Öztrak: Milletimiz Erdoğan'a 'Yasaya uymadığın için, Sana iktidar, saray yok' demeye hazırlanıyor
CHP Parti Sözcüsü Faik Öztrak, basın toplantısına, "Hafta sonu Suriye’de, hain terör örgütünün saldırısında şehit olan iki Mehmetçiğimize Allah’tan rahmet, kederli ailelerine ve milletimize başsağlığı, yaralanan iki evladımıza da acil şifalar diliyorum" ifadesi ile başladı.
Öztrak'ın satırbaşları şöyle:
Lozan Barış Antlaşması
Geçtiğimiz hafta sonu, 24 Temmuz günü, cumhuriyetimizin tapu senedi olan, Lozan Antlaşması’nın 98. yıl dönümüydü. Lozan, büyük bir milletin emperyalizme karşı, cephelerde verdiği varoluş mücadelesini, diplomasiyle taçlandırdığı zaferin adıdır.
Büyük önderimiz, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün ifadesiyle, “Bu antlaşma, Türk milletine karşı yüzyıllardan beri hazırlanmış ve Sevr Antlaşmasıyla tamamlandığı sanılmış, büyük bir suikastın yıkılışını ifade eden belgedir.”
Lozan iktisadi bağımsızlığımızın da tapu senedidir. Osmanlı’yı yüzyıllarca sömüren, tüketen Kapitülasyon prangası, Lozan’la kırılıp, atılmıştır.
Bugün Türkiye, bağımsız ve özgür milletler ailesinin şerefli bir üyesiyse, semalarımızda al bayrağımız dalgalanıyorsa, minarelerimizden ezan sesleri duyuluyorsa, bunu şanlı Kurtuluş Mücadelemize ve onu taçlandıran Lozan Antlaşması’na borçluyuz.
Bugün hala şanlı tarihimize, “Keşke Yunanlılar galip gelseydi” diyenlerle, aynı pencereden bakan, Lozan’ı istiskal etmeye çalışan densizleri ise, düştükleri zavallılık çukurlarında bir başına bırakıyoruz.
Saray ve şürekasının Lozan için neler düşündüğünü biliyoruz. Bu hiç kimse için bir sır değil ama Saray İttifakı’nın ufak ortağının Erdoğan Şahsım Hükümeti’nin Lozan’a bakışındaki sakatlığı nasıl yorumladığını da merak ediyoruz.
Bu vesileyle, Başta Cumhuriyetimizin ve partimizin kurucusu büyük Önderimiz Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü, Lozan Antlaşması’nın mimarı İsmet İnönü’yü, Kurtuluş Savaşımızın tüm kahramanlarını, Bir kere daha saygıyla, rahmetle ve minnetle anıyoruz.
Rize ve Artvin'de sel
Ne yazık ki, geçtiğimiz kurban bayramını da, bayram tadında yaşayamadık. Rize ve Artvin’de yaşanan sel felaketleri, canımızı, yüreğimizi yaktı. Bayramımızı zehir etti. Felakette yaşamını yitiren vatandaşlarımıza, Allah’tan rahmet diliyoruz.
Artık her yaz Karadeniz’de bir sel felaketi yaşıyoruz. Bu kaçıncı sel, bu kaçıncı felaket. Peki, bu felaketlerin tek sorumlusu, Erdoğan Şahsım Hükümeti’nin söylediği gibi, çaylıklarda kullanılan azot gübresi mi? Veya yamaçlara yüksek ev yapan vatandaş mı? Hayır.
Bu felaketlerin asıl sorumlusu bellidir. Sorumlu, yandaşlara yaptırılan HES’lere, rant için ormanların katledilmesine, yanlış yapılan yol, köprü ve su bentlerine, izin ve onay veren Erdoğan Şahsım Hükümeti’dir.
Ama bunların yönetim anlayışını artık hepimiz biliyoruz. Beylerin yetkileri çoktur. Ama sorumlulukları hiç yoktur. Yüzleri de teflon tavadır.
Ne diyor Tarım Bakanı, “Vatandaş kendini korumanın yollarını bulacak.” Allah aşkına! İş yine vatandaşa kaldıysa, Siz o koltuklarda neden oturuyorsunuz? Siz ne işe yarıyorsunuz?
