Borsa İstanbul'un ortağından 'Hakan Atilla' tepkisi
Avrupa İmar ve Kalkınma Bankası (EBRD) Sözcüsü Jonathan Charles Reuters'a yaptığı değerlendirmede ABD'de bir süre hapis yatan Hakan Atilla'nın Borsa İstanbul Genel Müdürü olarak atanmasının kendilerine danışılmadığını ve bu atamayı desteklemediklerini belirtti. Charles "Bu atamayı desteklemiyoruz ve bu konuda Türk yetkililerle görüşeceğiz" ifadelerini kullandı.
EN BÜYÜK İKİNCİ HİSSEDAR
Bloomberg’ün aktardığına göre; EBRD Borsa İstanbul'da % 10'luk pay ile Türkiye Varlık Fonu'ndan sonra ikinci en büyük hissedar konumunda.
Atilla'ya ABD'nin İran yaptırımlarını deldiği iddiasıyla 32 ay hapis cezası verilen Atilla Temmuz ayında ise serbest bırakılmıştı. Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak dün Borsa İstanbul Genel Müdürlüğü'ne Atilla'nın atandığını açıklamıştı.
HAKAN ATİLLA DAVASI
Yargıç Richard Berman, 16 Mayıs 2018 Çarşamba günü New York'ta yapılan oturumda verdiği cezayı ve gerekçelerini açıkladı.
Berman, Atilla'nın Halkbank'ın üst düzey yöneticisi olarak yapması gerekeni gerçekleştirdiğini, yaptırımları delmek için kurulan düzenden yararlanmadığını belirterek, daha çok üst yöneticisi eski Genel Müdür Süleyman Aslan'dan aldığı talimatları yerine getirdiğini söyledi.
Berman, bu durumun Atilla hakkında verilen kararda etkili olduğunu söyledi.
Davanın jürisi, Ocak 2018'de değerlendirmesini tamamlamış ve Atilla'yı savcılık tarafından yöneltilen altı suçlamanın beşinden suçlu bulmuştu.
Atilla'ya ABD ve özellikle de "ABD Hazine Bakanlığı'nı dolandırmak için kumpas kurma", "Uluslararası Acil Ekonomik Güç Yasası'nı (International Emergency Economic Powers Act) delmek için kumpas kurma", "bankacılık sisteminde sahtekarlık yapma", "bankacılık sisteminde sahtekarlık yapmak için kumpas kurma", "kara para aklama" ve "kara para aklamak için kumpas kurma" suçlamaları yöneltildi.
Jüri, Atilla'yı bir tek kara para aklamadan suçlu bulmadı.
Davanın görülmesine New York'ta 27 Kasım'da jüri üyelerinin seçimiyle başlandı. Jüri seçiminin ve hem savunma hem de iddia makamının açılış konuşmalarının tamamlanmasının ardından tanıkların dinlenmesine geçildi. Zarrab, 29 Kasım günü tanık olarak ifade vermek amacıyla kürsüye çıktı ve sekiz günün ardından 7 Kasım'da ifadesini tamamladı.
Dava boyunca Atilla'nın yanı sıra ABD Hazine Bakanlığı'nın yetkilileri ve 17 Aralık 2013'teki yolsuzluk soruşturmasında görev alan eski Komiser Yardımcısı Hüseyin Korkmaz'ın da olduğu bir dizi isim tanık olarak ifade verdi ve mahkeme salonunda özellikle 17 ve 25 Aralık 2013'teki soruşturmalar kapsamında yapılan telefon dinlemeleri dinlendi.
Jürinin değerlendirmesine ise 20 Aralık Çarşamba günü başlandı. Jüri, üç günlük değerlendirmede oybirliğiyle bir karara varamaması üzerine Noel ve yeni yıl nedeniyle uzun bir ara verildi. Aranın ardından 3 Ocak'ta tekrar toplanan jüri üyeleri arasında, ilk günkü değerlendirmede oybirliği sağlandı.
