Lûbe Ayar
Aynadaki Yüzleşme
Kahramanmaraş’ın Pazarcık ve Elbistan ilçelerinde dokuz saat arayla meydana gelen 7.7 ve 7.6 büyüklüğündeki iki büyük depremin üzerinden koca bir yıl geçti. 11 şehrimizi yıkan ve Cumhuriyet tarihinin en büyük felaketi olan 6 Şubat depremlerinde (kimseyi ikna etmeyen resmî rakamlara göre) 53 bin 537 canımızı kaybettik. Depremden etkilenen Suriye’de de 8 bin 476 kişi hayata veda etti. Evvela kayıplarımıza rahmet, acılı yakınlarına bir kez daha baş sağlığı diliyorum.
Hey gidi Ahmet Mete Işıkara!
Genel seçimler, muhalefetin hâli, çıldıran enflasyon, yeni grip salgını derken hayat bir heyula gibi üzerimize çöktüğünden olsa gerek bir süredir bakışlarımızı deprem bölgesinden çekmiştik. Felaketin yıldönümü vesilesiyle yapılan televizyon yayınları hem acılarımızı tazeledi hem hatalarımızı yeniden yüzümüze vurdu.
Yıllardır her sabah olduğu gibi dün yine İsmail Küçükkaya’yı izliyordum. Halk TV ekibiyle Malatya’dan canlı yayın yapan Küçükkaya, büyük depremi aylar evvel öngören değerli konuğu Prof. Dr. Naci Görür hakkında, “Türkiye’de en güvenilen kişi” dedi. Bu cümle beni uzun yıllar öncesine götürdü. 1999’daki Marmara depreminden sonra Milliyet’in istihbarat servisinde muhabirlik yapmaya başlamıştım. Jeologların yine çok popüler olduğu zamanlardı. Depremle ilgili her haber gazetelerde geniş yer buluyordu, çok sayıda deprem paneli izledim ve haberini yaptım. O zamanlar basın en çok Prof. Dr. Ahmet Mete Işıkara’ya yer verirdi. “Deprem Dede” lakabıyla anılan ünlü jeolog sadece “en güvenilen kişi” değil “en seksi erkek” listelerinde bile bir numaraydı. Ama o bunlarla ilgilenmedi, dili döndüğünce beklenen İstanbul depremine hazırlanmamız için çabaladı. “İstanbul’da zeminin en kötü olduğu yer Batı yakası sahilleridir” dedi durdu. Ama bizi uyandırmaya ömrü yetmedi. Şimdi gidin de görün ne durumda oralar!
Soru değil “şantaj”!
Son birkaç gündür sosyal medyanın gündemi de depremdi. Enkazlardan çıkan notların ve özel eşyaların fotoğraflarıyla bir kez daha darmadağın olduk. “Hepimiz öldük, bazılarımız gömüldük” diyen insanlarımızla gözyaşı döktük. Yerle yeksan olmuş Hatay’ı terk etmeyenlerin sessiz yürüyüşüne tüm kalbimizle katıldık. Anma törenlerine katılan siyasetçileri protesto edip Hatayspor Teknik Direktörü Volkan Demirel’i alkışlarla bağrına basanlara hak verdik. Anma törenlerini yasaklayan Malatya Valiliği adına utandık.
Ama tüm utançlarımız AKP’li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın sözlerinin yanında yersiz kaldı. Erdoğan, hem de Hatay’daki anma töreninde ve Hataylıların gözü önünde, “Merkezi yönetimle yerel yönetim el ele vermezse, dayanışma halinde olmazsa o şehre herhangi bir şey gelmez. Hatay’a geldi mi? Şu anda Hatay garip kaldı” dedi. Duyduklarıma inanamadığım için (hâlâ neye şaşırıyorsam) tekrar tekrar dinledim. Zaten son genel seçimde depremden etkilenen 11 şehirde AKP’nin birinci parti olmasının nedeni de buydu. Depremzede insanlarımız, “Davul onda tokmak onda, kasanın anahtarı onda, yaparsa yeniden çatımızı o yapar” diye düşündüler. Bu konuda onlara hak vermemek mümkün değil! Seçimden bu yana dertlerine ne kadar deva bulduklarını da en iyi kendileri biliyorlar. Ama bizzat ülkenin lideri tarafından şantaja uğradıktan sonra nasıl bir tavır göstereceklerini marttaki yerel seçimlerde göreceğiz.
