve kurumları bağlayıcı olması anayasa hükmü.
Bu hüküm anayasada durdukça, Anayasa Mahkemesi’nin denetim alanını sınırlamak hukuken mümkün değil.