“Normalleşme” Artık Daha Zor…

Ve hatta, “kayyum” ısrarı ve işin devamının da geleceğinin sinyalinin bilfiil Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından verilmesi, muhalefetin olması gereken “kırmızı çizgisinin” çoktan aşıldığının ilanı.

Ama, bu “kırmızı çizgiyi” CHP, kendine koyuyor mu?

Kayyum atamaları, hep “ideolojik” ve/veya güvenlikçi bir anlayışın sonucu olarak yorumlanıyor.

Oysa, işin odağında, “normal şartlar” altında asla kazanılamayacak yerel yönetimlerin, “ele geçirilmesi” ve o kentlerin tüm kaynaklarının iktidara tahsis edilmesi (de) yatıyor.

Bahadır Özgür’ün Gazete Duvar’daki “Milyonlarca liralık ‘bağış’ skandalı: Ver parayı, al imarı!” başlıklı yazısında şöyle deniyordu:

“Diyarbakır Belediyesi’nin eski kayyım yönetiminin, ‘şartlı bağış’ adı altında parayı verene ‘kişiye özel imar planı’ hazırladığı ortaya çıktı. 200 bin liradan başlayıp 4 milyon liraya kadar çıkan onlarca ‘bağışın’ sebebi yeşil, spor veya park alanı olan arsaların niteliğinin konut ve ticaret alanına çevrilmesi.”

Atanan kayyımların, yönettikleri şehirlerde halka hizmeti öncelik haline getirmek yerine; aralarına halkla duvar ören, kimseye hesap vermez ve hesap sorulamaz yönetimler oluşturmaları bıkkınlık ve yılgınlık yaratıyor.

Di-En Anket’ten Tacire Baktaş’ın paylaştığı, Aralık 2023’e ait Diyarbakır Batman, Van verileri çarpıcıydı: bu kentlerin insanları, yüzde 80’i aşan oranlarda kayyumlar tarafından yönetilen belediyeleri tercih etmiyordu. 13-17 Aralık 2023’te Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi sınırları içinde ikamet eden 2672 kişiyle telefon üzerinden görüşülerek yapılan araştırmaya göre, kentin %82’ye yakını, kayyum yönetimini tercih etmiyordu.

Hakkari’de %70’e yakın destekle seçilmiş bir belediyeye kayyum atamak; belediye meclisine yeni bir başkan seçme imkanını tanımamak, “milli iradeyi”, demokrasiyi tanımamak değil de ne?

Hakkari’de olan Hakkari’de kalmaz; yarın öbür gün başka başka şekillerle, diğer yerel yönetimlere de yapılır. Halkın iradesi ve demokrasinin üzerinde başka yerlerde, farklı biçimlerde de tepinilir.

Kırmızı çizgi gibi bir çizgi bu olmayacaksa, ne olacak?

Normalleşmenin raf ömrü tükenirken…

Normalleşme, “kayyum ısrarı” nedeniyle de, hiç taviz vermeden sürdürülen “tepeden inmeci” tüm diğer yaklaşımlar sebebiyle, hızla “son kullanma tarihi” geçen bir “seçenek” haline dönüşüyor.

Bunun öncelikli sebebi, elbette iktidar cephesinde gerçekten de “normalleşmek” gibi bir niyet olmaması. Tersine, kendine “normal” ama Türkiye için “anormal”de ısrar etmesi.

Sadece son 24 saat içinde olup bitene baktığımızda Hakkari’de kayyum ataması yapılmasını protesto eden milletvekillerine karşı son derece sert müdahaleleri bir yanda; Hatay’daki tapulu mal mülklerinin rezerv alan ilan edilmesine karşı çıkan depremzedelerin defalarca yumruklanması diğer yanda…

Türkiye’nin ekonomik kriz hallerine rağmen, “Afganistan İslam Cumhuriyeti”ne, nam-ı diğer Taliban yönetimine yardım kararnamesi gibi “bir gece ansızın” Cumhurbaşkanlığı kararnameleri öte yanda…Daha önceki gün, aralarında 14 kadının bulunduğu 63 kişiyi stadyumda kamçılatan Taliban yönetiminden bahsediyoruz…

Ancak, mesele iktidarın “niyetsizliği” ötesinde; “normalleşme diyaloğunu” sürdürmek, CHP için giderek maliyetli hale gelmeye başlayacak olması.