Erdoğan’ı dinlerken depremden sonraki günlerde, “Nerede bu devlet? Nerede asker?” diye isyan ettiğim sosyal medya mesajlarım nedeniyle hakkımda açılan soruşturmayı hatırladım. Benim masum sorularımda hukuka aykırı bir şeyler bulanlar, “devletin neden Hatay’da olmadığını” bizzat açıklayan Erdoğan’ın o utanç verici konuşmasını dinlerken alkış tutmuşlardır herhalde…
Allah’ın bizimle bir zoru mu var?
Gelelim son günlerin en can sıkıcı detayına… Bitmeyen acılarımızın nedeni, ekrana çıkan siyasetçi, gazeteci, jeolog ve vatandaşların dilinden düşmeyen, “Allah bize bir daha böyle acılar yaşatmasın!” cümlesinde kendini apaçık gösterdi. Ne kadar iyi niyet taşırsa taşısın bu cümle beni kahrediyor. Allah’ın bir derdi mi var Türkiye’yle? On yılda bir, on binlerce insanımızı taşa toprağa gömerek intikam mı alıyor bizden? Türkiye’deki depremi “bize yaşatan” Allah ile kimsenin ölmediği depremleri “Japonya’ya yaşatan” Allah başka mı? Neden kendimizi sorgulamak, hatalarımızla yüzleşmek yerine en büyük günahlarımızın suçunu Allah’a atıyoruz?
Büyük vatan şairimiz Nazım Hikmet’e diğer eserlerine hiç benzemeyen bir şiir yazdıran neden de böyle bir olay olsa gerek! O, hayatı boyunca işçiye, emekçiye, yoksula umut veren şiirler yazdı. Onların bu dünyayı değiştireceğine inandı. Fakat, “Akrep Gibisin” adlı şiirinde oku ezilenlere çevirdi. Adam ince ruhlu bir şair olduğu için, “kabahat senin demeye de dilim varmıyor ama” notunu düştüğü şiirini, “kabahatin çoğu, senin canım kardeşim!” diye bitiriyor. Neyse ki ben şair değilim gazeteciyim ve bu sayede lafı dolandırma gereği duymuyorum: Bize bu acıları yaşatan biziz kardeşim! Yüzümüzü başka yönlere çevirsek de acı gerçek bu ve tam karşımızda duruyor.
Hatalarımızla yüzleşme zamanı
Şehirleri depreme dayanıklı hale getirmeleri gerekirken “imar affı” çıkaran siyasetçilerin yüzüne tükürmek yerine onlara oy vermedik mi? Hatay’da 30 bine yakın binanın imar affına başvurduğu ve 200 bine yakın konutun bu aftan yararlandığı yalan mı! Peki ya siz? Türkiye’nin neresinde yaşarsanız yaşayın; binanızın dayanıklılığını test ettiniz mi mesela? Ben yapamadım! Doğduğumdan beri birlikte yaşadığım Üsküdar’daki komşularımı karot testine ikna edemedim. Duvarlarında çatlaklar oluşan 50 yıllık apartmanımızın sakinleri, “test iyi çıkmazsa taşınmak zorunda kalırız” dediler. Testin amacı buydu ama kimseye anlatamadık, biz taşındık, onlar hâlâ oradalar!
Velhasıl siyasetçilere tepki göstermekte haklısın güzel kardeşim… Ama gözlerinin içine bakıp yüzleşmen gereken biri daha var, aynada seni bekliyor!