Can Kakışım
Samast’ı Koruyanlar Kimler?
Yargımız geçen hafta vicdanları kanatan yeni bir karara imza attı ve Hrant Dink’in katili Ogün Samast’ın tahliyesine hükmetti. Samast şu an 33 yaşında. Yani önünde uzun bir gelecek var. Bu ülkeye gönülden bağlı, yurtsever bir aydını taammüden katletti ve hayatının geri kalan kısmını özgür, hatta kuvvetle muhtemel konfor içinde geçirecek.
Bununla birlikte, meseleyi Samast’ın şahsı üzerinden tartışmak da gereksiz. Zira bu cinayette kendisi sadece bir tetikçi. Asıl mesele onun arkasında olanlar, ona bu cinayeti işlettirenler ve bugün onun tahliyesine giden yolu açanlar. Dolayısıyla bu noktada esas sorumuz, Rakel Dink’in deyimiyle, “bir bebekten katil yaratan karanlığın” neden aydınlatılamadığı üzerine olmalıdır.
En basitinden şunu düşünelim: Bu cinayetin Samast tarafından tasarlanmadığı, cinayet planının organize bir ekibin işi olduğundan şüphesi olan yok. Peki o halde, yaşı Samast’a yakın birkaç kişiden başka kapsamlı biçimde tartışılan, araştırılan neden olmadı? Sistematik cinayetin sistematik arka planı neden açığa çıkarılmak istenmedi?
Samast yakalandığında polis karakolunda kaydedilen görüntüler neydi peki? Onun arkasını sıvazlayanlar, ona “Aferin aslanım” deyip çay servisi yapanlar, eline bayrak verip onunla hatıra fotoğrafı çektirenlerin kaçına görevden el çektirildi? Bunların kaçı şu an görevde ve AKP iktidarı ile nasıl bir ilişki içerisinde? Acaba şu an AKP destekçisi mi bu kişiler?
Veya Dink ailesi avukatlarının itirazlarına rağmen mahkemenin Samast’a “terör örgütü” yerine “adi örgüt”ten ceza vermesi ve Yargıtay’ın da bunu zamanaşımı gerekçesiyle düşürerek onun az ceza almasını sağlaması gerçekten hukuki bir düzenleme midir? Değilse, bu koruyucu tavrın sebebi nedir?
Her şey bir tarafa, henüz üç sene önce üç gardiyana saldıran, bir gardiyanın boğazına bıçak dayayan bir kişi nasıl oldu da iyi halden faydalanabildi? Uzman hukukçulara göre en az altı sene daha içeride tutulmasının mümkün olmasına karşın Samast, tutuklu gazetecilerin, yazarların faydalanamadığı koşullu salıvermeden nasıl yararlandı?
Yaşananların şu kısacık özeti bile akıllarda fazlasıyla soru işareti yaratıyor. İşin aslı şu: Bu kadar önemli, sembolik bir davada alınan bu tahliye kararı tesadüfi değildir. Toplum için sembolik bir davada, yine sembolik bir karar çıkmış ve topluma “Bir şey değişmedi, değişmeyecek” mesajı verilmiştir.
Evet maalesef bir şey değişmiyor. Yıllar geçiyor, hükümetler gelip gidiyor ama ülkemizde faili meçhuller bitmek bilmiyor. Dün Uğur Mumcu, Bahriye Üçok, Ahmet Taner Kışlalı, sonra Necip Hablemitoğlu, Hrant Dink, daha da sonra Tahir Elçi ve en son Sinan Ateş. İdeolojisi, kimliği fark etmeksizin insanlarımız öldürülüyor, katiller yakalanmıyor ve biz ancak seyredebiliyoruz.
Bunun sebebi aslında açık. Türkiye bir türlü hukuk devleti olamıyor, hukukun egemenliğinin tesis edildiği bir ülke haline gelemiyor. Hukuk devletinin olmadığı yerde de çeteler cirit atıyor ve devlet kurumlarının işleyişine de çomak sokuyor.
Şunu açıkça ifade edelim; derin devlet denen bir şey yoktur. Sadece hukuksuzluk vardır. Eğer hukuk yoksa orada çeteler kendilerini devlet yerine koyar, kendi çıkarlarını devletin çıkarı gibi gösterir ve kendilerini “devletin derin aklı” gibi pazarlar. Bu çetelere derin devlet demek onlara hak etmedikleri bir ahlaki ve felsefi paye vermektir.
Bizim ihtiyacımız olan, bizim yerimize karar alacak “derin” görünümlüler değil, sadece daha fazla demokrasi ve adalettir. Yaşadıklarımız ümidimizi kırsa da daha fazla demokrasi ve adalet için talepte bulunmaktan vazgeçmemek, devletimizin hukuk devleti ilkelerine bağlı kalması için ısrarcı olmak aslî yurttaşlık görevimizdir. Çünkü ülke bizim ve mücadeleye devam etmekten başka seçeneğimiz yok.