Şahin Aybek
Okullarda neler oluyor? MESEM devam ediyor çocuk ölümleri sürüyor!
“Çocuk emeği sömürüsünün en doğrudan biçimlerinden biri olan MESEM uygulamasının sonlandırılmasını talep etmek ve çocuklarımızın korunmasını istemek tüm toplumsal kesimlerin ortak görevidir. “
“Eğitim ortamlarını şiddetten arındırmak için bilimsel temelli, kapsamlı bir çalışma başlatmak ve bu konuda güçlü bir toplumsal uzlaşı oluşturmaktır.”
Eğitimci Özgür Bozdoğan ile güncel eğitim sorunlarını konuştuk.

MESEM DEVAM EDİYOR ÇOCUK ÖLÜMLERİ SÜRÜYOR
Mesleki eğitimin sermayenin ihtiyaçlarına göre yeniden yapılandırılması, siyasi iktidarın ve Milli Eğitim Bakanlığının en temel önceliklerinden biri durumuna gelmiştir. Bu doğrultuda hazırlanan “Mesleki Eğitim Politika Belgesi” adım adım uygulanmakta; iki hafta önce MEB tarafından “Türkiye Yüzyılı Mesleki ve Teknik Eğitim Zirvesi” adıyla yeni bir toplantı düzenlenmiştir.
Toplantıda sektör temsilcilerinin dile getirdiği önerilerin merkezinde, sermayenin ucuz işgücü gereksiniminin mesleki eğitim yoluyla karşılanması hedefi yer aldı. Bu doğrultuda daha fazla MESEM öğrencisinin işgücüne yönlendirilmesi talep edildi ve bunu kolaylaştırmak için çeşitli teşvik mekanizmaları önerildi. Öne çıkan başlıklar; askerlik muafiyeti, vergi istisnası, evlilik hibesi, daha fazla uygulamalı eğitim ve okulların fabrikalara dönüştürülmesi gibi teşvik önerileri oldu.
Zirve, tartışılan içerikleri kadar yaşanan protestolar, gözaltılar ve tutuklamalar nedeniyle de gündemin üst sıralarına yerleşti. MESEM kapsamında çırak çalıştıran işyerlerinde yaşanan iş cinayetlerini protesto eden TİP üyesi 16 öğrenci tutuklanırken, gözaltına alınan Özel Sektör Öğretmenleri Sendikası üyesi 4 öğretmen ise adli kontrol şartıyla serbest bırakıldı.
2025 yılında yaşamını yitiren çocuk sayısı 87’ye yükseldi. Tuzla’da çalıştığı bir fabrikada gece saat 01.00’de çıkan yangında Alperen Karaçengel yaşamını yitirdi. Alperen henüz 16 yaşındaydı. Evinde, ailesinin yanında ve güvende olması gereken bir saatte çalışmak zorunda bırakıldığı için hayatını kaybeden çocuklarımızdan biri oldu.
Alperen, yaşamını yitiren çocuklar listesine maalesef eklenen son isim oldu. Dileğimiz, bu sayının artmaması ve çocukların çalışmak zorunda kalmadığı bir yaşamdır.
MESEM kapsamında çırak çalıştırılan işyerlerinde yaşanan iş cinayetlerinin önlenmesi artık ertelenemez bir kamusal sorumluluk hâline gelmiştir. Çocuk emeği sömürüsünün en doğrudan biçimlerinden biri olan MESEM uygulamasının sonlandırılmasını talep etmek ve çocuklarımızın korunmasını istemek tüm toplumsal kesimlerin ortak görevidir.
OKULLARDA NELER OLUYOR?
Ankara’nın Çankaya ilçesindeki Mimar Kemal Anadolu Lisesinde, öğrencilerin bir öğretmene zorbalık yaptığı görüntülerin sosyal medyada paylaşılması önemli bir tartışmanın başlamasına neden oldu. Söz konusu görüntülerde lise öğrencilerinin ders işleyen öğretmene karşı sergilediği saygısız ve kabul edilemez davranışlar toplumda adeta infiale neden oldu.
Görüntülerin sosyal medyada hızla yayılması kamuoyunda geniş yankı uyandırdı ve konu birçok yönüyle tartışılmaya başlandı. Bazı çevreler meseleyi, aileleri tarafından yeterince yönlendirilmemiş birkaç sorumsuz öğrencinin cezalandırılması gereken bireysel davranışları olarak yorumladı. Bu bakış açısına göre, sonuçlara bakılarak sorumlu öğrencilerin sert şekilde cezalandırılması sorunu çözecekti.
Oysa mesele bu kadar basit değil; çözümü de öyle kolay değil. Görüntülerde tanık olduğumuz durum, eğitim aracılığıyla yaşamlarını değiştirme umudu ellerinden alınan gençlerin nasıl uçlara savrulabildiğini gösteren çarpıcı bir örnekti. Eğitimden beklentinin ortadan kalkması, öğrencilerin davranışlarını radikalleştiren başlıca nedenlerden biri hâline gelmiştir.
