Mustafa K. Erdemol
Bir Yaşam Öyküsü: Özgürlükçülükten Otoriter Savunuculuğuna 'Alev Alatlı'
Yazarlar Kooperatifi‘ne (Yazko) sık sık geldiği zamanları anımsıyorum. Hızı solcuydu sanki, aklımda öyle kalmış. Yazko Başkanı Erol Toy ağabey karşılar, onu odasına alır, başkalarının da katılımıyla uzun uzun konuşurlardı diye kalmış aklımda. Solcu edebiyat çevrelerinde hayli popüler olduğuna da tanığım. Yazko’da ilgiyle karşılanması ondandı.
Darbe günleri; faşist cunta işbaşına geleli en fazla altı, yedi ay olmuştu. Yazko’nun o zor koşullarda, cunta baskısı altında çıkardığı haftalık Somut dergisinde, aydınları eleştiren, Aydın Despotizmi adını taşıyan yazıları yayınlanıyordu. Doğrusu ilgi de çekmişti. Aydınların entelektüel şiddetinden yakındığı, daha özgürlükçü bir tutumu anlattığı yazılardı diye anımsıyorum. O kadar özgürlükçüydü yani.
Yükselen değer, cuntaya rağmen, solculuktu tabii o zamanlar. Entelektüel dünyaya sol egemendi, bilen bilir. Sadece Yazko’ya gelip gitmekle kalmaz, yine solcu bilinen Cumhuriyet gazetesinin İngilizce dergisini çıkarırdı. Fikirleri ne zaman değişti Alev Alatlı’nın bilemem. Ama solculuğun bittiğinin sanıldığı bir döneme denk düştüğü kesindir bu değişimin. Sonrasında onu Fethullahçıların yayın organı Zaman gazetesinde yazarken gördük. Selim İlerisinden, Hilmi Yavuzuna kadar “solda” bilinen kim varsa o gazeteye doluşmuştu zaten. Alev Alatlı da orada ne “edebiyat” parçalıyordu, görmeliydiniz. Sonra, malum kapışmada iktidardan yana tavır aldı. Ölünceye kadar da iktidarın destekçisi oldu.
Kimilerine göre çok derinlikli, hatta neredeyse “filozof” olan Alatlı’nın Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Ödülü’nü alırken Recep Tayyip Erdoğan için sarfettiği sözler, hiç de “aydın despotizminden” yakınıp, özgürlükçü düşünen birinin ağzından çıkabilecek sözler değildi: “George Orwell ayağa kalkar sizi alkışlardı. O yetmez Daniel Defoe da kalkar o da alkışlardı. Sizin sahici dostlarınız sanatçılar ve edebiyatçılar arasındandır” demişti Erdoğan’a.
Orwell’in de Defoe’nun İngiliz istihbaratının elemanları olduğunu herhalde bilirdi. Deofe, yaşadığı dönemde İskoçya’da krallık aleyhtarlarını saraya bildiren bir ajandı, malum. Orwell de öyledir. Bu sözleriyle ne demek istediğini kendisinden başka kimse anlamamıştı. Sanıldığı gibi çok da ciddiye alınmadığından kimse üzerinde durmadı sözlerinin.
Bir ara sevgili “cumhurbaşkanı” büyük düşünür Noam Chomsky’ye kızdığında, Alatlı’nın tavrı tam da azgelişmiş ülke aydınının tavrıydı: “ırkçı, kompleksli, egemensever” tutumunu tüm çıplaklığıyla ortaya koyan bir tavır. “Cihanşümul değil” diyerek sözüm ona küçümsediği Chomsky’nin ne kadar “cihanşümul” yani evrensel olduğu tipik bir azgelişmiş ülke figürü olan hanımefendinin diline düşmesinden de belliydi aslında ama o bunu bile fark edememişti.
Bir zamanların “solcu” Alev Alatlı’sı bir dolu ayıbı içinde barındıran şu sözleri de sarfetmişti : “Chomsky bir kere 87 yaşında bir adam. Amerikan solundan yetişmiş New Left (Yeni Sol) artığı bir Yahudi ve anarşist solculardandır. Dil bilimci diyorlar, doğru ama İbranice’dir alanı. Öyle Cihanşümul bir dil bilimci filan da değildir. Bu adam da şiddet karşıtlığı da yok”.
Hem etnik düşmanlık, hem de yaş ayrımcılığı (ageism) yapıyordu bu sözlerle. Bu tür ifadeleri kullanmadan bir eleştiri yapabilmek bir sağcı için zordur. Chomksy’nin şiddete karşı olmadığını söyleyerek kendisini dinleyenlere, okuyanlara düpedüz yalan söylüyordu. Çünkü Filistinlilere yönelik şiddet politikasına karşı çıktığı için İsrail’in Chomsky’ye yıllarca ülkeye giriş izni vermediğini biliyordu. Chomsky’ye kızgınlığı, Erdoğan kızdığı içindi sadece.
Ölüm haberini takside radyodan duydum. Spiker “bu dünyayı hak etmedik” dediğinden söz etti, anlayabildiğim kadarıyla. Tüm dünyanın yükünü sırtlamış birinden söz ediliyordu sanki. Çoğumuz dünyanın içinde bulunduğu halden memnun değiliz. Hukuksuzluktan, sevgisizlikten, sömürüden yakınmıyor muyuz? İktidarın tüm nimetlerinden yararlanan biri olarak Alatlı’nın “hak etmediğinden” yakındığı o dünya hangisiydi acaba? Sömürü dünyası mıydı? Ramazan sofralarında sermayenin kodamanlarıyla oruç açmış biri olarak bu pek mümkün değildi. Hukuksuzluğun hüküm sürdüğü bir dünya mıydı yoksa? Binlerce insanın, bir zamanlar gazetelerinde yazı yazdığı Fethullahçılarla ilişkisi olduğu suçlamasıyla haklarının yenmesine sesini çıkarmayan birisi olarak bu da pek mümkün değildi.
Peki özgürlüklerin kısıtlandığı bir dünya mıydı şikayet ettiği dünya? Kavala’nın Demirtaş’ın Atalay’ın hukuksuz bir biçimde hapiste tutulmalarına aldırış etmeyen biri olarak, yakınabilir miydi böyle bir dünyadan, gerçekten? Arkadaşlığa, vefaya önem vermeyen bir dünya mıydı “hak etmediğimiz”? Zaman gazetesinde yazı yazdığı Hilmi Yavuzlar, Şahin Alpaylar, Ahmet Turan Alkanlar için reisi nezdinde kılını kıpırdatmadığına göre herhalde bu da olamazdı.
Hem Fethullahçıların, hem de iktidarın nimetlerinden son derece yararlanmış birisi olarak, “kurduğu kendine özgü dünyası”nda yakınacak bir şeyi yoktu aslında.
Çok iyi zamanda yanaştı İslamcılara. Bizzat R T Erdoğan’ın da “kültürel iktidarı kuramadık” diyerek yakındığı İslamcı sağdaki “aydın” boşluğunu kolayca doldurdu. Bir “mütefekkire” kabul edilmesi bundandır. Solda, benzerleri çokça yazılmış kitaplarının orijinal sanılması da buna yardımcı oldu.
Aydın’ın despotizmine bile tahammül edemeyen birinden, otoriterliğe aşık birine dönüşmesi elbette trajiktir.