Demirtaş: HDP’nin Kobani çağrısı şiddet içerseydi cumhurbaşkanı 'provokasyona gelmeyin' derdi, demedi çünkü şiddet çağrısı değildi

Demirtaş: HDP’nin Kobani çağrısı şiddet içerseydi cumhurbaşkanı 'provokasyona gelmeyin' derdi, demedi çünkü şiddet çağrısı değildi
HDP Eski Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş gazete duvar'da "Kobanê üzerinden HDP’ye kumpas" başlıklı yazısında 6-7-8 ve 9 Ekim sürecini ele aldı.

Demirtaş, "6 Ekim’de de 7 Ekim’de de 8 ve 9 Ekim günlerinde de, HDP’nin açıklamasının şiddet çağrısı içerdiğine dair hiç kimse en küçük bir imada bile bulunmamıştır. Şiddet, Erdoğan’ın “Kobanê düştü, düşecek" ifadesi üzerine başladı" ifadelerini kullandı. Demirtaş aynı zamanda "Şayet HDP’nin açıklaması, iddia edildiği veya iftiraya konu edildiği gibi 'ortalığı yakın, yıkın' çağrısı idiyse ülkenin cumhurbaşkanının, söz konusu çağrıdan bir gün sonraki konuşmasında 'Provokasyona gelmeyin, HDP’nin çağrısına uymayın, ortalığı yakıp yıkmayın, şiddeti durdurun' demesi gerekmez miydi? Gerekirdi. Ama öyle bir şey demedi. Çünkü ortada ne şiddet vardı ne de HDP’nin çağrısını şiddet olarak anlayan tek bir kişi" vurgusunu yaptı.

Davutoğlu ile yaptığı telefon görüşmesini hatırlatan Demirtaş, "Ben de Başbakan Davutoğlu ile yaptığım 12 dakikalık telefon görüşmesinde, gelişmeleri ve bizim tavrımızı kendisine aktardım. Ne dediğini, arzu ederse ve hatırlıyorsa kendisi açıklar" ifadelerini kullandı.

Demirtaş'ın yazısının tamamı:

"2014 yılında, Suriye ve Irak’ın birçok yerinde olduğu gibi Kobanê’de de IŞİD barbarlığı yaşanıyordu. IŞİD’in kan donduran katliamlarına karşı tüm dünyada ve Ağustos 2014’ten itibaren Türkiye’de de son derece etkili protestolar yapılıyor ve dünya kamuoyunun ilgisi giderek Kobanê üzerine yoğunlaşıyordu. Uluslararası koalisyonun IŞİD’e müdahalesini talep eden sesler, artık dünyanın dört bir yanından duyuluyordu. Türkiye’de 2013 yılında başlayan çözüm sürecinde ise artık PKK’nin silahları tümden bırakacağı, demokratik çözümün gerçekleşeceği aşamaya gelinmişti.

O dönemde benim de eş genel başkanı olduğum HDP, çözüm sürecinin siyasi aktörlerinden biriydi. Sürecin en hassas noktası, tüm tarafların ve kamuoyunun birbirlerine güvenlerinin sağlanması ve şeffaflığa olabildiğince özen gösterilmesiydi. Çözüm sürecine dair eksiğiyle doğrusuyla söylenecek çok şey var ama tüm taraflar ve kamuoyu, bu sürecin içinde iyi niyetle yer almış veya süreci desteklemişlerdi, bunu belirtmekte yarar var.

6 Ekim 2014’e giderken durum neydi?

Şimdi bu kısa hatırlatmadan sonra, sözüm ona genişletilen, Kobanê bahaneli siyasi operasyonlara dair birkaç şey söylemek istiyorum. Altı yıldır kesintisiz bir şekilde sürdürülen siyasi, polisiye, yargısal, medya linci şeklindeki operasyonlara gerekçe gösterilen tek delil olan, HDP Twitter hesabından paylaşılan açıklama neden yapıldı? Öncelikle, bunu bir kez daha açıklayayım.

