Şahin Aybek
Siyasi parti lider ve üyelerinin söylemlerinin okullardaki şiddet eğilimlerinin yaygınlaşmasına etkisi
Sosyal medya, TV dizileri ve siyasi parti lider ve üyelerinin söylemlerinin okullardaki zorbalık ve şiddet eğilimlerinin yaygınlaşmasına etkisi göz ardı edilmemeli.
"Sosyal medyanın zorbalık ve şiddeti özendirici içeriklerine yönelik önleyici mekanizmalar oluşturulmalı, bunun için MEB müfredatındaki medya okuryazarlığı dersleri güçlendirilmeli, öğrencilere eleştirel izleme becerileri kazandırılmalıdır."
"Siyasi parti liderleri, üyeleri ve toplum önünde olan kamu yöneticileri çocuk ve gençlerin zorbalık ve şiddete yönelmemesi için sorumluluklarının daha fazla farkında olmalı, bu bağlamda olumsuz model oluşturacak biçimde zorbalık ve şiddeti besleyen üslubu ve söylemleri kullanmamaya özen göstermelidirler."
Prof. Dr. Ali İlker Gümüşeli ile okullardaki zorbalığı ve şiddeti konuştuk.

SON YILLARDA VE ÖZELLİKLE SON AYLARDA OKULLARDAKİ ZORBALIK VE ŞİDDET HABERLERİNDE BİR ARTIŞ YAŞANIYOR. BU KONUDA NELER SÖYLEMEK İSTERSİNİZ?
İçinde bulunduğumuz gönlerde eğitim ve okulların sorun alanları içerisinde öğrenciler arasındaki zorbalık ve şiddet en fazla tartışılan konulardan birisi haline geldi. Son on yılda Türkiye’de okul çağındaki çocuklar arasında şiddet ve zorbalık vakalarında dikkat çekici bir artış yaşanmaktadır. UNICEF ve PISA 2022 verileri, çocukların yaklaşık %13,8’inin akran zorbalığına maruz kaldığını ve her dört öğrenciden birinin ayda birkaç kez zorbalık deneyimlediğini ortaya koymaktadır. İstanbul Kültür Üniversitesi’nin 2023–2024 dönemine ait bulguları ise 0–17 yaş grubunda şiddet olaylarının bir yıl içinde %52 oranında arttığını göstermektedir. Bu veriler, Türkiye’nin OECD ortalamasının üzerinde bir risk düzeyine sahip olduğunu ve okul gençliği arasında şiddet ile zorbalığın giderek daha yaygın bir sorun haline geldiğini ortaya koymaktadır. Diğer yandan TUİK 2025 verilerine göre güvenlik birimlerine gelen veya getirilen çocukların karıştığı olay sayısı 2024 yılında, 2023 yılına göre %9,8 oranında artarak 612 bin 651 oldu. Bu durum, gerekli önlemler alınmadığı takdirde, sorunun giderek daha vahim sonuçlara ulaşacağına işaret etmektedir.
ÇOCUKLARIN ZORBALIK VE ŞİDDET EĞİLİMLERİNDE ETKİLİ OLAN FAKTÖRLER NELERDİR? SİZ HANGİ FAKTÖRLERE DİKKAT ÇEKMEK İSTİYORSUNUZ?
Çocuklar ve gençlerin zorbalık ve şiddet eğilimlerinde ve bu eğilimlerin son yıllarda giderek artışında çok sayıda faktörün etkisi vardır. Bir başka ifadeyle bu artışın nedenleri çok boyutlu olup, sosyo-ekonomik faktörler, aile içi iletişim eksiklikleri, okul kültürü ve iklimi, dijital medya etkileri, televizyon dizilerindeki şiddet temsilleri ve siyasi liderlerin sert üslupları gibi unsurların bir araya gelmesiyle açıklanabilir. Sosyo-ekonomik eşitsizlikler, yoksulluk, göç ve işsizlik gibi stres faktörleri gençler arasında şiddet davranışlarını artırmaktadır. Dezavantajlı bölgelerde yapılan araştırmalar, bu tür sosyo-ekonomik baskıların okul dışı riskleri yükselttiğini ve okul içi zorbalığa zemin hazırladığını göstermektedir.