Bir de battıkça zıvanadan çıkıyorlar. Bunlar gerçekten metal yorgunu, Artık ne yaptıklarını bilmiyorlar. Millet evinden, barkından olmuş. Beyefendi kapısının önünde çay yetişen yurttaşlarımızı, otobüsten kafalarına çay atarak teselli etmeye kalkıyor. Sele karşı, keyif çayı için diyor.
Almanya’da da sel felaketi oldu ama Almanya’yı yönetenlerin aklına, felaketzede Almanların üstüne çay paketi atmak gelmedi. Onun yerine selden zarar görenler için 400 milyon avroluk acil destek paketi açıkladılar. Neden? Çünkü devlet milletin kafasına tepeden çay paketi atarak, saçmalamak için değil, zor günde milletine destek olmak için vardır.
Koronavirüs vaka sayıları
Bayramın sonunda, yeniden salgınla yüzleşmek zorunda kaldık. 10 günlük uzun bayram tatilinde, hükümet salgını unuttu, millete de unutturdu. Plajlarda, mesire yerlerinde, maske de, mesafe de kalmadı.
Sonuç: Temmuz ayı başında 4 binlere kadar düşen vaka sayısı, dün itibariyle 14 binin üzerine çıktı. Dünyada en yüksek günlük vaka sayısına sahip, 15 ülkeden biri olduk. TÜİK hala, “2020 Ölüm ve Ölüm Nedeni” istatistiklerini yayımlayamıyor. Yine hastane yatış sayıları, üç haftadır nedense yayınlanmıyor.
Diğer taraftan bugüne kadar aşı yaptıranlardan kaçı, Koronavirüs’e yakalandı? Bunlardan kaçı Çin aşısı, kaçı Alman aşısı oldu? Kaçı hastaneye yatırıldı? Kaçı yaşamını yitirdi? Bunları öğrenmek milletimizin hakkı. Aşılamada da hızımız neden düştü? Şu ana kadar nüfusumuzun ancak yüzde 27’sini iki doz aşılayabildik. İsrail’de nüfusun yüzde 61’i, Kanada’da yüzde 55’i, Amerika Birleşik Devletleri’nde yüzde 49’u, Avrupa Birliği’nde yüzde 46’sı iki doz aşılandı.
Salgının başından bu yana, milletimiz canıyla cüzdanı arasına sıkıştırıldı. Erdoğan Şahsım Hükümeti, nüfusun yüzde 50’sini iki doz aşılayamadı ama can yerine, yine cüzdan tercihinde bulundu ve bir kez daha kontrolsüz bir şekilde açıldık.
Şimdi, “Dördüncü zirvenin, hemen başında olduğumuzu” söyleyen Bilim insanları var. Aşılama ve tedbirlere gereken özen gösterilmezse, Eylül, Ekim aylarında yeni bir kapanma yaşanırsa, Bunun yaratacağı ekonomik ve sosyal yıkım çok daha büyük olur.
Salgın sadece bugünümüzü, Sağlığımızı, cüzdanımızı, işimizi, gücümüzü tehdit etmiyor. Geleceğimizi de tehdit ediyor. Evlatlarımız bir buçuk yıldır okula gidemedi. Dördüncü zirveye Eylül ayında tırmanılması durumunda, Yeni eğitim ve öğretim yılı da başlamadan, tehlikeye düşecek.
1,5 yıldır uzaktan eğitim fiyasko oldu. Pek çok evladımız, eğitime ulaşamadı, Ulaşanlar da verilen eğitimden bir şey anlamadı. Eğitim sistemi zaten berbattı. Salgınla beraber kötüye gidiş daha da katmerlendi. Çok üzülerek söylüyoruz; Bir nesli kaybetme tehlikesi her geçen gün büyüyor.
Eğitimde fırsat eşitsizliği
Bizim de kurucu üyesi olduğumuz, Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı, OECD, Bir takım verileri, son günlerde arka arkaya tüm dünyayla paylaştı. Böylece eğitimdeki çöküşten, Gençlerimizin salgında yaşadığı buhrana kadar, Pek çok sorunun boyutlarını, Karşılaştırmalı verilerle görmüş olduk.