Haftalardır süren protestolara rağmen maalesef IŞİD saldırıları yoğunlaşmış ve Merkez Yürütme Kurulumuzun (MYK) toplantıda olduğu o saatte, artık IŞİD’in Suruç’taki Mürşitpınar Sınır Kapısı'nı ele geçirmek üzere olduğu haberleri basına düşmüştü. Türkiye’den Kobanê’ye giden ve gidecek olan yardımların Kobanê’ye tek ve son giriş noktası bu kapıydı. Daha birkaç gün önce, 1 Ekim’de dönemin başbakanı Ahmet Davutoğlu ile yaptığımız görüşmede, Türkiye’nin Kobanê’ye yardım etmesi konusunda gereğinin yapılacağını, bunun hem iç barışımız hem bölgede yaşayan diğer Kürtlerle iyi ilişkiler hem de çözüm sürecinin başarısı açısından tarihi önemini karşılıklı teyitlerle ifade etmiştik. Çözüm sürecinde diyalog içinde olduğumuz AKP hükümetine de o tarihe kadar HDP Genel Merkezi olarak sert eleştiriler yöneltmemiş, Hükümeti protesto etmemiştik.

Sürekli diyalog halinde, sorunları çözmeye çalışıyorduk. Nitekim Sayın Davutoğlu ile 1 Ekim 2014’te yaptığımız görüşmenin ardından görüşmenin olumlu geçtiğini belirtmiş, Hükümete teşekkür etmiştim. Ancak aradan geçen beş güne ve söz verilmiş olmasına rağmen Hükümet Kobanê’ye yardım için tek bir adım atmamıştı. 6 Ekim 2014 akşamı, Kobanê’de gelinen durumun vahametini ve aciliyetini hem kamuoyuna duyurarak duyarlılığı artırmak istedik hem de ilk defa AKP’yi eleştirip protesto ettik. Bizim MYK olarak o tweet'lerdeki mesajları yayımlarken tek kaygımız, AKP’yi protesto ettiğimiz için çözüm sürecindeki diyalog zemininin zedelenip zedelenmeyeceğiydi. Ama nihayetinde, Kobanê’de bir katliam yaşanırsa bunun çözüm sürecine daha fazla zarar vereceğine karar verildi ve benim de aynı anda Sayın Davutoğlu ile telefon görüşmesi yaparak durumu kendisine de aktarmamın yararlı olacağı kararlaştırıldı. Ben de Başbakan Davutoğlu ile yaptığım 12 dakikalık telefon görüşmesinde, gelişmeleri ve bizim tavrımızı kendisine aktardım. Ne dediğini, arzu ederse ve hatırlıyorsa kendisi açıklar.

HDP’nin 6 Ekim akşamı saat 21.50’de yayımladığı açıklamadan sonra Türkiye’de ve dünyanın birçok yerinde çeşitli gösteriler yapıldı. Ki zaten bu gösteriler Ağustos 2014’ten itibaren yapılan gösterilerin bir devamı niteliğindeydi ve etkili de oldu. Ancak tek bir şiddet olayı, yaralanma ya da ölüm meydana gelmedi. Zaten ertesi sabah hiçbir gösteri ya da olay da yoktu. Her yer sakin ama kaygılı bir bekleyiş içindeydi. Biz HDP olarak Kobanê sınırındaki Suruç’ta kitlesel bir mitingin yapılmasının iyi olabileceğini tartışıyor ve bunun imkanlarını araştırıyorduk.

Şayet gerçekten de HDP şiddet çağrısı yaptıysa neden kimse bundan söz etmedi?