Davada biri Zarrab, diğeri de Atilla olmak üzere iki tutuklu tanık yer aldı. Savcılığın son hazırladığı iddianamede ise Atilla'nın yanı sıra Zarrab ve eski Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan'ın da bulunduğu toplam dokuz kişiye yönelik suçlamalar yer alıyordu.
Dava sırasında da Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, eski Başbakan Yardımcısı Ali Babacan ve eski Halkbank Genel Müdürü Süleyman Aslan'ın isimleri tanık ifadelerine geçti.
Türkiye, bu davayı "kendisine dönük açık bir kumpas" olarak nitelendiriyor. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 17-25 Aralık 2013'te yapılan yolsuzluk soruşturmalarını "tarihin en büyük tuzaklarından biri" olarak tanımladı ve aynısının şimdi ABD'de tekrarlandığını söyledi. Ayrıca, davanın savcıları hakkında da soruşturma başlatıldı.
Kararın açıklanmasının ardından Hükümet Sözcüsü ve Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ, "Bu davanın siyasi olduğu çok net ortadadır. Bu dava, FETÖ'yle (Fethullahçı Terör Örgütü) FBI, CIA ve ABD yargısının işbirliğinin somut bir ispatıdır" dedi. Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın da çıkan sonucu "skandal bir davanın skandal bir kararı" olarak nitelendirdi.
Yargıç Berman ve New York Güney Bölgesi Savcı Vekili Joon Kim de dava öncesinde Türkiye'den gelen eleştirilere yanıt verdi. Yargıç Berman, üçüncü tarafların tercümanlar da dahil olmak üzere mahkeme süreciyle bağlantılı kişileri etkilemeye çalıştıklarını ve bunun tekrarlanması halinde ilgili makamlara haber vereceğini söyledi. Savcı Kim de Türkiye'den gelen suçlamaları "saçmalık" olarak nitelendirdi.
YARGI SÜRECİ
Davanın hakimliğini Yargıç Berman, savcılığını ise Savcı Vekili Kim yaptı. Duruşmalarda iddia makamını Kim'in yardımcıları temsil etti.
Atilla'nın savunma ekibinde de "beyaz yakalıların" ve finans sektörü çalışanlarının yargılandığı davaları üstlenmekle ün kazanan ve New York'un önde gelen avukatları arasında gösterilen Catherine Fleming ve Victor Rocco yer aldı. Atilla, Haziran 2017'deki ön hazırlık duruşmasında avukat masraflarının Halkbank tarafından karşılandığı söyledi.
Hazırlık duruşmalarının tamamlanmasının ardından davanın görülmesine 27 Kasım'da jüri seçimiyle başlandı. Dava, 27 Kasım Pazartesi'den kapanış konuşmalarının yapıldığı 19 Aralık Salı gününe kadar haftada beş gün ve bazı cuma günleri duruşmalara erken ara verilmesi haricinde ilki TSİ 17.15 ile TSİ 20.45; ikincisi de TSİ 22.15 ile TSİ 00.45 arasında olmak üzere iki oturum halinde görüldü.
Berman, duruşmanın ilk gününde olası jüri üyelerine hitabında bunun bir ceza davası olduğunu söyledi. Berman, dava süreciyle ilgili ayrıntıları aktararak, "Burada duyacağınız üzere, Sayın Atilla ile aynı ya da benzer suçlarla suçlanan diğer başka kişiler de var ancak bu kişiler bu davada sizin önünüzde yargılanmayacaklar" diye konuştu.
İlk günkü oturumda jüri seçimi sırasında olası bir çıkar çatışması ya da sonradan davanın düşmesine neden olacak bir hukuki bir sorunu önlemek adına potansiyel üyelere bazı sorular yöneltildi. Potansiyel jüri üyelerine yöneltilen sorular arasında Türkçe bilip bilmedikleri de yer aldı.
Ancak davanın başında en çok dikkat çeken nokta ise jüri üyelerine verilen talimatların ekinde yer alan liste oldu. 10 sayfalık bu listede, davanın sanığı, iddianamede adı geçen diğer isimler, muhtemel tanıklar veya duruşmalar sırasında isimleri gündeme getirilebilecek kişiler, yerler ve şirketler sıralandı.
