İstanbul Barosu Başkanı Kaboğlu: Cumhuriyet’in son on yılı anayasasızlaştırma dönemi oldu
Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurulu’nun 10 Aralık 1948’te İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’ni kabul etmesi üzerine 10 Aralık günü, bütün dünyada İnsan Hakları Günü olarak kutlanıyor. Bugünün önemine ilişkin ise İstanbul Barosu tarafından bir sempozyum düzenlendi.
İnsan Hakları Onur Ödülü Ekrem İmamoğlu'na verilecek
Sempozyumun açılış konuşmasını gerçekleştiren İstanbul Barosu Başkanı Prof. Dr. İbrahim Özden Kaboğlu, şunları söyledi:
“Ulusal ölçekte; insan hakları hukuk devletinde saygı görür ancak; haklar toplumunun yaratılması, insan hakları öznelerinin tek başına ve birlikte, bilinçli ve sürekli bir mücadelesini gerekli kılar. Bu şekilde ancak, insanların kendilerini kukuk toplumunun bilinçli üyesi olma yönünde, siyasal örgütlenmeyi de, hukuk devleti ereğinde dönüştürmesi mümkün olabilir.
İnsan haklarını dünden bugüne, bugünden geleceğe düşündüğümüz zaman, özne ve konular bakımından değişim ve evrim dikkat çekmekte. Mesela hak özneleri bakımından en yaygın ayrım, bireysel haklar ve kolektif haklar ayrımıdır. Öte yandan, ilişkiler bakımından şu üçlü ayrıma dikkat çekmek yerinde olur: İnsan-insan ilişkisinde haklar, sosyo-mesleki bağlamda haklar ve insan-çevre ilişkisinde haklar. Burada, kolektif haklar ile insan-çevre ilişkisinde haklar birlikte düşünülmeli.
Cumhuriyet’in 25. Yılında kabul edilen ve 6 ay geçmeden iç hukuka eklemlenen İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi (İHEB) temelinde İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’ni (İHAS) hazırlayan Avrupa Konseyi kurucularından Türkiye Cumhuriyeti, ilerleyen on yıllarda hazırlanan çok sayıda Birleşmiş Milletler Örgütü (BMÖ) insan hakları belgesine taraf oldu.
Anayasal ve siyasal kopmalara karşın, insan hakları alanında gerek iç hukuk düzeninde gerekse uluslararası ölçekte önemli kazanımlar, Türkiye Cumhuriyeti’nin 'uluslararası toplumun onurlu üyesi' olma özelliğinin başlıca ölçütü oldu.
1961 Anayasası, İHEB ve İHAS’a göre daha güvenceli bir düzenleme yaptı. 1980’li ve 90’lı yıllarda İHAS sistemi ile bütünleşen Türkiye Cumhuriyeti, 2001 Anayasa değişikliği ile, 1971 ve 82’de zedelenen ve sonlandırılan ileri koruma ilkesini yeniden öngördü. 2003’te, kaynağı İHEB olan Medeni ve Siyasal Haklar Uluslararası Sözleşmesi ile Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Hakları Uluslararası Sözleşmesi onaylandı. 2004 Anayasa değişikliği, uluslararası insan hakları sözleşmelerinin yasalara üstünlüğünü öngördü. 2010’da, İHAS kapsamında Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru hakkı tanındı. 2012’de İstanbul Sözleşmesi yürürlüğe konuldu.
“CUMHURİYET’İN SON ON YILI ANAYASASIZLAŞTIRMA DÖNEMİ OLDU”
Değinilen bu gelişmeler, anayasal ve siyasal düzende kırılma ve kopmalara karşın, insan hakları üzerine genel bir oydaşma anlamına gelir. Cumhuriyet’in son on yılı ise, kurumlar, kurallar ve değerler üçlüsünde ‘oydaşma alanları’nın sorgulandığı ve belirsizleştiği bir anayasasızlaştırma dönemi oldu. Son yıllarda, kazanımları yadsıma ve sonlandırmaya yönelik düşünsel ve eylemsel girişimler öne çıktı. Bu olumsuzluklar, Parti Başkanlığı Yoluyla Devlet Başkanlığı ve Yürütme (PBDBY) dönemi ile örtüştü.
Neden? Çünkü PBDBY, üzerinde Osmanlı’dan bu yana oydaşma bulunan kurum ve kuralları lağvetti; Hükümet ve siyasal sorumluluk gibi. Kalan Anayasal kurum ve kuralların da sorgulanması ve ilga girişimi ise, PBDBY mimarlarının demokratik hukuk devleti gereklerine inançsızlıklarının ve siyasal iktidarı değiştirme yollarını tıkama hedeflerinin açık bir göstergesi.
“İHEB’in tanıdığı ‘direnme hakkı’, Cumhuriyetçiler için meşru ve haklı dayanak”
Aksi halde, sistematik Anayasa ihlalleri, anayasal kurumları kaldırma girişimi ve Türkiye’nin uluslararası kazanımlarının sorgulanması bu denli günışığına çıkmazdı.
Türkiye Cumhuriyeti bir yol ayrımında mı? Yol ayrımı şu: 2’inci Yüzyıl, ‘İnsan Haklarına dayanan Cumhuriyet’ mi, yoksa kişisel muktedirlerin insanları hakladığı Türkiye yüzyılı mı olacak? Yanıt anahtarı: İHEB’in tanıdığı ‘direnme hakkı’, Cumhuriyetçiler için meşru ve haklı dayanak.
Son olarak, 'Hak ve özgürlükler, birbirine bağlı ve bütün; iktidarlar ayrı ve bağımsız' gereklilik ve gerçeğini vurgulayarak, hak ve özgürlükler bütünü savunulabildiği ölçüde, korunmaya muhtaç grup haklarının ihlalleri azaltılabilir.
Unutmayalım; ‘düşünce evrensel, eylem ise yereldir’.”
Kaynak:ANKA Haber Ajansı