Mustafa K. Erdemol
Faruk Zabcı’yı kaybettik Büyük bir gazetecinin ardından
Yüzyıllar önceymiş gibi geliyor ama çok değil daha yirmi ya da yirmiş beş yıl önce tüm büyük gazetelerin Avrupa büroları vardı. Günümüzün iletişim olanaklarından mahrum olunan o dönemlerde dış dünyadan bu büroların başındaki parlak gazeteciler sayesinde haberdar olurduk. Birkaç dil bilen, siyasal,sosyal gelişmeleri yakından izleyen, entelektüel birikimi olan insanlardı. Ne yazık ki çoğu unutulup gitti.
Faruk Zabci da belki bir entelektüel değildi ama kesinlikle bu gazetecilerdendi. Galatasaray Lisesi mezunu, Fransızcayı da İngilizceyi de anadili gibi konuşan bir gazeteci olarak dünyanın her yerinde haber kovalamıştı. Kelimenin tüm anlamıyla nesli tükenmiş denilen gazetecilerdendi.
Ses getiren haberleri arasında Irak’ın Süleymaniye kentinde Türk askerlerinin başına çuval geçirilmesi olayına tanıklık edişi vardır. Bosna Savaşı’nı izlerken kahvesini bitirip uzaklaştıktan sadece beş dakika sonra bulunduğu yerin havaya uçurulmasıyla ölümden de dönmüştür. Somali’de, korsanlar tarafından kaçırılması ise ayrı bir vakıadır. Sudan’da izini bulduğu Çakal Carlos’la dostluğu dillere destandır. Carlos, tutulduğu cezaevinden telefonla her arayışında Zabcı’ya “merhaba ben komutan” diyecek kadar muhabbet beslerdi. El Kaide lideri Usame bin Ladin öldürüldüğü günün ertesinde Pakistan’a uçup olağanüstü önemde haberler geçmiş oluşu da akıllardadır. İngiltere Temsilciğini yaptığı Hürriyet’in yurtdışından manşetini belirleyen çok ama çok büyük bir gazeteciydi.
Faruk ağabeyin, bir gazetecinin olması gereken şansa fazlasıyla sahip olduğuna inanırdım. O kadar ilginç rastlantılar yaşamıştır ki, birçok habere böyle ulaşmıştır çünkü. Bir dönem eylemleriyle büyük ses getiren İrlanda Cumhuriyetçi Ordusu’nun (IRA) iki eylemine tanık olması bir gazeteci için büyük şanstır. Üçüncü kez bir eylemin daha fotoğraflarını çekince “IRA ile işbirliği yapıyor” şüphesiyle İngiliz polisince sorguya çekilmesine çok gülmüştük. Olayın ciddiyetini kavramamız çok sonradır.
İyi hem de çok iyi bir gazeteci olduğuna kuşku yok. İnsan ilişkileri için aynısını söylemek çok zor maalesef. Gazeteciliğinin yanı sıra bir iş adamıydı Faruk ağabey. İngiltere’ye gelen tüm Türk gazetelerinin dağıtımını da yaptığı bir ilan şirketi vardı. Bendeniz de bir başka gazetenin temsilciğini yaparken (beni kefil gösterip kredi çeken, ancak ödemeyen arkadaşımın başıma sardığı binlerce sterlinglik borcu ödemek için) Faruk ağabeyin şirketinde çalışıyordum. Gazetenin Londra ile Avrupa baskılarına da haberler yapıyordum. Gündüz haber yaptığım gazeteyi gece sabaha kadar dağıtan bir şofördüm. İlan cennetiydi İngiltere. Bu yüzden Faruk ağabey bazıları kısa ömürlü olan birkaç da yerel gazete/dergi çıkardı. Orada da oldum. Tüm bunlar otuz yılı buldu. Yirmi dört yaşında yanında çalışmaya başladığım Faruk ağabeyden 50’li yaşlarımdayken kurtulabildim.
Çok ilginç bir adamdı. Kendini biraz zorlasa olağanüstü iyi bir insan olabilirdi. Çalışma arkadaşlarının da, yanında çalışanların da canını çok yakmıştır örneğin. Ofiste huzursuzluklar çıkmasından keyif aldığına tanığım. Çok kavga ederdik bu yüzden. Oysa kimi hasletleri olan biriydi. Çok tuhaftır, hiç ama hiç küfür ettiğini duymadım. Başkasınınn arkasından konuştuğunu da.