Milletimiz eğitim sisteminden memnun değil. 2010’da, Vatandaşlarımızın yüzde 61’i eğitim sisteminden memnunmuş. 2020’de aynı oran yüzde 27’ye düşmüş. 10 yılda 35 puanlık düşüş, tam bir çakılma.
OECD üyesi 36 ülke içinde, Vatandaşlarının eğitim sisteminden en az memnun olduğu ülke, Türkiye. Eğitimde memnuniyetsizliğin en hızlı arttığı ülke de yine Türkiye.
Getirisi en yüksek olan eğitim kademesi, Okul öncesi eğitimdir. Tüm bilimsel çalışmalar buna işaret eder. Ama ülkemizin en zayıf olduğu eğitim kademesi de, Ne yazık ki okul öncesi eğitim. Bunu ben demiyorum, bizim de üyesi olduğumuz OECD diyor.
Üç yaşındaki çocuklarımızın, Okul öncesi eğitimde kayıt oranı yüzde 10. Diğer OECD ülkelerinde aynı oran ortalama yüzde 78.
Dört yaşındaki çocuklarımızın, Okul öncesi eğitimde kayıt oranı yüzde 39. OECD’de ortalama yüzde 89.
Bunlar hem rakiplerimizin çok gerisinde olduğumuzu, Hem de eğitimde fırsat eşitsizliğinin giderek katılaştığını gösteriyor. Zenginler çocuğunu okul öncesi eğitime gönderebilirken, Fakir fukaranın çocuğu okul öncesi eğitimden mahrum kalıyor.
Eğitimdeki fırsat eşitsizliğine bir başka örnek, Öğrencilerin bilgisayara erişiminde… Meksika ve Kolombiya ile beraber en kötü üç ülkeden biriyiz.
Türkiye’de zengin çocukların okuduğu okullarda, Bilgisayara erişim yüzde 86,Fakir fukaranın okuduğu okullarda, Bilgisayara erişim yüzde 46. Arada kocaman bir uçurum var.
Eğitimdeki bu uçurumlar, Ülkemizin, Erdoğan hükümetleri döneminde, “Yoksulluğun babadan evlada miras kaldığı” Bir düzene geçtiğini göstermektedir.
Bu ülkede, Babalar ceketini satar, Çocuklarını okutur. Analar yemez, Evlatlarına yedirir. Yeter ki evlatlar okusun, Yetişsin ve büyük adam olsun.
Bu ülkede, Fakir ve fukaralıktan kurtulmanın en emin yolu, okumak olmuştur. Bir çocuk okuduysa, tahsilini yaptıysa, Hem kendi hayatı kurtulur. Hem de gelecek neslin hayatı kurtulur. Cumhuriyet; bize bunu öğretmiştir.
'Erdoğan Şahsım Hükümeti, Milli Eğitime de darbe vurdu'
Erdoğan Şahsım Hükümetleri, Cumhuriyetimizin pek çok milli niteliğine darbe vurduğu gibi, Milli Eğitime de darbe vurdu. Çocuklarımıza, gençlerimize kendi meşrebince, İdeolojik format atabilmek için, Eğitim sistemimizi perişan etti.
Beraber yol yürüdüğü, “Yağan yağmurlarda beraber ıslandığı” terörist ortaklarının, Sınav sorularını çalarak, Askeriyeye, Adliyeye, Tıbbiyeye yerleşmesine kasten göz yumdu. Öğrenci Seçme Yerleştirme Merkezi’nin anahtarını, Bilerek terör örgütüne teslim etti.
İdeolojik öncelik ve hedefleri için, Binlerce fakir, fukara gencimizin, Emeğini, geleceğini, umutlarını çaldılar. Taammüden kul hakkı yediler. Artık bugün ülkemizde yükselmek için, okumak değil, Saray şürekâsından olmak daha önemli oldu. Elbette bu düzen böyle gitmeyecek.
Milletimizin takdiriyle, CHP’nin işbaşına gelmesiyle eğitim sistemi milli olacak, AK Parti Hükümetlerinin gençlerimizden çaldığı umutları, Biz gençlerimize geri vereceğiz.