Listede, Cumhurbaşkanı Erdoğan ile damadı Enerji Bakanı Berat Albayrak ve oğlu Bilal Erdoğan, eski İran Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejad, eski Başbakan Yardımcısı Ali Babacan, eski Avrupa Birliği (AB) Bakanı Egemen Bağış, gazeteci Can Dündar ve şarkıcı Ebru Gündeş de yer aldı.
İlk gün 12 jüri üyesi ile 6 yedek üyenin seçimi tamamlandı. Böylece davanın esastan görüşülmesine geçildi. İlk haftanın sonlarına doğru, duruşmalarda sürekli uyuyakaldığı görülen bir jüri üyesi Yargıç Berman tarafından görevden alınarak, yerine yedeklerden biri atandı. Karar için değerlendirme aşamasına geçilirken de biri rahatsızlığı, diğeri de Ocak ayı içinde seyahat planı bulunması nedeniyle iki kişi daha jüri üyeliğinden alındı.
Davanın görülmesine ise 28 Kasım'da jüri seçiminin tamamlanması ve hem iddia hem de savunma ekibinin açılış konuşmalarını yapmasıyla resmen başlandı. 29 Kasım'da ise Zarrab, iddia makamı adına tanıklık yapmak üzere kürsüye çıktı. Zarrab'ın tanıklığı sekiz gün sürdü.
Zarrab'ın ardından iddia makamı, yapılan işlemlerin neden suç teşkil ettiğini anlatmak amacıyla teknik konularda bilgi veren ABD Hazine Bakanlığı'ndan eski ve halen görevde olan yetkililerini tanık kürsüsüne çıkardı.
Savcılık, kanıt olarak sunulan telefon görüşmeleri, fotoğraf ve diğer belgelerin nasıl elde edildiği konusunda ise 17 Aralık 2013 tarihinde rüşvet ve yolsuzluk iddialarıyla ilgili yürütülen operasyonu yöneten polis memurlarından eski Komiser Yardımcısı Hüseyin Korkmaz'ın tanıklığına başvurdu.
Savunma makamı da sanık Atilla'yı tanık kürsüsüne çıkardı. Ayrıca bir Türk Hava Yolları'nda çalışan bir kişi, söz konusu bir konuşma sırasında Atilla'nın uçakta olduğunu ispat etmek amacıyla tanıklık yaptı.
İddia makamı ve savunma ekibi, 19 Aralık Salı günü kapanış konuşmalarını tamamladı.
Savcılık, iddianamede ve açılış konuşmasında, Atilla'nın "ekonomik cihat" yürüttüğünü ve bu nedenle de İran yaptırımlarının delinmesi sürecinde rol oynadığını öne sürüyordu. Ancak savcılık kapanış konuşmasında bu iddiayı gündeme getirmezken, Atilla'nın "milyarlarca dolarlık yaptırımları delme planının üstünü örtmek için yalan söylediğini" iddia etti.
Atilla'nın avukatları da müvekkillerinin masum olduğunu yineledi. Avukat Rocco, "Hakan Atilla, bu oyunda suçu olmayan bir piyon ve ABD'de mahkeme salonuna değil, Alacakaranlık Kuşağı'na ait olan bir hikayenin ikincil zayiatı" diye konuştu.
Konuşmaların ardından 20 Aralık itibariyle jüri karar için değerlendirmelerine başladı.
Jüri, değerlendirmesinin ikinci gününde eski polis memuru Korkmaz'ın ifadesinin bir bölümünü gözden geçirmeyi talep etti. Ayrıca Yargıç Berman'a Attila'ya yöneltilen kara para aklama suçlamasıyla ilgili jüri üyelerinin tamamının "değerlendirme yaparken aynı kriterlere göre hareket etmesinin zorunlu" olup olmadığı sorusunu yöneltti. Berman da bu soruya 'evet' yanıtını verdi.
Değerlendirmelerin üçüncü günü olan 22 Aralık Cuma Noel ve yılbaşı nedeniyle jürinin görüşmelerine 3 Ocak tarihine kadar ara verildi.
