Ayşenur Arslan

Ayşenur Arslan

“Yanımdakini” mi yazmalı? HAMAS’ı mı?

Bu köşenin amacı, tarihe minik notlar bırakmak. Günün köpüğünü almak.

Ama bu memlekette öyle kolay olmuyor, hangi notu nasıl bırakacağın! Ne yazacağın!

Mesela günlerdir UÇAKTAKİ GAZETECİLER ve SORULARI, sıcak gündemin önüne geçti.

Sonra bir baktık, Erdoğan’ın eski basın müşaviri Akif Beki, kendi dönemini savunurken gündem içinde gündem oluverdi:

* Benim dönemimde böyle bir uygulama kesinlikle olmadı.
* O dönemde önden soru almak, onları eleyip sonra sırayla sordurmak akıldan hayalden geçecek bir şey değildi.”
* Yaptığımız hazırlık yalnızca gündem başlıkları düzeyinde kalırdı. Ama önden soru almak başka bir şey. Bu dört dörtlük rezalet. Attila İlhan’ın deyimiyle kemal-i rezalet.

Herkes o dönemi biliyor elbette. Gazetecilere akreditasyon uygulamasıyla bugünlere kapının açıldığını da.. Gazete ve televizyonların nasıl arandığını da..

Tekrarlamayacağım.

Ama adım geçtiği için Medyaradar yazarı Varol Ersoy’dan bir alıntı yapmak ihtiyacı hissettim:

“Senin bugünkülerden hiçbir farkın yoktu; hatta medyanın çökertilmesi operasyonu senin döneminde başlatıldı. Bırak Başbakan’ın sözcülüğünü ya da danışmanlığını yaptığın günleri, daha sonra iktidar itelemesiyle sızdığın Ayşenur Aslan’ın Medya Mahallesi’nde yaptıkların, savundukların arşivlerde… Onu bunu hedef göstererek, AKP karşıtlarına hakaretler ederek kanaldan ayrılmasına neden oldun…”

Yıllar sonra o süreci düşünüyorum da.. Varol Ersoy hem haklı hem de yanlış!

Neden mi?

Sanıyorum, ben Akif Beki yüzünden atılmadım. Atılayım diye önce Mehmet Ali Birand tarafından Kanal D’den CNNTÜRK’e sürüldüm. Orada daha ilk haftalarda “Arka kapı” imalarıyla zorlandım. Zaman zaman Hande Fırat’ın, benim için “beyefendi çok sinirlenmiş” raporlarına maruz kaldım. Hatta, Erdoğan’ın bir canlı yayın için “o program kalkmadan CNNTÜRK’e çıkmam” dediğini duydum. Önce tabii ki ciddiye almadım. Daha sonra buna dair şu minvalde bir yazı yazdım:

“Ben sıradan bir televizyoncuyum.. O ise Başbakan. Doğrusu onun yerinde olsam beni bu kadar ciddiye almazdım.”

Oysa.. Ciddiye almış.. Canlı yayın için zor ikna etmişler.

CNNTÜRK yönetimi de çareyi “YANIMA BİRİNİ VERMEKTE” bulmuş.

Ama, Aydın Doğan’ın vedalaşırken söylediklerine göre, “yanımdaki, beni Nagehan Alçı gibi bastıramadığı için” kovulmuşum.

Programda yaşadıklarımız, Varol Ersoy’un yazdığı gibi herkesin malumu.

Program dışında ise, yayına yarım saat kala geldiği için kayda değecek bir şey yoktu!!

Cumhuriyet’in bir röportajında “Tek başladınız, iki kişi devam ediyorsunuz.. Bu sizin talebiniz miydi?” sorusuna, “Benim talebim değildi. Yönetim öyle uygun gördü” diye verdiğim yanıta kadar.

“Yanımdaki” küsmüş.. “Ne yani ben zorla mı yanına oturtuldum” diye sinir yapmış. Özür dilemezsem programa çıkmayacakmış.

O olmazsa da Medya Mahallesi olmazmış!!

Bütün bunları şu son sahne için yazdım galiba!

Gidişatı anladığım için odamı çoktan toplamıştım. En son çantamı alıp çıktım.

O da ne! Asansörde, yanımdaki ve genel yayın müdürü de var. Birlikte kahkaha da atarak ne dediler biliyor musunuz?

“Senden sonra Akif Beki ile Medya Mahallesi yapacağız..”

Sinirlenmedim bile: “Öyle mi! Yapın da göreyim..”

Tabii olmadı.

Olmadığı gibi, geçmiş unutulmadı!

Birkaç gündür herkes çekmecesinden anılarını çıkartıp paylaşıyor.

Ahmet Hakan yine başrolde.. Bugün esip savurmuş:

“ O dönem kurumsal ilişkilerin ötesinde tam bir medya müfettişi haline gelmişti Akif Beki. Tehditler savuruyordu sağa sola.