Sayın Genel Başkanımız kaç kez uyardı. “Camiye, Kışlaya, Adliyeye siyaseti sokmayın” dedi. Ama Erdoğan Şahsım Hükümeti bugün bile, Aynı hatalarda ısrar ediyor. Adliyeyi, Askeriyeyi, Asayişi tarikatlar arasında paylaştırıyor.
Hani ne oldu cübbeli Amiral? Anlaşılıyor ki, bu şahıs, ordudan atılmak yerine, Yüksek Askeri Şûra’da, Tüm özlük haklarıyla beraber emekli edilecek. Herhalde ardından da, Bir yerlerde yönetim kurulu üyeliği, Veya SADAT ‘ta ballı maaşlarla görev verecekler.
Peki, Adalet bunun neresinde? Ahlak bunun neresinde? Vicdan bunun neresinde?
Ama artık milletimiz bu vicdansızlara, Bu zalim yönetime güvenini tamamen kaybetti. Mızrak artık çuvala sığmıyor. 19 yıllık Erdoğan döneminin sonunda, “Takke düştü, Kel göründü.”
'Milletimiz, Erdoğan’a “Yasaya uymadığın için, Sana iktidar da yok, Saray da yok” demeye hazırlanıyor'
Yine OECD’ye göre 2010’dan 2020’ye, vatandaşlarımızın mahkemelere güveni, yüzde 59’dan, yüzde 37’ye düşmüş. 10 yılda adalete güvende de 22 puanlık düşüş var. Türkiye, 36 ülke içinde adalete güvenin en hızlı düştüğü ülke.
Yine OECD içinde, Hükümet gücünün denetimle, dengelenip sınırlanmasında, En kötü durumdaki ülkeyiz. Ve buna bağlı olarak, Temel hak ve özgürlüklerin korunmasında da en sondayız. Yani Erdoğan Şahsım Hükümetleri, Devletin adalet direğini tamamen çökertmiş.
Erdoğan Şahsım Hükümetinin kitabında, “Adaletle hükmetmek” yok. Bunu artık herkes biliyor.
Milletimiz, Erdoğan’a “Yasaya uymadığın için, Sana iktidar da yok, Saray da yok” demeye hazırlanıyor.
Bizim iktidarımızda devletin hak, hukuk, adalet direği, yeniden ayağa kaldırılacak, adalet devletimizin temel direği olacak.
Bu zalim düzende, Millet “yokluk” diyor. Saray “Okluk” diyor. Erdoğan Şahsım Hükümeti güzelim koya, Saray konduruyor.
'Milletle alay ediyor'
Bu zalimlerin elinde, Millet, “Açız, geçinemiyoruz” diyor. Saray, millete “Porsiyonları küçültün” diye tavsiye veriyor. Sonra “Kıbrıs’a da Saray konduracağız” diyerek, Milletle alay ediyor.
Acaba Kıbrıs Türküne sordunuz mu? Saray istiyorlar mı? Kibir ve nobranlık hastalığıyla malul saray, Kimsenin fikrine görüşüne saygı duymuyor. Milleti unuttu, sesini duymuyor. Varsa yoksa kendisi.
Milletin çoluğu, çocuğu, Çalışacak tek bir iş bulamazken, Sarayın beslemeleri, yanaşmaları, tosuncukları üçer beşer demeden, yönetim Kurullarına doluşturuluyor. Üç beş ayrı yerden, üç beş ayrı maaş bağlanıyor.
'Gençlerimiz anasının, babasının dizinin dibinde oturuyor'
Ülkemiz Erdoğan Şahsım Hükümeti elinde, en önemli üstünlüğü olan, “Genç nüfus avantajını” kullanamıyor.
Bu hükümet elinde gençlerimiz ne eğitimle, ne de işle buluşabiliyor. Gençlerimiz anasının, babasının dizinin dibinde oturuyor.
Tüm OECD ülkeleri içinde, En yüksek ev genci oranı ne yazık ki bizde… 15-29 yaş arasındaki her 100 gencimizden 31’i, Ev genci olmuş, anasının babasının eline bakıyor. Üniversite mezunlarımız işsiz. Üç kuruşa iş bulan da mesleğini yapamıyor. Mühendislik okuyan kasiyerlik, Bankacılık okuyan çiftçilik yapıyor.