Reuters haber ajansı, jürinin yönelttiği soru ve taleplerinin üyeler arasında görüş ayrılığı yaşandığının bir işareti olduğu yorumunu yaparken, davayı yakından izleyen gazetecilerinden New York Times'ın adliye muhabiri Benjamin Weiser de jüri değerlendirmeleri sırasında bu kadar uzun bir ara verilmesini ise "sıra dışı" olarak nitelendirdi.
Fotoğrafın Telif Hakkı @BenWeiserNYT @BenWeiserNYT
Jüri, 3 Ocak Çarşamba günü değerlendirmelerine yeniden başladı. Jüri, Yargıç Berman'a bazı suçlamalarla ilgili kararda oybirliği sağlanması ancak bazılarında ise sağlanamaması halinde ne yapabileceklerini sordu. Berman da sanığın bazı suçlamalardan suçlu, bazılarından ise suçsuz bulunabileceğini belirterek, oybirliği sağlanana kadar devam etmelerini söyledi.
Bu sorudan birkaç saat sonra ise jüri karar için oybirliğini sağladı. Buna göre, Atilla kara para aklama hariç kendisine yöneltilen altı suçlamanın beşinden suçlu bulundu.
Atilla'nın suçlu bulunduğu suçlamalar ABD ve özellikle de ABD Hazine Bakanlığı'nı dolandırmak için kumpas kurma, Uluslararası Acil Ekonomik Güç Yasası'nı (International Emergency Economic Powers Act) delmek için kumpas kurma, bankacılık sisteminde sahtekarlık yapma, bankacılık sisteminde sahtekarlık yapmak için kumpas kurma ve kara para aklamak için kumpas kurma olarak sıralanıyor.
Atilla, yargılama boyunca kendisine yöneltilen suçlamaların tamamını reddetti. Mahkeme salonunda bulunan gazeteciler, Atilla'nın kararı sükûnetle karşıladığını ancak eşinin ağladığını bildirdi.
Savcılık da yaptığı açıklamada, yargılama sürecinin "eksiksiz, adil ve şeffaf" olduğunu söyledi.
Açıklamada, "İran'a yaptırım uygulanması rejiminin kalbinde milyar dolarlık bir gedik açan bu büyük ve küstah kumpasın merkezinde yer alan daha önce suçunu itiraf eden Reza Zarrab ile (Atilla), artık ciddi federal suçlardan hüküm giyen iki isim olmuştur. Yabancı banka ve bankacıların önünde tek bir seçim var: Ya İran ve yaptırım uygulanan diğer ülkelerin ABD yasalarından kaçmasına bilinçli olarak yardım edersiniz ya da ABD doları kullanarak işlem yapan uluslararası bankacılık sisteminin bir parçası olursunuz. Ancak ikisini birden yapamazsınız" dedi.
Davada cezaların açıklandığı karar duruşması ise 16 Mayıs'ta New York'ta yapıldı. Yargıç Berman, Atilla hakkında bir dizi hafifletici gerekçe saydı ve hem savcılığın hem de savunma makamının talep ettiğinin altında bir ceza verdi.
Atilla, 32 ay hapis cezasına çarptırıldı. Atilla'nın tutuklu bulunduğu 14 aylık süre de bu cezaden indirilecek ve kalan kısmını Connecticut'taki federal hapishanede geçirecek.
Berman, Atilla'nın Halkbank'ın üst düzey yöneticisi olarak yapması gerekeni gerçekleştirdiğini, yaptırımları delmek için kurulan düzenden yararlanmadığını belirterek, daha çok üst yöneticisi eski Genel Müdür Süleyman Aslan'dan aldığı talimatları yerine getirdiğini söyledi.
Berman, bu durumun Atilla hakkında verilen kararda etkili olduğunu söyledi.
Savcılık, Atilla'nın 188 ay hapis ve 500 bin dolara kadar para cezasına çarptırılmasını; avukatları ise hapis cezasının dört yıla kadar verilmesini talep etmişti.