Şimdi dikkatinizi şu çok önemli noktaya çekmek istiyorum: 6 Ekim’de de 7 Ekim’de de 8 ve 9 Ekim günlerinde de, HDP’nin açıklamasının şiddet çağrısı içerdiğine dair hiç kimse tarafından en küçük bir imada bile bulunulmamıştır. Öyle ki, 7 Ekim günü Gaziantep Islahiye’de mülteci kampında konuşan Cumhurbaşkanı Erdoğan, konuşmasında HDP’nin şiddet çağrısı yaptığına dair tek bir kelime bile etmedi. Etmedi, çünkü ortada öyle bir şey yoktu. Şayet HDP’nin açıklaması, iddia edildiği veya iftiraya konu edildiği gibi “ortalığı yakın, yıkın” çağrısı idiyse ülkenin cumhurbaşkanının, söz konusu çağrıdan bir gün sonraki konuşmasında “Provokasyona gelmeyin, HDP’nin çağrısına uymayın, ortalığı yakıp yıkmayın, şiddeti durdurun” demesi gerekmez miydi? Gerekirdi. Ama öyle bir şey demedi. Çünkü ortada ne şiddet vardı ne de HDP’nin çağrısını şiddet olarak anlayan tek bir kişi.

Peki HDP’nin çağrısından sonra Başbakan, TBMM Başkanı, İçişleri Bakanı veya muhalefet partilerinin “HDP ortalığı yakıp yıkmaya çağırıyor, provokasyona gelmeyin, bu çağrıya uymayın” şeklinde bir açıklaması var mı, yok. Çünkü ne şiddet var ne de HDP’nin açıklamasının şiddet çağrısı olduğuna dair en küçük bir algı var. Eğer bir parti “ortalığı yakın, yıkın” diye bir çağrı yapıyorsa ülkeden resmi veya sivil düzeyde tek bir uyarı da mı gelmez? Gelmedi. Çünkü ortada şiddet çağrısı yoktu.

Şiddet, Erdoğan'ın 'Kobanê düştü, düşecek' ifadesi üzerine başladı

Peki buna rağmen nasıl oldu da bunca şiddet, katliam ve yıkım yaşandı? Size yine, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 7 Ekim 2014 tarihli konuşmasını hatırlatmak durumundayım. Ne demişti orada? “Kobanê düştü, düşecek.” İşte provokasyonları tetikleyen cümle budur.

Bu konuşmadan sonra birkaç yerde insanlar yeniden gösterilere başladılar. Çünkü ülkenin cumhurbaşkanı, Kobanê’ye yardım edeceği yerde -hani çözüm süreci de var ya, hani Kürtlerle barış oluyor ya, hani analar ağlamayacak ya- adeta keyifle Kobanê’nin az sonra düşeceğini ilan ediyordu. Ve ilk provokasyon da bu konuşmadan hemen sonra yaşandı. Muş’un Varto ilçesinde, polis göstericilere ateş açarak 25 yaşındaki Hakan Buksur adlı HDP’liyi katletti. Aynı gün, toplam 13 kişi daha, kimliği belirsiz veya gizlenen kişilerce katledildi. Dolayısıyla provokasyonlara, HDP’liler katledilerek başlandı.

Kendinizi akıllı, halkı aptal mı sanıyorsunuz?

Peki HDP’lileri öldüren, halen en küçük bir araştırma yapılıp kim olduğu bulunamayan Varto’da görev yapan polis dahil olmak üzere, tüm katiller HDP’nin çağrısıyla mı harekete geçip HDP’lileri öldürdü? Aklımızla alay mı ediliyor? Yakılan iş yerlerinin tamamına yakını HDP’lilere aitti. Bunu da HDP’nin tweet'lerini okuyan HDP’liler mi yaptı? Siz kendinizi akıllı, halkı aptal mı sanıyorsunuz? Ellerine silah tutuşturulup ortalığa salınan Hizbi Kontra üyelerinin ve IŞİD destekçilerinin halk tarafından bilinmediğini, bunların sonsuza kadar gizli mi kalacağını sanıyorsunuz?

Yandaşlarınızın IŞİD hayranlığı ve propagandasıyla halkı nasıl tahrik ettiğini unutacağımızı mı düşünüyorsunuz?