OECD’nin yaptırdığı bir başka ankete göre, 18-29 yaş aralığındaki gençlerimizin yüzde 71’i, önümüzdeki yıllarda ailesinin finansal durumundan kaygılı. Yine her 100 gencimizden 63’ü, salgın döneminde, ailesinden birinin iş durumunun bozulduğunu söylüyor.
Yine 18-29 yaş gençlerimizin yüzde 77’si, salgın döneminde, “Hükümet daha çok destekte bulunmalıydı” diyor.
Hep söylüyoruz; Gençlerine umut olamayan bir ülke, Geleceğine de güvenle bakamaz. Türkiye geleceğine umutla bakacaksa, Gençlerimizin çalınan umutlarını, Gençlere geri vermek zorundayız. Biz, Cumhuriyet Halk Partisi iktidarında, gençlerimize, Çalınan umutlarını geri vereceğiz.
Eğri oturup, doğru konuşalım. 19 yıldır izlenen, Üretmeden tükettiren, Kazanmadan harcattıran, Aradaki makası da borçla kapattıran, betona ve ranta dayalı büyüme modeli iflas etmiştir.
Türkiye gelişmişlik merdivenlerini hızla tırmanacaksa, bunun yolu tarımsal ve mamul mal üretimini artırmak, bunu da tüm dünyayla rekabet edecek şekilde, yüksek verimlilik artışlarıyla sağlamaktır.
'En gelişmiş sanayi alt yapısı bizim ülkemizdedir'
Afro-Avrasya coğrafyasında, Kapıkule’den, Hindistan sınırına kadar, En gelişmiş sanayi alt yapısı bizim ülkemizdedir.
Coğrafi konumumuz ise eşsizdir. 4,5 saat uçuş mesafesinde, 58 ülkeye, 1,5 milyarlık nüfusa, 22 trilyon dolarlık bir pazara erişim imkânımız vardır. Ama bu avantajlarımızı hakkıyla kullanamıyoruz. İmalat sanayindeki girişimlerimizin yüzde 89’u, Düşük ve orta-düşük teknolojili ürün üreten şirketlerden oluşuyor.
Yine imalat sanayinde çalışanların yüzde 79’u, Bu firmalarda istihdam ediliyor. Toplam üretimin yüzde 71’i yine bu firmalarda gerçekleştiriliyor.
2021’in ilk beş ayı itibariyle; Yüksek-teknolojili ürün ihracatımızın payı, sadece yüzde 3. Toplam imalat sanayi ihracatımızın yüzde 62’si, düşük ve orta-düşük teknolojili ürünlerin ihracatından oluşuyor. Bu da, ülkemizin uluslararası işbölümündeki zayıf konumunu açıkça ortaya koyuyor.
Böyle bir üretim ve teknoloji yapısıyla, Orta gelir tuzağından çıkamayız. Düşük verimlilik, Düşük ücret, Düşük katma değer, Düşük teknoloji tuzağında hapsolup kalırız.
Türkiye elbette bu prangaları kırıp, atacak güce sahiptir. Yeter ki planlı, programlı bir kalkınma hamlesini başlatsın. Biz, Cumhuriyet Halk Partisi olarak, İşte bunu yapmaya talibiz.
'Bugüne kadar Suriye’deki iç savaştan ne kadar emperyalist güç varsa karlı çıktı'
Ama Erdoğan Şahsım Hükümeti, Bir yandan iyi eğitimli gençlerimizi küstürüyor, Yurtdışına ciddi bir beyin göçü vermemize neden oluyor.
Bir yandan da ülkemizi, düzensiz göçmen ve sığınmacılar için, Bir açık hava hapishanesine çeviriyor. Çok açık söylüyoruz. Bu yapılan gaflettir, delalettir ve hatta milletimize hıyanettir. Bunları söylemek, Kesinlikle ırkçılık değildir. Türkiye’ye kurulan demografik, siyasi, sosyal ve iktisadi tuzağı deşifre etmektir. Sığınmacı ve mültecilerin insanlık dışı bir siyaset oyununa, Kirli bir emperyal senaryoya malzeme edilmelerine isyandır.