Ankara’da meydana gelen olaya ilişkin tartışmalar sürerken, aynı hafta içerisinde okullarda yaşanan iki farklı olayın daha basına yansıması “okullarda neler oluyor?” sorusunu çok daha ciddi şekilde gündeme taşıdı.
İlk olay, Türkiye’nin en yüksek puanla öğrenci kabul eden okullarından biri olan İstanbul Erkek Lisesinde meydana geldi. İddiaya göre, okuldaki bazı kız öğrencilere yönelik rahatsız edici davranışları nedeniyle bir grup 9. sınıf öğrencisi, 11. sınıf öğrencileri tarafından bıçak ve muşta kullanılarak darp edildi ve tehdit edildi. Akademik başarısı çok yüksek olan öğrencilerin eğitim gördüğü bir okulda böyle bir olayın yaşanması, meselenin yalnızca ders başarısına indirgenerek tartışılamayacağını açıkça göstermektedir.
İstanbul Erkek Lisesi gibi proje okullarına müdür ve müdür yardımcısı görevlendirmelerinde yaşanan keyfiyet, liyakat yerine sendikal, siyasal ve kişisel yakınlıkların belirleyici olması; yüksek LGS puanlarıyla öğrenci alan bu okullarda yönetim kaynaklı sorunların ortaya çıkmasına neden olmaktadır.
İstanbul Erkek Lisesi’nde yaşanan bu vahim olayın başka okullarda da tekrar etmemesi için, öğretmen atamalarında ve idareci görevlendirmelerinde süregelen keyfi uygulamalara mutlaka son verilmelidir. Esasları ve usulleri açıkça belirlenmiş, şeffaf ve liyakat temelli bir atama sistemi artık kaçınılmazdır.
İkinci olay ise Antalya’nın Serik ilçesinde yaşandı. Merkez Mahallesindeki bir ilkokulun bahçesinde bir kız öğrenci, 11 öğrenci tarafından darp edildi ve bu anlar cep telefonlarıyla kaydedildi. Ailenin şikâyeti üzerine olaya karışan öğrenciler gözaltına alındı ve daha sonra serbest bırakıldı.
Bu olayların peş peşe yaşanması gözlerin Türkiye’deki okullara çevrilmesine neden oldu. Konu yalnızca eğitim kamuoyunda değil, toplum genelinde tartışılırken Milli Eğitim Bakanlığının sessizliğini koruması ve herhangi bir açıklama yapmaması, bu sorunların MEB tarafından yeterince önemsenmediği algısını pekiştirmektedir.
Yapılması gereken; eğitim ortamlarını şiddetten arındırmak için bilimsel temelli, kapsamlı bir çalışma başlatmak ve bu konuda güçlü bir toplumsal uzlaşı oluşturmaktır. Şiddetsiz bir yaşam mümkün.
MÜLAKAT MAĞDURLARI YASA ÖĞRETMENLER EK KONTENJAN İSTİYOR
Mülakat mağduru öğretmenler, maruz kaldıkları haksızlığın giderilmesi ve sorunlarının çözülmesi için mücadelelerini kararlılıkla sürdürüyor. Cumhur İttifakının küçük ortağının genel başkanının TBMM’de yaptığı “mülakat mağduru öğretmenlerin sorunları çözülmeli” çağrısı, çözümün çıkarılacak bir yasayla mümkün olup olmadığı yönünde yeni bir tartışma başlattı.
Milli Eğitim Bakanlığına yakın bazı gazeteciler, kamuoyuna 2023 ve 2024 KPSS sonuçlarına göre öğretmen ataması yapılmasının artık mümkün olmadığı algısını yaymaya çalışsa da gerçek durum bundan ibaret değildir. Sorunun çözümü, teknik bir imkânsızlıktan değil, esas olarak siyasi bir iradenin oluşmamasından kaynaklanmaktadır.
Bu konuda TBMM’ye sunulacak bir kanun teklifine hiçbir siyasi partinin açıkça “hayır” demesi beklenmemektedir. Dolayısıyla çözüm hem mümkündür hem de ulaşılabilir durumdadır. Yeter ki bu konuda net bir irade ortaya konulsun.
Milli Eğitim Bakanlığı yöneticileri uzun süredir öğretmen açığı olmadığı yönünde bir algı oluşturmaya çalışıyor. Ancak aynı zamanda MEB bünyesinde 100 bine yakın ücretli öğretmenin çalışıyor olması, bu iddianın gerçekle örtüşmediğini açık biçimde ortaya koyuyor. Öğretmen ihtiyacını il bazındaki norm açıklarına göre değerlendirmek yerine ülke geneline ait toplam rakamlar üzerinden açıklamalar yapmak, öğretmen açığının “çok az” olduğu yönünde gerçeği yansıtmayan sonuçlara ulaşılmasına neden oluyor.