Davada tutuklu bulunan diğer isim olan Türkiye, İran ve Makedonya vatandaşı iş adamı Reza Zarrab da yargılama süreci başlamadan önce savcılıkla anlaşarak suçunu kabul etti. Zarrab, davada iddia makamı adına tanıklık yaptı.
Zarrab'ın savcılıkla yaptığı anlaşma kapsamında, ailesi ile birlikte Tanık Koruma Programı'na dahil edilme olasılığı da bulunuyor.
Zarrab ile ilgili cezanın ilerleyen bir tarihte açıklanması bekleniyor. Atilla'nın karar duruşmasına katılmayan Zarrab'ın nerede olduğu ya da hangi cezaevinde tutulduğu ise bilinmiyor.
Zarrab için savcılığın davaya konu iddialarını desteklemekte kendisine ne kadar katkıda bulunduğuna dair görüşünü yargıçla paylaşması öngörülüyordu. Savcılık, Zarrab'ın davasına "önemli katkı" yaptığı yönünde bir değerlendirme yapması halinde, ceza indirimi talep edebilir.
New York'ta tamamlanan davada bireysel yargılama yapıldı. Dolayısıyla Türkiye devleti ya da Halkbank sanık olarak yer almadı.
Ancak bir Halkbank yöneticisinin suçlu bulunması, kurumsal bir yaptırım uygulanıp uygulanmayacağı sorusunu da beraberinde getiriyor.
Mahkemenin vereceği kararda Halkbank, Türkiye devleti ya da bankacılık sektörüyle ilgili bir ceza verilmedi. Verilen ceza yalnızca Atilla'yı ilgilendiriyor.
Bununla birlikte, ABD Hazine Bakanlığı'nın daha önce İran yaptırımlarına uymadığı gerekçesiyle dünyada çok sayıda bankaya verdiği maddi cezaların örnekleri bulunuyor.
Dolayısıyla Halkbank ile ilgili bir yaptırıma gitme ya da gitmeme olası kararı da ABD Hazine Bakanlığı'na ait.
17-25 ARALIK OLAYLARIYLA BAĞLANTISI
Davanın 11 Aralık Pazartesi günkü duruşmasında, 17 Aralık 2013 tarihinde rüşvet ve yolsuzluk iddialarıyla ilgili yürütülen operasyonu yöneten polis memurlarından eski Komiser Yardımcısı Hüseyin Korkmaz tanık olarak dinlendi.
Korkmaz, ifadesi sırasında 17 Aralık 2013 tarihindeki soruşturmaya ait polis fezlekesi ve aramalar ile dinlemelerde elde edilenleri ABD'ye kendisinin getirerek, New York Güney Bölgesi Savcılığı'na teslim ettiğini aktardı.
Türkiye'de 17-25 Aralık operasyonlarını yürüten polislere yönelik soruşturma kapsamında tutuklanan ve 17 ay tutuklu kalan Korkmaz, daha sonra ülkeden karayoluyla ayrıldığını ve ardından üç farklı ülkeye gittiğini anlattı. Duruşmada, kaçak yollardan ülkeden ayrılarak uluslararası hukuku ihlal ettiğini de kabul etti.
Korkmaz, ulaştığı son ülkedeki yasal bir boşluktan yararlanarak kendisine başka bir isim altında yeni bir resmi belge almayı başardığını ve böylece ABD'ye gelerek, elindeki belgeleri güvenlik güçlerine teslim ettiğini belirtti.
Korkmaz, New York savcılığına teslim ettiği belgeleri "suç unsuru sesler, soruşma dosyasının adliyede taranmış hali, operasyonda yapılan aramalarda el konulan delillerin fotoğrafları, bazı bilirkişi raporlarının dijital ve taranmış halleri, ifadeler gibi delillerin dijital halleri" olarak sıraladı.
Korkmaz, duruşmada Fethullah Gülen Cemaati ile ilişkisi olduğu iddialarını reddetti ve kendisinin "Atatürkçü" olduğunu öne sürdü. Korkmaz, iddia makamının da çıkardığı son tanık oldu.
Korkmaz, ABD'ye getirdiği belgelerin bir kısmını Türkiye'deki "bir savcı ve bazı polis memurlarından aldığını" ve soruşturmaya ait el yazısıyla aldığı kendi notlarını imha ettiğini söyledi.