Takdir edersiniz ki bu kısa söyleşide bu faktörlerin tümünü ele almak mümkün değildir. Bu nedenle ben sosyal medya, TV dizileri ve siyasi partilerin liderleri, üyeleri ve kamu yöneticilerinin söylemlerinin sosyal öğrenme yoluyla zorbalık ve şiddet eğilimlerine etkisi üzerinde durmak istiyorum.
OKULLARDAKİ ZORBALIK VE ŞİDDET ÇOK BÜYÜK BOYUTLARA MI GELDİ? BU YÜZDEN Mİ SON GÜNLERDE ZORBALIK VE ŞİDDETLE İLGİLİ HABER VE YAYINLAR ÖN PLANA ÇIKTI?
Son günlerde okul zorbalığı ve okullardaki şiddet eğilimlerine yönelik haberlerin artmasını birçok nedene bağlamak mümkündür. Tabi ki okullardaki zorbalık ve şiddet artışının bunda rolü vardır. Ancak bundan daha önemlisi, bu olayların daha çok sayıda ve sık olarak yazılı ve görsel basında yer almaya başlamasıdır. Bunda hiç kuşkusuz toplumun ve ailelerin okul zorbalığı ve şiddeti konusundaki farkındalıklarının ve dolayısıyla bu haberlere karşı hassasiyetlerinin artması önemli rol oynamaktadır. Çünkü okul zorbalığı yeni bir sorun değildir. Bizim öğrencilik yıllarımızdan itibaren okul zorbalığı her dönemde var olmuştur. Ancak o yıllarda bu durum doğal karşılanırken ve bu konu ile ilgili sorunlar okul yönetimleri, öğrenciler ve aileler arasında çözüme bağlanırken, son yıllarda bu konu toplumsal bir sorun olarak görülmeye ve tartışılmaya başlandı. Bunda okul zorbalığının öğrencilerin sosyal ve psikolojik gelişimleri ve okul başarısına ilişkin ciddi olumsuz etkilerine yönelik bilimsel bulgulardaki artışın ve buna paralel olarak toplumun okul zorbalığına ilişkin bilinçlenme ve farkındalık düzeyinin yükselmesinin önemli etkisi olmuştur. Eskiden görülmeyen, önemsenmeyen okul zorbalığı artık ciddi bir sorun olarak görülmeye, tartışılmaya ve medyada daha sık yer bulmaya başlamıştır. Dolayısıyla bir yandan son yıllarda ülkemizde özellikle fiziksel okul zorbalığına ilişkin olaylar artış gösterirken, diğer yandan, okul zorbalığındaki rakamsal arış oranından çok daha fazlası, bu konularla ilgili haberler ve tartışmaların artışında oldu. Ayrıca bireylerin sosyal medya aracılığıyla ya da doğrudan haber kanallarına çok kolayca ulaşabilmesi de bu haberlerin artışında önemli rol oynadı. Bu da bir bakıma toplumun konuya giderek daha duyarlı hale geldiğini göstermesi bakımından olumlu bir gelişme olarak düşünülebilir. Ancak bu haberlerin ve olay sunumlarının olumlu yanlarının yanında olumsuz yanlarının olacağını da gözden uzak tutmamak gerekir. Çünkü bu yayınlar bir yandan toplumun, ailelerin ve öğrencilerin bilinçlenmesine yol açarken, gereğinden fazla gündemde tutulması ve görsel medyada sürekli ve bütün detayları ile yer alması da, özellikle zorbalığa ve şiddete eğilimli olan öğrenciler, aileler bakımından bir sosyal öğrenme etkisi yaratabileceğini unutmamak gerekir. Bunun için bu yayınların dozunu iyi ayarlamak gerekir, yoksa eskilerin deyimiyle “kaş yapalım derken, göz çıkarmış oluruz”.
MEB, AİLE VE SOSYAL HİZMETLER BAKANLIĞI VE SAĞLIK BAKANLIĞI’NIN BİR ARAYA GELEREK SORUNA ÇÖZÜM ARADIKLARINI VE ÇEŞİTLİ STRATEJİLER ÜRETTİKLERİNİ BİLİYORUZ. BU ÇABALARIN OKULLARDAKİ BU SORUNLARI KISA ZAMANDA ÇÖZÜME KAVUŞTURABİLİR Mİ? BU KONUDA NE DÜŞÜNÜYORSUNUZ?