Bir keresinde bana dolaylı yoldan mesaj göndermişti, “Ona aman dileteceğim” diye tehdit etmişti resmen. Şu anda İletişim Başkanlığı... Kimsenin eline soru tutuşturmuyor. İsteyen istediği soruyu sorabiliyor. Sadece sorulmak istenen sorular önceden isteniyor. Gazetecilerin eline soru tutuşturmaya cüret etmiş, bunun dışına çıkana da bağırıp çağırarak had bildirmeye kalkmış Akif Beki, bugün çıkmış “Benim döneminde böyle bir şey olamazdı” falan diye atıp tutuyor.

İnsanda azıcık da olsa utanma, sıkılma olmaz mı?

Olmayabilirmiş demek ki.”

Evet! Olmayabiliyor!!

Bu satırları yazan Ahmet Hakan mesela.. Doğan Grubundan kovulduğumda suçu bana atmıştı. Mobbing uyguladığımı yazmıştı.

Tanışıklığımız vardı elbette. Aradım.

“Öyle anlattılar” dedi. “Beni niye aramadın” diye sordum, “Hadi bırak tanışıklığı, böyle bir meselede iki tarafın da söz hakkı yok mudur?”

Yanıt mı? Kem ve küm!

*. *. *

Yazayım mı yazmayayım mı diye düşündükten sonra.. Üstelik ne kadar da uzun uzadıya yazmışım!

Ne yapalım. Bu da medyanın tarihine bir not.

Peki HAMAS meselesi ne diyeceksiniz.

Trump - Netanyahu görüşmesinde ciddi mesafe alınmış GİBİ görünüyor.

GİBİ sözcüğüne vurgu yapmamın nedeni şu: Gazze ve genel olarak Filistin planında HAMAS kilit durumda. Eğer silah bırakmazsa.. Eğer yönetimde yer almamayı kabul etmezse.. Plan işe yaramayacak.

Dün gece gelen ilk cevap endişeleri doğruluyor.

HAMAS'ın üst düzey yetkilisi Muhammed Mardawi’nin açıklaması şöyle:

“Basın toplantısında savaşı sona erdirme planıyla ilgili söylenenler İsrail'in bakış açısına yakın, Netanyahu'nun savaşı sürdürmek için ısrar ettiği şeylere yakın"

Gerçi Mardawi “plan henüz elimize geçmedi” diye açık kapı bıraktı sanki. Ama o cephede de çetin müzakereler olacağı kesin.

Sonunda yollar barışa çıkar mı?

Arap Birliği bunu sağlayabilecek mi, göreceğiz.

Dahası Erdoğan ağız değiştirerek kilidin açılmasına yardımcı olacak mı, onu da göreceğiz.

Hatırlayacaksınız: ABD’de FOX News yayınında Hamas'ı terör örgütü olarak görüp görmediği sorusuna yanıt verirken "Hamas'ı terör örgütü olarak görmüyorum, bir direniş örgütü olarak görüyorum" ifadesini kullandı.

Bu sözlerin üzerinden sadece bir hafta geçti.

Ama kendi adıma, Erdoğan’ın günlük değişimlerine alışık bir gazeteci olarak, haftaya yüz vermem!!

Hele bölgede yeniden, bu kez İran için fırtına alarmı verilmişken.

Son haber şöyle: “İsrail basını, Birleşmiş Milletler'in İran'a nükleer yaptırımları yeniden devreye sokmasının ardından İsrail'in yeni saldırılar düzenlemeye hazırlandığını öne sürdü.”

Her iki ülke de savaşa hazırlanıyormuş gibi.

Sadece savaş mı?

İran Menfaat Konseyi üyesi ve eski Devrim Muhafızları komutanı Tümgeneral Muhsin Rızai,devlet televizyonuna yaptığı açıklamada İsrail’in İran ile savaş çıkarmak istediğini öne sürerek, “Siyonistler (İsrail) bir kez daha İran’a karşı şanslarını denemek istiyor” dedi.

TV yayınına askeri üniforma ile katılan Rızai’nin bu sözlerinde yeni ve şaşılacak bir şey yok.

Ne var ki ardından söyledikleri alarm zilleri çaldırıyor:

“Ancak yakında İsrail içinde bunu imkansız kılacak olaylar yaşanacak. Bunlardan şimdi bahsetmek uygun değil.”

Neler yaşanacak? Rızai neyi ima etti?

Bilmemiz mümkün değil. Tahmin etmenin de zamanı değil.

Bir tek şunu söyleyebiliriz: “YAKINDA ÇOK ŞEYLER GÖRECEĞİZ”

Önceki ve Sonraki Yazılar
Ayşenur Arslan Arşivi

Sözcü "nereye"?

04 Aralık 2025 Perşembe 11:12

Medyada fırtına: Sözcü'ye ne oldu?

03 Aralık 2025 Çarşamba 09:18

Erdoğan PKK’nın restini görecek mi?

02 Aralık 2025 Salı 10:29

Kirpiyi kucaklayabilir misiniz?

29 Kasım 2025 Cumartesi 09:19

Trump: Pis domuz

28 Kasım 2025 Cuma 09:59

Islak mendil devrimi

27 Kasım 2025 Perşembe 09:23

Saray'da hesaplar değişiyor mu?

26 Kasım 2025 Çarşamba 09:04

Ankara'da İmralı türbülansı

25 Kasım 2025 Salı 09:21