Korkmaz, CD'lerde yer alan dinleme kayıtları, belge ve fotoğrafları harici disklere aktardığını ve bunlara şifre koyarak ABD'ye taşıdığını belirtti.
New York'ta görülen davada Türkiye'deki soruşturmalarda elde edilen belge ve dinlemelerin de kanıt olarak yer aldığı bilgisi esasen yeni değil.
Savcılığın hazırladığı son iddianamede yer alan telefon görüşmeleri, 17 Aralık 2013 tarihindeki soruşturma için hazırlanan polis fezlekesinde yer alan tapelerle önemli ölçüde örtüşüyor.
Dahası, savcılık, halihazırda dava öncesinde mahkemeye elindeki kanıtlarla ilgili sunduğu belgede, Türkiye'de yürütülen soruşturmalarda elde edilen dinleme, tape, belge ve fotoğrafları davada kanıt olarak sunacağı bilgisini vermişti.
İddia makamı ayrıca, bu kanıtların nasıl elde edildiğini anlatmak ve gerçekliğini doğrulamak için konu hakkında bilgi sahibi bir ya da birden fazla tanık da kürsüye çıkaracağını belirtmişti. Dava sürecinde, Türkiye'de toplanan kanıtlarla ilgili olarak yalnızca Korkmaz tanıklık yaptı.
Tanık olarak dinlenen Korkmaz'ın adı Yargıç Berman'ın davanın ilk gününde jüri üyelerine sunduğu belgede olası tanık ya da davada adı geçebilecek isimler arasında yer alıyordu.
Berman'ın davada tanık ya da adı geçebilecek kişilere dair sunduğu bu listede, Korkmaz'ın yanı sıra Türkiye'de 2013 yılında yolsuzluk ve rüşvet iddiaları ile ilgili yürütülen soruşturmanın 17 Aralık bacağında yer alan ancak daha sonra görevden alınarak haklarında Fethullah Gülen Cemaati'ne üye oldukları gerekçesiyle soruşturma başlatılan başka isimler de bulunuyor.
Bu isimler arasında soruşturmanın savcılığını yürüten Celal Kara ve Zekeriya Öz ile yine mali şubede görev yapmış üst düzey polis memurları Yakup Saygılı, Mehmet Akif Üner ve Yasin Topçu da yer alıyor. Ancak bu kişiler davada tanık olarak çağrılmadı.
Hükümet de New York'taki davanın 17-25 Aralık soruşturmalarının devamı olduğunu savunuyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Kasım ayında yaptığı konuşmada, "17-25 Aralık'ta ülkemize tarihin en büyük tuzaklarından biri kuruldu. Bu tuzak başarısız olunca aynı tezgahı götürdüler Amerika'da kurdular. Birileri hala FETÖ'nün ağzı ile itham etmeyi sürdürüyorsa sebebi onlara verilen rolü oynamaktır. Aynı çevreler hepimizin gözü önünde yaşanan 15 Temmuz ihanetine hala tiyatro, kontrollü darbe diyebiliyorsa bu sözü onlara kimlerin söylettiğine bakmak gerekir" demişti.
DAVANIN SİYASİ BOYUTU
Zarrab'ın Türkiye'de bazı siyasilerle bağlantıda olması ve eski bir bakana yönelik de suçlamaların yapılması bu davaya siyasi boyutlar da kazandırıyor.
Yapılan ön duruşmalarda Zarrab, saygın bir iş adamı olduğunu anlatmak adına Türkiye'deki üst düzey bağlantılarından ve yardım faaliyetlerinden söz ederken, savcılık ise Zarrab'ı bu bağlantılarını kullanarak yasadışı faaliyetlerini yürüttüğünü ve soruşturmalardan kurtulduğunu öne sürüyor.
Ancak davanın siyasi boyut kazanmasında esas olarak Zarrab'ın Nisan ayında New York eski Belediye Başkanı ve ABD Başkanı Donald Trump'ın yakın çalışma arkadaşlarından Rudolph Giuliani ile eski Başkan George W. Bush döneminin Adalet Bakanı Michael Mukasey'i de savunma ekibine dahil etmesi önemli rol oynadı.