Konuyla ilgili üç bakanlık soruna çözüm getirmek için çeşitli toplantılar yapıp çözüm önerileri geliştirdiler. Bu önlemler içerisinde özellikle öğrenci ve aile eğitimlerine hız verilerek sorunun hafifletilmesine çalışıldı. Bunlar çok değerli çabalar. Kuşkusuz alınan önlemlerin hepsinin öğrenci ve ailelerin davranışlarının değiştirilmesinde az da olsa katkısı olacaktır. Az da olsa diyorum, çünkü bu önlemlere rağmen okullarda her geçen gün öğrenciler arası zorbalıklarda azalma bir yana, zorbalığın boyutunun öğretmenleri de kapsayacak kadar genişlediğine tanık olmaktayız. Bunca çabaya rağmen daha dün akşam Türkiye’nin en köklü ve başarılı liselerinden birinde 11. Sınıf öğrencilerinin 9. Sınıf öğrencilerinin yatakhanelerini basarak bazı öğrencilere uyguladıkları yoğun fiziksel şiddete ilişkin haberler, bu çabaların yeterli olmayacağına ilişkin en çarpıcı örnektir. Üstelik şiddet uygulayan öğrenciler LGS şampiyonu olan öğrencilerdir. Bu örnek eğitim düzeyi ile şiddet uygulama ya da zorbalığın ters yönde ilişkili olacağına ilişkin bütün okumaları altüst etmiştir. Bunun için konuyu basit öğrenci davranışı olarak ele alıp aileler ve öğrencilerle sınırlı hızlı çözümler üretmek yeterli değildir. Bunun yanında olayı bir sistem bütünlüğü içerisinde ele alarak, soruna yol açan okul içi ve dışı faktörlerin ciddi bir analizini yapılması ve bu analizler sonucunda toplumun tüm kesimlerini işin içerisine katacak nitelikte kalıcı önlemler geliştirilmesi gerekir. Bunun için sözü edilen bu üç bakanlığın aldığı önlemlerin sorunun çözümüne katkısı sınırlı olacağını düşünüyorum.
ANLADIĞIM KADARIYLA SİZİ OKUL ZORBALIĞI VE ŞİDDETİNİ ÖNLEMEDE TOPLUMUN HEMEN HER KESİMİNİ ETKİLEYEN VE SOSYAL ÖĞRENME YOLUYLA OKUL ZORBALIĞINI VE ŞİDDETİNİ BESLEME OLASILIĞI OLAN FAKTÖRLERİN DE ÖNEMLİ OLDUĞUNU DÜŞÜNÜYORSUNUZ. BUNLARDAN BAHSEDER MİSİNİZ? NEDİR BUNLAR?
Yukarıda da bahsettiğim gibi konuyla ilgili çok sayıda faktör var. Bu faktörlerin önemli bir kısmı ile ilgili son haftalarda yeterince açıklama yapıldığını düşünüyorum. Onun için ben bu söyleşide sosyal medya, TV dizileri ve siyasetçi ve kamu yöneticilerinin söylemlerinin sosyal öğrenme yoluyla okullardaki zorbalık ve şiddet davranışlarına etkisi üzerinde durmak istiyorum.
İSTERSENİZ ETKEN FAKTÖRLERE GEÇMEDEN ÖNCE KONUYLA İLGİLİ BAĞLANTIYI KURMA BAKIMINDAN “SOSYAL ÖĞRENME NEDİR? BU KONUDA KISA BİR AÇIKLAMA YAPAR MISINIZ?