Öğretmen açığı olmadığını iddia eden MEB yönetimi, o hâlde 100 bine yakın ücretli öğretmenin neden çalıştırıldığını açıklamak zorundadır. Gerçek açıktır: Öğretmen açığı vardır ve ek öğretmen ataması yapılması bir zorunluluktur.
ÖĞRETMENE AKADEMİ BİLMECESİ
1 Eylül 2025 tarihinden itibaren Milli Eğitim Akademisi aracılığıyla öğretmen istihdam edilecek olması, son dönemin en yoğun tartışılan başlıklarından biri haline geldi ve tartışmalar sürmeye devam ediyor. Akademide verilecek eğitimlerin içeriği dikkate alındığında, bu uygulamanın eğitim fakültelerini işlevsizleştireceği; öğretmenliğin evrensel, bilimsel ölçütlere göre değil, eğitimi yöneten siyasi anlayışa göre şekilleneceği yönündeki kaygılar sıklıkla dile getiriliyor.
Bir diğer önemli sorun ise akademide hazırlık eğitimine alınacak öğretmen sayısının yalnızca 10 bin ile sınırlı olması ve bu öğretmenlerin de en erken 2027 yılının Eylül ayında göreve başlayacak olmalarıdır. 2025 AGS sonuçlarına göre alınacak 10 bin öğretmen Temmuz ayında yapılan sınavla belirlenmiş olmasına rağmen, Aralık ayının ortasına gelinmesine karşın hâlâ branşlara göre kontenjan dağılımı açıklanmış değil. Yaşanan gecikmenin öğretmen açığını ve buna bağlı olarak da ücretli ve atama bekleyen öğretmenlerin sayısını artıracağı açıktır.
Geçtiğimiz haftalarda Milli Eğitim Akademisi Başkanının hazırlık eğitimine ilişkin açıklamalarının basında yer almasıyla birlikte yeni bir tartışma daha gündeme geldi. Yapılan açıklamaya göre Ankara ve İstanbul’da akademi eğitimine alınacak öğretmenlere herhangi bir konaklama hizmeti sunulmayacak; diğer illerde sağlanacak konaklama hizmetinden ise MEB ücret talep edecektir.
Akademide hazırlık eğitimine alınacak öğretmenlere 2026 yılı için öngörülen ödeme yalnızca 32.000 TL’dir. Bu ücretle öğretmenlerin yaşamlarını sürdürmesi, konaklama ve beslenme giderlerini karşılaması ne gerçekçidir ne de kabul edilebilir bir uygulamadır.
Öğretmenler, kamusal bir hizmeti yerine getirmek üzere zorunlu olarak bu eğitime tabi tutulmaktadır. Eğitim fakültesi mezunu olan öğretmenler aslında atanma hakkına sahip olmalıyken, kendi istekleri dışında üstelik uzun süreli bir eğitimi almak zorunda bırakılmaktadırlar. Bu nedenle, hazırlık eğitimine alınacak öğretmenlerin beslenme ve barınma ihtiyaçlarının mutlaka kamu bütçesi tarafından karşılanması gerekmektedir.
GERÇEKTEN KİM VAR?
MEB Ortaöğretim Genel Müdürlüğü bir süredir güzel sanatlar lisesi öğrencilerine yönelik “Kim Var” adı altında bir proje yürütmektedir. Bu proje kapsamında AKP milletvekili Yücel Arzen Hacıoğulları’nın katılımıyla öğrencilerden bazı eserleri sahnelemeleri ve şiirler seslendirmeleri istenmektedir. Etkinliğe ilişkin bir uygulama kılavuzu hazırlanmış ve illere göre ayrıntılı bir planlama yapılmıştır.
Güzel sanatlar liselerindeki öğrencilerin ve öğretmenlerin bu tür etkinliklere talimatlarla katılmaya zorlanmasının doğru bir yaklaşım olmadığını belirtmek gerekir. Sanat ancak özgürlüklerin bulunduğu ortamlarda gelişir; bir düşüncenin veya politik yaklaşımın yaygınlaştırılması aracı olarak kullanılamaz. Aksi durumda ortaya konulan eserin sanat niteliği zedelenir.
Etkinliğin, hâlen bir siyasi partinin milletvekili olan bir sanatçıyla gerçekleştirilmesi ise MEB açısından kabul edilebilir bir durum değildir. Okullar kamu kurumlarıdır ve bu nedenle tüm siyasi partilere eşit mesafede olmaları gerekir. Bu çerçevede söz konusu etkinliğe MEB tarafından onay verilmiş olması oldukça düşündürücüdür. Umarız bu yanlışta ısrar edilmez.
Sevgili hocam değerli bilgileriniz için size teşekkür ediyorum. Türkiye Hepimizin, Eğitim Hepimizin...