Politik bağlantıları kuvvetli bu iki ismin savunma ekibine dahil olup olamayacağına dair yapılan duruşmalarda ise bazı önemli detaylar ortaya çıktı.
Giuliani, Nisan 2017'de mahkemeye sunulan yeminli yazılı ifadesinde, Zarrab adına yapacakları çalışmaların ve oynayacakları rolün esasının tanımlanmasına dair soruya şu yanıtı verdi:
"Verdiğimiz hizmetler, tamamen olmasa da esas olarak, ABD ile Türkiye arasında ABD'nin ulusal güvenlik çıkarlarını destekleyecek ve Sayın Zarrab'ın yararına olacak bir çeşit anlaşmanın parçası olarak çözümlenip çözümlenemeyeceğinin belirlenmesine dair çalışmalara odaklanmaktadır… Bu hizmetler, hem ABD hem Türk devletinin üst düzey yetkilileriyle toplantı ya da görüşme yapmayı da kapsamakta ve ileride de kapsayacağı tahmin edilmektedir."
Giuliani, ayrıca, bu kapsamda görüşülen Türk yetkililer arasında Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın da olduğunu açıkladı.
Mukasey de yine Nisan 2017'de mahkemeye sunduğu yeminli ifadesinde, "ABD'li ve Türk devlet yetkilileri, ABD'nin güvenliğini artıracak ve bu davaya konu meseleleri çözüme kavuşturacak bir anlaşmanın kovalanması olasılığına açık fikirle yaklaşmayı sürdürmektedir" dedi.
New York Times gazetesi o dönem yayımladığı bir haberde, Giuliani ve Mukasey'in Zarrab'la ilgili yargı sürecini görüşmek üzere Türkiye'ye gitmesi ve Erdoğan'la görüşmesini "sıra dışı bir durum" olarak nitelendirmişti.
Telif hakkı Getty Images
Image caption İddialara göre, Türkiye, davanın ilk savcısı Preet Bharara'nın görevden alınmasını istemişti
NBC News da geçtiğimiz günlerde yayınladığı bir haberinde, Erdoğan'ın ABD eski Başkan Yardımcısı Joe Biden ile 2016'da yaptığı bir görüşmede, davanın düşürülmesini ve dönemin New York Güney Bölgesi Savcısı Preet Bharara'nın da görevden alınmasını istediğini, ancak bu taleplerin reddedildiğini bildirdi.
Aynı haberde birden fazla kaynağa dayandırılarak Erdoğan'ın Trump yönetiminden de davanın düşürülmesini defalarca talep ettiği belirtildi.
Son olarak yine aynı NBC News haberinde, Türkiye'nin Trump'ın eski Ulusal Güvenlik Danışmanı Michael Flynn'e Zarrab davasının düşürülmesi ve 15 Temmuz 2016'daki darbe girişimini planlamakla suçladığı Fethullah Gülen'in kaçırılarak İmralı Adası'na getirilmesi için 15 milyon dolar önerdiği de iddia edildi.
Zarrab da tanıklığı sırasında ABD ile Türkiye arasında "yasal sınırlar çerçevesinde" bir mahkum değişimi anlaşması yapılması amacıyla avukatlar tuttuğunu ancak bu girişimlerden sonuç alınamadığını söyledi.
Sanık Hakan Atilla'nın savunma ekibinin, 4 Aralık Pazartesi günkü duruşmada yargıca sundukları mektupta Zarrab'ın siyasi bir anlaşma yapılmasını sağlamak istediğini gösterdiği öne sürülen konuşmalarının özetleri de yer aldı.
Zarrab'a 20 Ekim 2016'da cezaevinde yaptığı bir görüşmede, "dört kişi karşılığında altı kişinin iade edileceğinin" söylendiği ve karşıdaki kişinin "Merak etme, seni de bırakacaklar" dediği öne sürüldü.