Çok fazla kuramsal temele girmeden en genel anlamıyla belirtmek gerekirse, Albert Bandura tarafından geliştirilen sosyal öğrenme kuramı bireylerin davranışları sadece doğrudan deneyimle değil, daha çok başkalarını gözlemleyerek (dolaylı öğrenme) ve bu davranışların sonuçlarını görerek öğrendiğini öne sürer. Model alınan davranışlar olumlu sonuçlar aldığında veya cezalandırılmadığında, gözlemcinin bu davranışı taklit etme olasılığı artar. Bir başka ifadeyle gözlemlenen davranışların sonucunda eğer davranış ödüllendiriliyorsa, kişi açısından o davranış pekiştirilmiş olur ve model alınmaya değer görülür. Cezalandırılır ise de sönümlenmiş yani terkedilmiş ya da model alınmamış olur. Bu kuramsal çerçeveden hareketle, Türkiye’de çocukların yoğun olarak maruz kaldığı üç temel model alanını oluşturan sosyal medya, popüler televizyon dizileri ve siyasi liderlerin ve kamu yöneticilerinin söylemlerinin de okullarda görülen zorbalık ve şiddet içeren davranışları pekiştirebileceği ortaya çıkmaktadır. Kuşkusuz sosyal öğrenme kuramına göre gözlem yoluyla öğrenme, pekiştirilen bir davranışın taklit edilmesi kadar basit bir olgu da değildir. Bireyler çevredeki kişilerin davranışlarını izlerken aynı zamanda bu gözlemlerinden bazı sonuçları çıkarırlar ve kendileri için yararlı olan durumlarda öğrendiklerini davranışa dönüştürürler. Dolayısıyla sosyal öğrenme kuramı, insan davranışlarının, bilişsel, davranışsal ve çevresel faktörlerin karşılıklı etkileşimi ile gerçekleştiğini savunur. Bu da bize her bireyin maruz kaldığı dış çevre uyaranlarından aynı ölçüde etkilenmediğini ve aynı davranışları sergilemeyeceğini göstermektedir. Bunu şunun için belirtmek istedim. Biraz sonra üzerinde duracağım faktörlerin tek başına bir etken olmaktan ziyade, bireysel özellikler, sosyal ve ekonomik çevre, aile, okul vb. gibi faktörlerle etkileşimi ile zorbalık ya da şiddet davranışını besleyici etki yaratabileceğidir.
SOSYAL MEDYANIN OKULLARDAKİ ZORBALIK VE ŞİDDETİN YAYGINLAŞMASINDA NASIL BİR ETKİSİ OLABİLİR?
Türkiye'de dijitalleşmenin hızlanmasıyla birlikte sosyal medya kullanımı okul çağındaki çocuklar arasında yaygınlaşmıştır. Hatta yapılan bazı istatistikler internette ve sosyal medyada zaman geçirme bakımından birçok ülkeye göre Türkler’in ön sırada geldiğini göstermektedir. Bu durum kuşkusuz okul çağındaki çocuk ve gençler içinde geçerlidir. TÜİK (2023) verilerine göre, 6-15 yaş grubundaki çocukların %86'sı düzenli internet kullanmaktadır. Bu kullanıcıların %74'ü sosyal medya platformlarını aktif olarak kullanmaktadır. Bu yaş grubundakiler açısından en popüler platformlar sırasıyla YouTube (%89), Instagram (%64), TikTok (%48) ve WhatsApp (%92) olarak belirlenmiştir. Kuşkusuz sosyal medyanın tümüyle çocuklar üzerinde olumsuz etkiye yol açtığını söylemek mümkün değildir. Öğrenciler sosyal medya yoluyla da çeşitli konulardaki bilg ve beceri eksiklerini giderebilir, istendik davranışlar edinebilirler. Doğru kullanıldığı takdirde sosyal medya önemli bir eğitim aracı haline de gelebilir. Benim bahsetmeye çalıştığım şey, sosyal medyanın yanlış ve denetimsiz kullanılması nedeniyle, şiddet içerikli görsellerin yarattığı sorunlarla ilgilidir. Sosyal medyanın okul zorbalığı ve şiddetine etkisini daha çok siber zorbalık davranışlarında görmekteyiz. Bu konuda yapılan araştırmalar duygusal ve sözel şiddetin çevrimiçi ortamlar, mesajlaşma uygulamaları ile görünürlüğünün arttığını; siber zorbalığın psikolojik etkilerinin okul başarısı ve aidiyet üzerinde belirgin riskler yarattığını ortaya koymaktadır. Türkiye Siber Zorbalık Araştırması (2022) verilerine göre, 10-18 yaş arası öğrencilerin %32'si en az bir kez siber zorbalığa maruz kaldığını, %18'i ise siber zorbalık uyguladığı göstermektedir. En yaygın siber zorbalık türleri hakaret ve aşağılama (%44), dedikodu yayma (%38), dışlama (%31) ve tehdit (%19) olarak sıralanmaktadır.
