Enseyi Karartmayın...

Enseyi Karartmayın...
Ve bir umut, devamlı onunla empati kurmaya çabalamam…İçimde biriken öfkeyi dizginleyip, hınçla dolu o insanı tanımaya, o hıncın ateşinin neden yüreğinde kızgın bir volkana dönüştüğünü anlamaya; kendi adıma, o ateşe nasıl odun taşıdığımı bilmeye; kendisini kiminle ne şekilde özdeşleştirip aslında kimlerden intikam almak istediğini öğrenmeye uğraşmam… Dr. Altar Kaplan yazdı...


“Eğer haklı olduklarına güveni olmayanların partisi kurulsaydı; bu benim partim olacaktı. Benimle aynı görüşte olmayanları küçümsemiyorum.”
Albert Camus

Günlük hayat meşgaleleri ve sorunlarının insanların zamanını büyük oranda meşgul ettiği bir dünyada siyasetin dışında kalmak mümkün değil. Kaldı ki toplumda duyuların körelmediği, hayata yönelik iştahın canlı olduğu koşullar olsa bile Platon, “Siyasetle uğraşmamanın cezası, sizden daha aptal olanlar tarafından yönetilmektir,” diyerek her daim siyasete ilginin diri tutulması gerektiğine vurgu yapmıştır.

Aşina olduğunuz her türden sosyo-politik tespitin dışında seçim sonuçları bana rahmetli Çetin Altan’ın “Bir şey kımıldıyor” isimli köşe yazısını ve bu bağlamda Giovanni Papini’nin “Gog” adlı meşhur kitabını hatırlattı.
1931 yılında yayımlanan Gog’un ilk cildi, Birinci Dünya Savaşı sırasında büyük bir servet edinen ve dünyayı gezen Amerikalı Mr. Goggins (Gog) isimli bir milyarderin akıl hastanesine düştükten sonra yazdığı anıları içerir. Çağın bütün düşünce akımlarını öğrenme tutkusuyla yanıp tutuşan bu saf ve cahil Amerikalı, Lenin’den Picasso’ya, Bernard Shaw’dan Gandhi’ye, Freud’dan Einstein’a kadar 20. yüzyıla damga vuran birçok ünlü siyasetçi, sanatçı ve bilim adamına bir şekilde ulaşır ve onların fikirlerinden istifade etmeye çalışır.
Gog, kendince insanlığı, doğayı, dini, kısacası dünyayı kurtarmak amacıyla uygulamaya koyduğu projeler için milyarlar harcar, ancak sonuç her zaman fiyaskodur. New York’un göbeğinde geniş bir arazi alarak içine bütün dinlerin kutsal mekânlarını yaptırması, projelerini gerçekleştirmek için bir devlet satın alması, sonu hüsranla biten çılgın bilimsel araştırmaları bunlardan bazılarıdır.
Nihayet günün birinde insanlık düşüncesinin vardığı son noktayı öğrenmek adına Einstein’ı ziyaret eder ve ondan hayli karmaşık olan teorisini kendisinin anlayabileceği şekilde, üç beş sözcükle özetlemesini ister.
Einstein, biraz düşündükten sonra: “Bakın,” der, “bizim bulduğumuz gerçek, sizin anlayacağınız dille şudur: Bir şey kıpırdıyor...” diyerek izafiyet teorisi adı verilen keşfini basitçe tanımlar.
Gog, buna inanamaz, “Nasıl, nasıl, der, binlerce yıllık insan düşüncesinin vara vara sonunda vardığı doruk bu mu? Bula bula bunu mu buldunuz siz: Bir şey kıpırdıyor...”
“Evet,” der, Einstein ve ekler, “İnsan bilgisinin en yüksek ve en olgun yemişi basit bir muşmula ise kabahat benim değildir. Birleştire birleştire nihayet inanılmayacak kadar sade bir şeye varmamız gerekiyor.”
Gog, bilim dünyasının eriştiği zirvenin “Bir şey kıpırdıyor...” dan ibaret olmasına şaşarak evine geri döner.
Bahsi geçen köşe yazısında aynı anekdota değinen Çetin Altan, yazısında: “…Uzun bir yaşamdan sonra insanın bazen vardığı gerçekler de “Bir şey kıpırdıyordu” türünden olağanüstü bir basitlik taşıyor. Örneğin on binlerce yazıdan sonra sezebildiğim tek doğru ne oldu biliyor musunuz? Kimsenin kendi toplumunu doğru dürüst tanımasına olanak bulunmadığı doğrusu... “Biz şöyleyiz, biz böyleyiz” deyip duruyoruz ama gerçekten öyle miyiz, değil miyiz, bilmiyoruz. İnsanlık düşüncesinin vardığı son nokta, “Bir şey kıpırdıyordu...” Bizim de yıllar sonra gelebildiğimiz yer, “Kendimizin ne olup olmadığını” yeterince bilmediğimiz...” der ve yazısını, “Bu kadar engin bir bilgisizliğe erişebilmek için, ne kadar çok çalıştık, tahmin edemezsiniz...” diyerek bitirir.

whatsapp-image-2023-05-10-at-14-54-30.jpeg
Müsaadenizle üstadın kaleminin gölgesine sığınarak onun yazısına şöyle bir ek yapayım:
Çok, pek çok, belki de fazlasıyla kitap okumuş olsam da insanı hiç okuyamadığımı itiraf etmeliyim. Aklımda bir dolu isim, bir sürü kitap adı, ciltler dolusu bilgi var fakat üzerine düşününce, ruhunu gerçekten anladığım kitapların sayısı nasıl pek azsa ondan daha az olanı gerçekten tanıdığım insan sayısı. Nitekim insanı tanımayınca toplumu, toplumu tanımayınca da siyaseti kestirmek pek mümkün değil.
Benim gibi en hafif rüzgârla silinecek adeta kuru toprağa yazılmış kelimelerin peşine düşenlerin ekseriyetine özgü bu siyaseten zavallı durum, her ne kadar kasvetli olsa da tek kitap insanı için geçerli değil. Onun kitabında esnekliğe yer yok, değişime cevaz verilmiyor çünkü her şeyi çoktan bilenlerin şarkısı o; her zaman haklı olduğundan emin olan…
Kuşkusuz onun en büyük yanılgısı, herkesin aynı kitabı okuduğunu sanmasıyken benimki aynı toplumda yaşarken onunla aramızda simbiyotik bir ilişkinin kaçınılamaz olduğunu düşünerek bir gün başka kitaplar da okuyacağını ummam…
Ve bir umut, devamlı onunla empati kurmaya çabalamam…
İçimde biriken öfkeyi dizginleyip, hınçla dolu o insanı tanımaya, o hıncın ateşinin neden yüreğinde kızgın bir volkana dönüştüğünü anlamaya; kendi adıma, o ateşe nasıl odun taşıdığımı bilmeye; kendisini kiminle ne şekilde özdeşleştirip aslında kimlerden intikam almak istediğini öğrenmeye uğraşmam…
En iyisi daha fazla uzatmadan bu yazıya, Çetin Altan’ın bir nevi imzası olan ve her şeye rağmen umut aşılayan sözüyle nokta koyayım; yine de siz siz olun, enseyi karartmayın…

Dr.Altar Kaplan