Fikret Bila
Terörle mücadele
Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) Irak ve Suriye’ye eş zamanlı, çok kapsamlı ve çok başarılı bir hava harekâtı düzenledi.
PKK terör örgütünün birçok kampını etkili şekilde vurdu.
Milli Savunma Bakanlığı’ndan (MSB) yapılan açıklamada harekâtın İstanbul’da, İstiklâl Caddesi'nde yapılan, 6 vatandaşımızın hayatını kaybetmesi, 81’nin yaralanmasıyla sonuçlanan terör saldırısına bir yanıt olduğu vurgusu dikkat çekiciydi. MSB’nin açıklamasında “Hain alçakların saldırılarının hesabı soruluyor, sorulmaya devam edecek” ifadesi bir kararlılık duyurusu niteliğindeydi.
Bu harekâtın önemli özelliklerinden biri PKK’nın Türk Hava Kuvvetleri’nin vuruşları nedeniyle merkez üssünü Kandil’den taşıdığı Asos kampının da vurulmuş olmasıdır. PKK daha güvenli olacağı düşüncesiyle merkez üssünü Süleymaniye’ye ve İran sınırına daha yakın, Türkiye’den daha uzak olan Asos bölgesine nakletmişti.
TSK, Asos’u da vurarak güç ve yeteneğini göstermiş, PKK’yı merkez üssünü nereye taşırsa taşışın vurabileceğini kanıtlamıştır.
Türkiye yaklaşık 40 yıldır PKK terörüyle mücadele ediyor.
Bu süreçte binlerce şehit verdi ancak her seferinde PKK ile silahlı mücadeleden başarıyla çıktı.
Bu sürecin ortaya koyduğu bir gerçek, PKK’nın TSK ve diğer güvenlik güçleriyle silahlı mücadeleyi kazanmasının mümkün olmadığıdır.
TSK, dünyanın en güçlü, en yetenekli, en büyük, en disiplinli ordularından biridir.
Dün gerçekleştirilen çok kapsamlı hava harekâtı da bunu bir kez daha göstermiştir.
Terörle mücadelede Türkiye’nin havadan veya karadan sınır ötesi harekât yapması uluslararası hukukun tanıdığı bir haktır. Türkiye daha önce olduğu gibi dün de bu hakkını kullanarak harekâtı gerçekleştirmiştir. Uluslararası hukuka dayanılarak yapılan daha önceki harekâtlar gibi bu harekât da meşrudur.
Terör ulusal nitelikte bir sorundur.
Bu nedenle partiler üstü, siyaset üstü bir konudur.
İktidar ve muhalefet partilerinin terörle mücadeleye böyle bakmaları gerekir.
Terörle mücadelede bu bakışın esas alınması, siyasal, toplumsal ve ulusal birliğin sağlanması stratejik önemdedir.
PKK dünyanın en kanlı terör örgütüdür.
Bir özelliği de dünyada en fazla uluslararası desteğe sahip terör örgütü olmasıdır.
ABD’den Rusya’ya, komşu ülkelerden Avrupa ülkelerine kadar açık veya kapalı maddi, askeri ve siyasi destek görmüştür.
Bu desteğin devam ettiği de bir gerçektir.
PKK kuruluşundan bu yana birçok kez ideoloji değiştirmiş olsa da Türkiye’nin aralarında bulunduğu dört ülkeden koparılacak parçalar üzerinde bağımsız bir Kürt Devleti kurmak amacından vazgeçmiş değildir.
Bu yönde attığı en önemli adım Suriye iç savaşında ABD’nin koruması altında Suriye topraklarında bir devletçik kurmuş olmasıdır.
Önümüzdeki dönemlerde bu devletçiği Irak’a, Türkiye’ye, İran’a doğru genişletmeyi amaçladığı da bir sır değildir.
Türkiye, PKK’nın amacı ortadayken aldığı uluslararası desteği unutmamalıdır.
TSK’nın PKK terör örgütüyle başarılı mücadelesi sürerken, Türkiye’nin diğer terör örgütlerinin oluşturduğu tehdidi göz ardı etmemesi gerekir.
İktidarın Suriye iç savaşı boyunca “açık kapı” ve göç politikası Türkiye açısından yeni riskler ve tehditler oluşturmaya adaydır.
Sayıları milyonlarla ifade edilen Suriyelinin yanı sıra Afgan, Pakistanlı, Afrikalı göçmen, sığınmacı adı altında Türkiye’dedir. Bunlar içinde cihatçı terör örgütü mensupları olduğu da bilinen bir gerçektir.
İktidarın izlediği Müslüman Kardeşler çizgisi bu tür örgüt mensuplarının da sınırdan rahatlıkla Türkiye’ye geçtikleri bir ortam yaratmış durumdadır.
Sınır kentlerinde ortaya çıkan demografik sorunun yanı sıra, başta büyük kentler olmak üzere birçok il ve ilçede cihatçı terör riski artmıştır.
İktidar bu gerçeği görmek ve gerekli önlemleri de almak zorundadır.