Ayrıca sosyal medyada bolca yer alan zorbalık ve şiddet içerikli videolar da, diğer çevresel ve sosyal etkenlerle birleşerek çocuklar üzerinde sosyal öğrenme etkisi yaratmakta ve onların zorbalık ve şiddet içerikli davranışlarını pekiştirmektedir. Sosyal medyanın zorbalık ve şiddet davranışına en önemli etkilerinden birisi bu davranışların normalleşmesine yol açmasıdır. Bir başka ifadeyle şiddet içerikli paylaşımların sıklığı, çocuklarda şiddetin normalleşmesine yol açabilmektedir. Özellikle çeşitli içerik üreticileri tarafından üretilen dövüş videoları ve zorbalık görüntülerinin "beğeni" alması, şiddeti ödüllendirici bir mekanizma oluşturmaktadır.
Diğer yandan sosyal medyadaki bazı anonim hesaplar yoluyla yapılan zorbalıklar geleneksel zorbalığa kıyasla daha az engellenebilmektedir. Bu da çocukların çoğunlukla yüz yüze söyleyemeyecekleri sözleri sanal ortamda söylemelerini kolaylaştırarak sözel şiddetin yaygınlaşmasına yol açmaktadır.
Sosyal medyanın zorbalık ve şiddetin yaygınlaşmasına bir diğer etkisi de duyarsızlaşma yoluyla olmaktadır. Amerikan Psikoloji Derneği tarafından 2022 yılında yapılan bir araştırma şiddet içeriklerine sürekli maruz kalan çocuklarda empati duygularının azaldığını ve zorbalık ve şiddete karşı duyarsızlaştıklarını ortaya koymuştur. Bu konuda dikkat çekilecek bir diğer noktada sosyal medyadaki ideal hayat sunumlarının çocuklar üzerinde yarattığı olumsuz etkilerdir. Sosyal medyada sürekli olarak paylaşılan “ideal” hayat sunumları da özellikle dezavantajlı ailelerde ve çevrelerde yaşayan çocuklar üzerinde öfke, kıskançlık ve yetersizlik duygularının gelişimine yol açarak, saldırgan davranışlara dönüşebilmektedir. Sosyal medyanın öğrencilerde zorbalık ve şiddet davranışlarına yönelik bu etkilerine daha birçoklarını eklemek mümkündür. Ancak bu sınırlı faktörler bile okullardaki zorbalık ve şiddeti önlemede sosyal medya etkisinin göz ardı edilemeyeceğini ve bu konuda ciddi önlemler alınması gerektiğini ortaya koymaktadır.
OKULLARDAKİ ZORBALIK VE ŞİDDET DAVRANIŞLARINA ETKİ EDEN BİR DİĞER FAKTÖRÜN TV DİZİLERİ OLDUĞUNU SÖYLEMİŞTİNİZ? BU KONUYU BİRAZ AÇAR MISINIZ? DİZLERİN ZORBALIK VE ŞİDDETİN YAYGINLAŞMASINDA NASIL BİR ETKİSİ OLABİLİR?
Türkiye’de prime-time’da yayınlanan birçok televizyon dizisi, özellikle dram ve aksiyon türlerinde, yoğun şiddet, intikam, baskı kurma ve sözel zorbalık temalarını işlemektedir. Radyo ve Televizyon Üst Kurulu’nun (RTÜK) yayınlar üzerinde yaptığı içerik analizleri ve akademik çalışmalar da bu durumu doğrulamaktadır. RTÜK’ün “Yayın İzleme ve Değerlendirme Raporları”na göre 2019-2023 yılları arasında şikayet edilen ve ceza alan programların önemli bir kısmını “şiddet ve korku ögeleri” nedeniyle ihlal tespit edilen diziler oluşturmaktadır.