4 Kasım 2016 tarihli bir başka konuşmada da, kimliği bilinmeyen bir erkeğin, Zarrab'a Türkiye'deki avukatının "halihazırda Mevlüt ve Bekir ile" durumu görüştüğünü söylediği görüldü. Aynı kişi, Zarrab ile ilgili olarak "Beyefendi"nin dönemin ABD Başkanı Barack Obama'yı da arayabileceğini de sözlerine ekledi.
ABD basını, burada isimleri geçen kişilerin Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu ve Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ öne sürerken, "beyefendi" olarak bahsedilen kişinin de Cumhurbaşkanı Erdoğan olabileceğini belirtti.
MADDİ BOYUT
İddia makamının mahkemeye sunduğu belgelerde yapıldığı iddia edilen bu işlemlerin toplam maddi boyutuna dair herhangi bir rakam yer almıyor.
Yalnızca sanıkların "milyarlarca dolarlık" işlemler gerçekleştirdiği belirtiliyor. Ayrıca, Çağlayan ve Aslan'ın "milyonlarca dolar değerinde nakit ve mücevheri rüşvet olarak aldıkları" iddiasına da yer veriliyor.
Savcılık, Aralık 2012 ile Ekim 2013 dönemleri arasında altın ticaretiyle bağlantılı olarak ABD'deki finans kuruluşlarının bu ülkede bulunan muhabir hesapları üzerinden gerçekleştirdiği işlem miktarının en az 900 milyon dolar olduğunu öne sürüyor.
Mahkemeye sunulan belgelerde ayrıca Dubai'ye ihraç edilen altınların nakde çevrilip buradan İran'a taşınmasıyla ilgili iddialar sıralanırken, örnek olarak yalnızca 2011 yılının sonunda Zarrab ve iş ortaklarının ABD'nin yaptırım uyguladığı İranlı finans kuruluşlarından Bank Mellat hesaplarına tek defada 1 milyar dolar ve 400 milyon euro taşındığı belirtiliyor.
Columbia Üniversitesi'nden David L. Phillips de Kasım ayında New York Review of Books'a yazdığı makalede, Federal Soruşturma Bürosu'ndan (FBI) bir ajanın kendisine soruşturma kapsamında Zarrab'ın her hafta bir ton altın ihraç ettiği ve karşılığında da yüzde 15 komisyon aldığı iddiasının da incelendiğini söylediğini ifade etti.
Telif hakkı Getty Images
İran yaptırımları konusunda çok sayıda araştırmaya imza atan Washington merkezli düşünce kuruluşu The Foundation for Defense of Democracies'in (FDD) CEO'su Mark Dubowitz de, Mart 2012 ile Temmuz 2013 dönemleri arasında Türkiye'nin İran'a yaklaşık 13 milyar dolarlık altın ihraç ettiğini ve yıllık olarak bu sayının 20 milyar dolara ulaşabileceğini söylüyor.
Yapılan işlemlerin maddi boyutuyla ilgili bir diğer gösterge de resmi rakamlar.
Reuters'ın Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu'nun (EPDK) verilerine dayanarak 2014 yılında yaptığı hesaplamaya göre, Türkiye'nin 2012 yılında İran'dan satın aldığı petrol ve doğalgazın değeri 10 milyar doları aşıyor.
Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göre ise 2011 yılında 1 ton olan İran'a altın ihracatı da 2012 yılında yaklaşık 126 tona yükseliyor ve bunun değeri de yaklaşık 6,5 milyar dolar olarak hesaplanıyor. Ayrıca, aynı yıl içerisinde Türkiye'nin BAE'ye yaptığı altın ihracatı da 85 ton ve 4,6 milyar dolar.
Savcılığın iddiasına göre, kıymetli metal ticareti üzerindeki yaptırımların sıkılaştırılmasının ardından bu kez de paralar İran'a "hayali transit buğday ticareti" ile gönderilmeye başlandı.
Zarrab, Nisan 2014'te AHaber'e verdiği mülakatta, buğday ve ilaç satışına başlamalarından sonraki ilk dört ayda yaklaşık 1,6 milyar dolarlık ticaret gerçekleştirdiklerini söylemişti.