Bazı güvenlik personellerinin Kobanê sınırında IŞİD’lilerle samimi bir ilişki içinde olduklarını gösteren görüntüleri kimsenin görmediğini mi sanıyorsunuz?

Yoksa şiddeti ve provokasyonları büyütmek için yangına körükle giden güvenlik güçlerini unutacağımızı mı sanıyorsunuz?

Sorumluluktan kurtulacağınızı mı sanıyorsunuz?

Hükümetin emrindeki dört istihbarat kurumu ve onca güvenlik gücüyle önceden tespit etmeyi ya da durdurmayı, önlemeyi başaramadığı tüm o vahşetin sorumluluğunu, bir muhalefet partisi olan HDP’nin üstüne yıkarak sorumluluktan kurtulacağınızı mı sanıyorsunuz?

Ya da tüm provokasyonları ve şiddeti HDP’nin desteğiyle durdurmayı başardıktan sonra Hilal Kaplan ve Abdülkadir Selvi isimli kişilerin, yalanlarla algı yaratmak için doğrudan ismimi vererek “sokağı yakın, yıkın” çağrısı yapmışız gibi ilk linç operasyonlarını ahlaksızca başlatan yazılarını unuttuğumuzu mu düşünüyorsunuz? Bu isimlerin halen Pelikan adlı ilginç (!) yapıyla anıldığını, bu yapının ülkede başbakan devirdiğini, bütün bu sürecin ve HDP’ye yönelik 4 Kasım operasyonunun anayasal düzeni fiilen değiştirmeye yönelik olduğu iddialarının sonsuza kadar araştırılmayacağına mı inanıyorsunuz? Sadece Kobanê katliamları değil; 5 Haziran 2015 Diyarbakır, 20 Temmuz 2015 Suruç, 10 Ekim 2015 Ankara katliamlarının azmettiricisi ve destekleyicisi olan siyaset, yargı, medya ve bürokrasi ayaklarının IŞİD’e nasıl destek verdiklerinin ilelebet gizli kalacağını mı sanıyorsunuz? Bazı medya tetikçilerinin, siyasetten gelen gizli talimatlar doğrultusunda yargıdaki çete yapılanmasının işini kolaylaştırmak için yıllardır kamuoyu algısı yaratmakla yalan ve iftiraya dayalı medya linci kampanyalarını düzenlemekle görevli oldukları da bu kişilerin isim isim kim oldukları da biliniyor. Bir gün hukuk işlemeye başlayınca ortaya çıkacak belgeler ve deliller, sahiplerini bile şaşırtacak, emin olun.

Siyasette ve sandıkta baş edemediğiniz HDP’yi yargıdaki, medyadaki çeteleriniz aracılığıyla alt edebileceğinize gerçekten inanıyor musunuz?

Altı yıl sonra yeniden yeniden tutuklanıp yargılandığımız ve gerçekte sorumlusu değil mağduru olduğumuz Kobanê katliamlarını, kumpas gizli tanıklarıyla üzerimize yıkabileceğinize, sorumluluktan kurtulabileceğinize gerçekten de inanıyor musunuz? Bu kumpasın bir gün tüm yönleriyle aydınlanmayacağını mı düşünüyorsunuz?

Bugün yaslandığınız faşizmin hep var olacağına ve yaptığınız her şeyin yanınıza kalacağına gerçekten inanıyor olmalısınız. Çünkü sahiden de çok cesur (!) ve pervasızsınız. Bizi korkutup yıldıracağınızı düşündürtecek ne yaptık ki, direnmekten başka? Ama şundan emin olun, etrafınızdaki çember daralıyor ve yargıya hesap vereceğiniz günler yaklaşıyor. Size tavsiyem, korkun. Çünkü biz halka güveniyoruz, Hakk’a ve halka sığınıyoruz. Siz neyinize güveniyorsunuz?

HDP Eski Eş Genel Başkanı, Edirne Cezaevi"

 

*Bu yazı kaynağından değiştirilmeden alınmıştır.