Diğer yandan çeşitli kesimler tarafından yapılan çalışmalarda Türk TV dizilerindeki şiddet temalarının yoğunluğuna ilişkin önemli bulgular elde edilmiştir. Örneğin Türkiye Üniversiteli kadınlar Derneği (TÜKD) Antalya Şubesinin “Dizilerin Şiddet Karnesi” adlı 2023 yılı Proje Raporunda yerli televizyon dizilerinin yaklaşık %70’inde doğrudan veya dolaylı şiddet sahneleri yer aldığı; kadına yönelik şiddet, aile içi baskı ve toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin dizilerde en sık işlenen konular olduğu ileri sürülmüştür. Yine benzer şekilde Bianet 2024 raporunda şiddet sahnelerinin, dramatik kurguların önemli bir parçası haline geldiği ve televizyon dizilerindeki yüksek şiddet sahnelerinin bu tür davranışları normalleştirme riski taşıdığını vurgulanmıştır. Ayrıca KADEM tarafından hazırlanan 2024 raporunda yerli dizilerdeki şiddet temsillerinin şiddeti sıradanlaştırma etkisi yaratabileceğine dikkat çekilmiştir.
Sosyal öğrenme bağlamında anlamlı sonuç üreten ve 2021 yılında yapılan bir doktora çalışmasında ise en çok izlenen üç dizinin beş sezonunu incelemiş ve her bölümde ortalama 8-12 fiziksel veya sözel şiddet sahnesi tespit etmiştir. Bu sahnelerin %60’ında şiddet uygulayan karakterler, bu davranışlarından ötürü olumsuz bir sonuçla karşılaşmamakta, hatta bazen ödüllendirilmektedir. Bu bulgu, Bandura’nın vurguladığı “davranışın olumlu sonuçlanması” ve dolayısıyla model alınması ilkesiyle tam örtüşmektedir. Bu durum son yıllarda Türkiye’de üretilen çok sayıda TV dizisinin hemen tümünde yaşanmaktadır.
TV dizilerinin çocuk ve gençler üzerinde zorbalık ve şiddet bakımından yarattığı etki mekanizmalarının sosyal medyanınki ile çok benzerdir. TV dizilerindeki şiddet sahnelerinin gençler için rol model etkisi yaratmakta, sosyal öğrenme kuramı bakımından gençlerin dizilerde gördükleri davranışları taklit etmelerine yol açmaktadır. Dizilerdeki yoğun şiddet sahneleri aynı zamanda zorbalık davranışlarını normalleştirmekte, okul ortamında akran zorbalığını meşrulaştırıcı bir etki yaratabilmektedir. Özellikle kadına yönelik şiddet sahnelerinin gençler arasında cinsiyet temelli zorbalığı artırarak okullarda erkek öğrencilerin kız öğrencilere yönelik zorbalıklarını özendirici bir etki yaratabilmektedir. Dizilerdeki şiddet sahnelerinin yoğunluğu ayrıca gençlerde empati azalmasına ve saldırganlık eğilimlerinin yükselmesine yol açabilmektedir. Bir kısmına burada yer verdiğimiz bu sonuçlar bile TV dizilerinin okullardaki zorbalık ve şiddet üzerinde önemsenmeyecek bir etkisinin olduğunu gözler önüne sermekte ve bu davranışların önlenmesinde dikkate alınması zorunluluğunu ortaya koymaktadır.
SON OLARAK SİYASİ PARTİ LİDERLERİ VE ÜYELERİNİN İLETİŞİM USLUBUNUN ETKİSİ ÜZERİNDE DURALIM. BUNU NEDEN ÖNEMSİYORSUNUZ?