Suriye krizi 10. Yılını doldurdu ve bugün, geçici koruma kapsamında, 3 milyon 688 bin 93 Suriyeli ülkemizde yaşıyor. Bu da Göç İdaresinin resmi rakamı. Gerçek sayının ise 5 milyon civarında olduğu söyleniyor.
Elbette bu kadar Suriyeli durup dururken ülkemize gelmedi. Büyük Ortadoğu Projesi’nin Eş Başkanının Emevi Cami’nde namaz kılma rüyası, bu acıklı kargaşayı da tetikledi. Bunu kimse inkâr etmiyor.
Bugüne kadar Suriye’deki iç savaştan; İsrail karlı çıktı. ABD karlı çıktı. Rusya karlı çıktı. Ne kadar emperyalist güç varsa hepsi karlı çıktı ama bu savaşın iki büyük kaybedeni oldu. Biri Türkiye Cumhuriyeti, diğeri ise Suriye Arap Cumhuriyeti…
Suriye’deki savaşın ilk günlerinde, CHP heyeti olarak Hatay’a yaptığımız bir ziyarette, yaşadığımız şu anekdotu hiç unutmuyorum.
Bir lokantacı esnafımız, gelen Suriyelilerin lokantasında yediğini içtiğini anlatmıştı. Ama iş hesap ödemeye geldiğinde, “Bizi buraya Erdoğan çağırdı, Hesabı da o ödesin” deyip gittiklerinden şikâyet etmişti.
Evet, hesabı Erdoğan değil ama… Milletimiz 10 yıldır kat be kat ödedi. 40 milyar dolardan fazla bir kaynak, vergi mükelleflerimizin cebinden yok yere harcandı ama Suriye’deki savaşın yarattığı asıl iktisadi kayıp, Bu paralar değil. Asıl büyük iktisadi kaybımız, Türkiye’nin “düşük teknolojili üretim yapısına” hapsedilmesi oldu.
'Bu üretim yapısıyla üç kuruşa adam çalıştırıp, rekabet edeceğiniz tek yer Afrika’dır'
Rakamları söyledim. Türkiye bugün hala örgü giyim ihracatçısı ise, Hala bisküvi, un, halı gibi harcıâlem ürünler satarak, Küresel ticarette yer alıyorsa, Bunun sebeplerinden birisi de işte bu kontrolsüz göçtür.
Suriye’den ve son zamanlarda Afganistan’dan, Eğitimde ve beceride, Türkiye ortalamasından bile düşük işgücünün girişi, Üretilen ve ihraç edilen ürünlerimizin niteliğini, Düşük teknolojili ürünlere çivilemiştir.
Türkiye’nin çoktan, Bazı sektörlerini kalkınmada geri kalmış ülkelere transfer etmesi ve bunların yerine yüksek katma değerli, yüksek teknolojili sektörlere geçmesi gerekirdi. Ama bunun yerine, Suriye’den ve başka yerlerden göçmen alıp, Bunları da kayıt dışı, ucuz işgücü olarak çalıştırarak,
Düşük teknolojili, Emek yoğun sektörlerin ayakta tutulması tercih edildi. Bunun tek bir sonucu vardır. O da yoksullaşmadır.
Bugün bazı sanayicilerimiz, “Suriyeliler, Afganlar olmasa, Çalıştıracak adam bulamıyoruz” diyorlar.
Kimse kusura bakmasın, Bu üretim yapısıyla üç kuruşa adam çalıştırıp, Rekabet edeceğiniz tek yer Afrika’dır. Biz ülkemizin Avrupa’nın Afrika’sı, Bangladeş’i, Vietnam’ı olmasını istemiyoruz.
Biz AB’nin tam üyesi olarak, Bölgenin yüksek teknoloji üretim üssü olmak istiyoruz. Kişi başına gelirde hızla AB ortalamasını yakalayıp geçmek istiyoruz.
Merkel'in mülteci çıkışı
Ama Erdoğan Şahsım Hükümeti ve AB’nin oyunu çok farklı. Merkel’in son sözleri bu çerçevede önemli bir itiraf. Türkiye’nin AB üyesi olmasını beklemediğini ifade eden Merkel, Erdoğan’ın “Suriyeli mültecilere ev sahipliği” konusunda, Olağanüstü başarı sergilediğini söylüyor. Sonra da ağzındaki baklayı çıkarıyor. Bunun için, Türkiye'ye 3 milyar Avro, rüşvet verileceğini itiraf ediyor. Merkel, AB ve Erdoğan’ın hem milletimizin, Hem de sığınmacıların üzerinden oynadıkları kirli siyasi oyunu, Deşifre ediyor.