Çalışanlarını kovmaz, ama onları kendiliğinden işi bırakıp gidecek hale getirirdi, tazminat ödememek için. Birgün herkesin içinde ağır laflar ettim, beni kovsun diye. Kovdu. Hayatımda pratik bir yarar umarak mahkemeye verdiğim tek insandır. Kazandım, küçük bir tazminat alabildim. Sonra artık bir çalışanı olarak değil ama bir meslektaşı olarak sürdü dostluğumuz. O büroda hala hayatımda olan güzel insanlar, gazeteciler tanıdım. Mihrişah Safa, Nevsal Elevli, Birol Yiğitcan. Faruk ağabey bilmeden köklü dostluklar kazandırdı bana.
Arkadaşları ikna ederek bir meslek örgütünün kuruluşuna önayak oldum. Özel günlerde toplanıp yemek yemekten başka bir iş yapamadık ama birlikte olmayı başardık. Londra’ya her gidişimde dost meslektaşlarımın gelişimi fırsat sayarak düzenlediği yemeklerde buluştuk hep. Hemen hepsine Faruk ağabey de katıldı. Yerinde duramayan, aceleci o adam gitmiş hareketleri yavaşlamış birisi gelmişti artık. Böyle bir buluşmada ressam arkadaşımız Cevdet Akman’ın yaptığı bir plaket sunduk ona dernek olarak.
Şanslı bulurdum deyişimin bir nedenini daha söyleyeyim: Bu kadar insan kırıp, aynı insanlar tarafından seviliyor olmak herkese nasip olmaz. Bu adam böyleydi. Tuhaf bir biçimde hayatımızdaydı, severdik.
Marmara’nın bir kıyısından diğerine yüzecek kadar iyi bir yüzücü oluşuna kimseyi inandıramazdınız. Kısa sayılacak bir boy, hep zayıf kalmış bir beden. İnanamazdınız yüzme şampiyonu olduğuna. Bir de, eski bir Türkiye güzelinin sevgilisi olduğuna. Yakışıklı olmamanın önemli olmadığının kanıtıydı bizim için.
Hayatımda hiç kimseye Faruk ağabeye kızdığım kadar kızmadım. Bencilliğiyle başa çıkmak zordu çünkü. Ama o da benim gibi kimseye kin tutmaz, küskünlüğü uzun sürmezdi. Yavaş yavaş beynini hafızadan yoksun bırakan o hastalığın belirtilerinin başladığı sıralarda günün herhangi bir saatinde arar, anlamsız şeyler söylerdi. Yine aradı bir gün. Bir haberden söz ediyordu, başı sonu belli olmayan cümlelerle. “İlgilen evladım, buradan büyük iş çıkar” dedi. “Tamam Faruk ağabeyciğim tabii ki ilgileneceğim” diyerek yanıtladım. Bu konuşma gün içinde üç kez tekrarlanınca anladım Faruk ağabeyin artık o olmadığına. Hafızasını yitirirken bile haberdeydi kalan aklı.
Basın tarihimizde çok ama çok özel bir yeri olacak Faruk ağabeyin. Bari biz anlatım dedim. Hayatını yazayım istedim. Başladım da. Araya pandemi girdi, kaldı öyle. Ama mutlaka biri yazmalı. Kaybettiğimiz hep muhabir kalmış çok büyük bir gazeteciydi. Fotoğrafları hem Türkiye’de hem de dünyada ödüller kazanmıştı. Son elli yılın en büyük haber fotoğrafçıları listesindeydi de.
Şu kötü tabii: Faruk ağabey gibi yaşı benden büyük yakınlarım hayattayken “genç” kalabiliyorum. Öldüklerinde, yanlarında kendimi genç hissedeceğim kimse kalmamış oluyor.
Ölümünüzle beni biraz daha yaşlandırdınız Faruk ağabey. Nurlar içinde uyuyun. Sinir bozuculuğunuzu, çocuksuluğunuzu, kavgalarımızı, sarmaş dolaş oluşlarımızı unutmayacağım.