Siyasi parti liderleri ve temsilcilerinin bu konuda toplumun diğer kesimlerine göre iki kat sorumluluğu vardır. Bunun için onların söylemlerini çok önemsiyorum. Siyaset kurumunun ve mensuplarının temel görevlerinden birisi toplumdaki sorunlara çare üretmek diğeri de bireylere örnek davranışlarıyla rol model olmaktır. Çünkü siyasi liderler, toplum için güçlü rol modelleridir. Aynı şeyi üst düzey kamu yöneticileri için de söylemek mümkündür. Bu aktörlerin kamuoyu önünde sergiledikleri söylemler, neyin kabul edilebilir olduğuna dair normları belirler. 2023 yılında yapılan bir söylem analizi çalışmasında son yıllarda, Türk siyasilerinin söylemlerinde aşağılama, damgalama, düşmanlaştırma ve hatta fiziksel şiddeti ima eden ifadelerin kullanımında bir artış olduğu belirlenmiştir. TV haber programları, siyasi parti grup toplantıları, açık oturumlar, halka açık toplantı ve mitinglerde kullanılan söylemlere bakıldığında; siyasetçilerle birlikte son zamanlarda bazı kamu yöneticilerinin de onların tarzından etkilenerek onlarla birlikte olumsuz ifadeleri içeren söylemlerinin dozunu giderek arttırdığını görmekteyiz. Bununla birlikte, ilginç bir biçimde, birbirlerine yönelik konuşmalarında olabildiğince sert söylemleri kullanan siyasi figürlerin yüz yüze geldikleri durumlarda çoğunlukla nazik bir üslup kullandıklarına şahit olmaktayız. Bu çelişki bize siyaset aktörlerinin birbirlerine karşı bu söylemleri kullanırken gruplar arası çatışmanın olumlu etkilerinden yararlanmayı amaç ettiklerini, fakat çoğunluğunun gerçek yaşamlarında normal davranışlarını sürdürdüklerini göstermektedir. Burada önemli olan şey, bu sözel şiddet içeren söylemleri kullananların taraftarlarının hoşuna gitmeyi, onların parti etrafında kenetlenmesini sağlamayı düşünürken; çocuk ve gençlerin bu olumsuz davranışları modelleyebileceğini ve dolayısıyla okullardaki zorbalık ve şiddet davranışlarını besleyebileceklerinin farkında olmamaları ya da önemsememeleridir. Bu nedenle bu konuda siyaset kurumu yöneticileri, mensupları ile toplumun gözü önünde olan kamu yöneticilerinin konuyla ilgili farkındalıklarının artırılmasının önemli olduğunu düşünüyorum.
OLUMSUZ SÖYLEMLERİN GRUPLAR ARASI ÇATIŞMADAKİ OLUMLU ETKİLERİNDEN NEYİ KASTEDİYORSUNUZ? BİRAZ AÇIKLAR MISINIZ?
Gruplararası çatışma çok basit bir anlatımla bir yada birden çok grup arasında çeşitli nedenlerle ortaya çıkan, anlaşmazlık, uyuşmazlık sürtüşme vb.dır. Siyasi partilerin birer grup olduğunu düşünürsek, bunların aralarında yaşanan çatışmaların her birini gruplararası çatışma olarak tanımlamak mümkündür. Gruplar arası çatışmaların grupların içerisinde ve diğer gruba karşı yarattığı etkiler farklıdır. Gruplar arası çatışmalar grup üyelerinin grubun değerlerine, grup kurallarına, grup normlarına ve liderine bağlılığı artırarak, grup için çok olumlu etkiler yatırken, diğer gruba ilişkin olumsuz algıları pekiştirerek, grup üyelerinin diğer gruba ilişkin düşmanlık duygularını besler ve grup liderinin diğer gruba karşı daha otokratik davranması beklentisini artırabilir. Konuyu siyasi partiler bakımından düşünürsek, siyasi parti aktörlerinin birbirlerine karşı sürekli olarak dile getirdikleri olumsuz söylemlerin parti üyelerini konsolide ederek oy kaybını önlemeye yönelik tipik bir gruplararası çatışma davranışı olarak görmek doğru olacaktır. Ancak hepimizin şahit olduğu gibi siyasi parti liderlerinin bu tür davranışları partileri açısından olumlu sonuç yaratmakla birlikte, toplum ve özellikle gençler ve çocuklar açısından doğrudan veya dolaylı olarak olumsuz sonuçlar doğurabilmektedir. Bu tür bir dil, toplumsal diyalogda çatışmacı ve dışlayıcı bir üslubun normalleşmesine hizmet eder. Sosyal öğrenme bağlamında çocuklar ve ergenler, çözüm üretme, anlaşmazlık yönetimi ve iletişim konusunda bu modelleri taklit edebilir. Okul koridorlarında veya sosyal medyada, siyasette duydukları benzer aşağılayıcı ve tehditkâr dili akranlarına yönelterek kullanabilirler.