Bugün de Avusturya Başbakanı çıkmış, “Afganistan’dan kaçanların Avusturya, Almanya, İsviçre’ye gelmesindense Türkiye’ye yerleştirilmesinin daha uygun olduğunu” söylüyor.
Oh ne âlâ… Tüm bölgeyi, Emperyalist emelleriniz için istikrarsızlaştırın. Kan gölüne çevirin. Kabaran göç dalgasını durdurma işini de, 3-5 milyar Avro rüşvet karşılığında Türkiye’ye havale edin. Bir kendinize gelin. Türkiye, Avrupa’nın göçmen gettosu değildir, olmayacaktır. Bunu hepiniz böyle bilin.
Biz, Türkiye’yi AB üyeliğinden tamamen uzaklaştıran, bizi sığınmacılar için açık hava hapishanesine çeviren, milletimizi yoksullaştıran bu senaryoya razı olamayız.
AKP'li Ünal'a yanıt
AK Partinin Grup Başkan Vekili Mahir Ünal, “Fransa’dan, Almanya’dan bakınca, Türkiye süper güç görünüyor” diyordu.
Madem öyle, Almanya’ya biz 3-5 milyar dolar verelim, Bu Suriyeli ve Afgan göçmenlere Almanya baksın. Zaten bu göçmenlerin gitmek istediği yer Türkiye değil, Almanya.
Çok açık söylüyoruz; Bu mesele Türkiye’nin en önemli beka meselesidir. Ama ülkeyi yönetenler öyle kendilerinden geçmiş ki, AK Parti’den bir Genel Başkan Yardımcısı çıkmış, Bu ihaneti mazur göstereceğim diye, Bu topraklara daha önce gelenler, ülkeyi önden terk etsin, Suriyelilere yol yordam öğretsin gibi bir saçmalığı geveleyebiliyor.
Kontrolsüz göç meselesi çok ciddi bir meseledir. Tek bir adamın, İki dudağı arasına bırakılacak bir mesele hiç değildir. Bu mesele partiler üstüdür. Milli bir meseledir. Meselenin sahibi, Türkiye Büyük Millet Meclisi olmalıdır.
Hiç kimse bize bu konuda, hukuk dersi vermeye kalkmasın. Biz, konunun hukuki, siyasi, iktisadi ve diğer tüm boyutlarına vakıfız ve iktidara gelir gelmez de, arkamıza Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni alarak, bu konuların çetin müzakerelerini yapmasını çok iyi biliriz.
Avrupa’yı da bunun korkusu sarmış. Erdoğan gitmeden onunla yeni bir rüşvet anlaşması yapmak istiyorlar.
Erdoğan buna teşne olabilir ama biz buna kesinlikle razı değiliz. Milletimizin de razı olmadığını biliyoruz. O nedenle bu konuda sonuna kadar mücadele edeceğiz.
Tunus'ta darbe girişimi
Son olarak, kardeş ülke Tunus’ta, dün üzücü gelişmeler yaşandı. Cumhurbaşkanı, Parlamento’nun faaliyetlerini askıya aldı. Bu, milli iradenin tecelligâhı Parlamentoya karşı yapılan sivil bir darbedir. Askerlerin Parlamento Başkanını Parlamentoya sokmaması Kabul edilemez. Tek adam rejimlerinde, Cumhurbaşkanlarına seçilmiş de olsa parlamentoyu fesih yetkisi verilmesi, demokrasiyle bağdaşmaz.
Tunus’ta yaşananlar tek adam rejimlerinin demokrasi için nasıl bir tehdit olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Ülkelerin sıkıntıları, ancak milli iradenin en geniş temsil imkanı bulduğu parlamentolarda çözülür.
Biz kardeş Tunus halkının bu sıkıntılı dönemi atlatacağına, demokrasinin kazanımlarını koruyacağına inanıyoruz.