CHP, önce kendi tabanı ve 31 Mart’ta oluşan “Türkiye İttifakı” tabanına hitap etmeyi öncelemeliydi

Öncelikle, CHP’nin kendi tabanı ve ötesinde 31 Mart’ta sandıkta iradesini sergilemiş toplumsal muhalefetin algı dünyasında “normalleşme”, muhalefeti “hiçleştiren” bir süreç haline gelmeye başlıyor. Bunun bir sebebi, “Batı cephesinde yeni bir şey yok” misali iktidar cephesinde değişen hiçbir şey olmaması. Ama bunun ötesinde, CHP de temel bir hata yaptı: 2 Mayıs’ta Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile görüşmeden önce ve görüşmenin sonrasında kendi tabanını “ikna etmeye” öncelik vermedi. Hele de, tabanın en azından bir kısmında ciddi bir “1 Mayıs şoku ve travması” yaşanırken…

Tersine CHP Yönetimi, 2 Mayıs ve hemen ardında “öteki mahalle” olarak adlandırdıkları, AK Parti ve ötesinde Cumhur İttifakı seçmenine ulaşabilmeyi, onların algısına hitap etmeyi öncelediler.

Halbuki, öncelikle CHP’nin kendi “klasik” seçmenleri ve 31 Mart’ta oluşan, herkese ve herşeye rağmen bir araya gelen “Türkiye İttifakı”na hitap edip; onları muhattap alıp, Erdoğan ve AK Parti ile diyalogdan ne anladıklarını, ne beklediklerini net biçimde ifade etmeleri gerekiyordu. Kendi tabanına, seçmenine öncelik vermeyen, başka tabanları da çekemez. O tabanın parçası olmanın “özel” bir yanı olmalı ki, başka kitleler de, oy tercihini değiştirecek kadar; parti aidiyetinden vazgeçip bir başkasını tercih edecek kadar o tabana “özensin”.

Kendi tabanına özenmeyen, nasıl başka tabanları kendisinden olmaya özendirsin?

Diyalog, görüşme yanlış değildi.

Elbette, Rize Çay Mitingi’nde CHP lideri Özgür Özel’in dile getirdiği gibi, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı hedefe oturtmaya gerek yok. Bu gibi bir üslup, kutuplaşmada keskinliği yeniden körükler; Türkiye İttifakı’nı genişletecek yerde kısıtlar-bu doğru.

Ama muhattap almamak ve kendi yolunda yürümek de bir seçenek. Ve belki de, asıl seçilmesi gereken.

“Vakayı Akşeneriye”

Meral Akşener, çözülmez ve açıkçasının insanın çözmek dahi istemediği “hallerinden” birini daha sergileyip Cumhurbaşkanı Erdoğan ile görüştü malum.

Şimdi Akşener’in, bu ülkenin kadınlarının siyasette önünü açan değil de kapatan “ikinci Tansu Çiller” vakası olmasını ele alalım? Siyasetçilerin tümünün itibarını iyice düşürmesine yaptığı katkıları, politikacılara “güveni” iyice düşüren bir vaka olmasını mı?

“Üzerine konuşmaya bile değmez” deyip geçebilseydik keşke: fakat, Akşener, başta kendi kurduğu partisi, “evi” İYİ Parti’yi çok güç duruma düşürdü. Partisinin yeni lideri Müsavvat Dervişoğlu’nu hiçe saydı ve tabii, partisine emek veren, vermekte olan herkesi de rendice etti. Kendi görüşmeyi doğru bulsa da, önce partisinin izni ve rızasını almalıydı.

Akşener, CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in de işini zorlaştırdı: 11 Haziran’da Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Özel’in CHP Genel Merkezi’ndeki görüşmesinde, Akşener’in gölgesi de olacak.

“Dokunan yanıyor” düşüncesinin kesifliği, “Erdoğan ile görüşen muhalefet olma özelliğini kaybediyor” algısı, Özel’in de üzerine sinmeye başlayacak.

O nedenle, 11 Haziran görüşmesinin gündeminden iletişimine oyun kurucusu Özgür Özel olmak zorunda.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Sezin Öney Arşivi