Nitekim Yenimesaj (2024) ve UDİAD (2024) raporları, siyasi parti liderlerinin sert söylemlerin toplumda kutuplaşmayı artırdığını ve gençler arasında çatışmacı iletişim tarzını modelleme riski taşıdığını göstermektedir. Diğer yandan yurt dışında Sosyal Öğrenme Kuramı çerçevesinde yapılan çok sayıdaki araştırma, gençlerin saldırgan üslupları rol model olarak içselleştirebildiğini ve bu durumun okul ortamında zorbalık davranışlarını beslediğini ortaya koymaktadır. Bu bulgular, siyasetçilerin olumsuzluk içeren politik söylemlerinin gençlik şiddeti üzerinde dolaylı ama güçlü bir etkiye sahip olduğunu göstermektedir. Bu nedenle toplumsal sorunların çözümünde birinci derecede sorumlu olan siyaset kurumu yöneticileri, mensupları ve kamu yöneticilerinin soruna çözüm üretme yerine, kullandıkları sert üslup ve olumsuz söylemlerle sorunu besleyici davranışlardan vaz geçmelerinin çok önemli olduğunu söylemek istiyorum.
SONUÇ OLARAK NE SÖYLEYEBİLİRSİNİZ?
Türkiye’de çocuk ve ergenlerin, sosyal öğrenme yoluyla zorbalık ve şiddet içeren davranış modellerinde diğer faktörler yanında üç ana kanaldan maruz kaldığını söyleyebiliriz. Bunlar sosyal medya, popüler TV dizileri ve siyasi söylemlerdir. Sosyal medya ve TV dizileri, şiddeti çekici, sorun çözücü ve cezasız bir araç olarak sunarken; siyasetçilerin dili, toplumsal kutuplaşmayı ve düşmanca iletişimi meşrulaştırmaktadır. Bu üç kaynaktan edinilen model davranışlar, özellikle aile ve okul gibi koruyucu sistemleri zayıf olan çocuklar için, okul zorbalığı ve suça yönelmede “öğrenilmiş bir seçenek” haline gelebilmektedir. Bunun için okullarda giderek artan okul zorbalığı ve şiddetini önlemede bu faktörlere de özel önemin verilmesi ve bu sorunun önlenmesi için aşağıdaki çalışmalar yapılmalıdır.
- Sosyal medyanın zorbalık ve şiddeti özendirici içeriklerine yönelik önleyici mekanizmalar oluşturulmalı, bunun için MEB müfredatındaki medya okuryazarlığı dersleri güçlendirilmeli, öğrencilere eleştirel izleme becerileri kazandırılmalıdır.
- TV dizleri ile ilgili RTÜK’ün denetim mekanizmaları daha fazla etkinleştirilmeli, yapımcılarla birlikte senaryolardaki şiddet sahnelerinin azaltılmasına yönelik önlemler alınmalıdır.
- Siyasi parti liderleri, üyeleri ve toplum önünde olan kamu yöneticileri çocuk ve gençlerin zorbalık ve şiddete yönelmemesi için sorumluluklarının daha fazla farkında olmalı, bu bağlamda olumsuz model oluşturacak biçimde zorbalık ve şiddeti besleyen uslubu ve söylemleri kullanmamaya özen göstermelidirler.
- Okullarda, öğrencilere ve ailelere yönelik sosyal-duygusal öğrenme (SEL) becerilerini geliştiren, çatışma çözme ve empati eğitimini içeren, zorbalıkla mücadeleye yönelik programlar yaygınlaştırılmalıdır.
- TÜİK, MEB ve Üniversitelerin işbirliğinde okullardaki zorbalık ve şiddetin sosyal, psikolojik, ekonomik, medyatik, politik ve hukuksal temellerine yönelik detaylı araştırmalar yapılmalı, ve sorunun çözümüne yönelik detaylı bilimsel veriler üretilmeli; çözüm önerileri geliştirilerek, uygulanmalıdır.
Sevgili hocam değerli bilgileriniz için size teşekkür ediyorum. Türkiye Hepimizin, Eğitim Hepimizin...