Zengin ve fakir sofralarının ortak yemeğini açıkladı: Ben Ecevit çorbasını çok severim!

Zengin ve fakir sofralarının ortak yemeğini açıkladı: Ben Ecevit çorbasını çok severim!
Ünlü yemek yazarı Mehmet Yaşin, sofraların değişmez yemeği çorbanın tarihçesini anlattı.

Ünlü yemek yazarı Mehmet Yaşin, "Sınıflar üstü yemek: Çorba" başlıklı yazısında çorbanın tarihçesini anlattı. Mehmet Yaşin, Ecevit çorbasını da çok sevdiğini vurladı.

Yaşin'in t24'teki yazısından öne çıkan bölümler şöyle:

"Öncelikle on bin yıl geçmişi olan bir yemeği, kısıtlı harf sayısı ile anlatabilmenin epey yetenek istediğini belirterek yazıya başlayalım.

Ayrıca, doğudan batıya, kuzeyden güneye tüm sofraların baş köşesinde oturduğunu açıklayalım. Sınıfsız, fakir, zengin tüm sofraların en sevilen yemeği olunca iş daha da önem kazanıyor üstelik! Kapitalist ve Komünist sofraların tek “ortak tabağı” olduğuna da parmak basalım!

İnsanlığın çorba ile tanışma rivayetleri farklı farklı. Gastro arkeologlara göre, Batı’daki geçmişi 10 bin yıl öncesine dayanıyor.

Nasıl bir tesadüf, çorbanın insanlığın beslenme listesine girmesine neden olmuştu? Sıcak mıydı, soğuk muydu? İşin içinde ateş var mıydı? Çukur bir taşta mı pişirilmişti? İçindeki malzemeler neydi? Bu sorunun yanıtı, Çatalhöyük’teki kazılarda bulunan çanaklardaki, kömürleşmiş arpa tanecikleri olabilir miydi?

Yoksa ilk çorba, bira mıydı? Hani, bir çanak içindeki arpa taneciklerinin, yağmur suyuyla fermente olması sonucu ortaya çıkan besleyici içecek miydi ilk çorba denen şey. Biraya onun için mi “sulu ekmek” denmişti? Onun için mi Batı’da uzun yıllar kahvaltıda içilmişti?

Kesin bir şey varsa o da, çorbanın Batı dillerindeki karşılığının Sanskritçe “iyi beslenme”den geldiği.

Daha somut olduğu öne sürülen bilgiler ise şöyle bir anlatıyı işaret ediyor:

Yıl MS 3. yüzyıl.

Aziz St. Patroklus, kilise bahçesinde çalışırken acıkır. Giysisinin cebine koyduğu kuru ekmekten başka yiyeceği bir şey yoktur.

Kuru ekmeğini, tasın içindeki suya batırarak yumuşatır. Üstüne biraz tuz serper. Ve afiyetle yer. Tuzu nereden buldu derseniz, maalesef o bilgi ben de mevcut değil!

Burada ekmek-tuz ikilisi kullanılarak, bunların inanç sistemlerindeki önemi mi anlatılmak istenmişti? Ekmek, tuz ve su üçlüsünün oluşturduğu yemek simgesinden yola çıkarak, çorbanın kutsallığı mı vurgulanmıştı yoksa?

Batı’da çorbanın başlangıç öyküsü olarak en çok yukarıdaki anlatıma inanılır.

FARSÇA 'ŞORBA' KELİMESİNDEN GELMEKTEDİR YANİ TUZLU SU!

Çorbanın bugünkü halini alması ise 1651 yılına tarihlendirilir. “Fransa Mutfağı” adlı kitabı yazan Pierre François la Varenne, çorbada, içine konan malzemenin değil de suyunun lezzetli olmasına dikkat çeker.

1760’larda Paris’te açılan çorbacılar, yemek tarihinde önemli bir rol oynamışlardır. İsimlerini, “iyileştiren, sağlığa iyi gelen” anlamındaki Restaurant’tan alan çorbacılar, giderek dışarıda yemek yeme kültürünün öncüleri olmuşlardır.

Yani çorba, restoran tarihine damgasını vuran ilk yiyecek olmuştur.

Gelelim çorbanın doğu yakasındaki yolculuğuna! Bu yakada çorbanın tarihi İslamiyet öncesine dayanır. İsmi ise Farsça ‘şorba’ kelimesinden gelmektedir. Yani tuzlu su! Anadolu kültüründe çorbanın değeri büyüktür. Folklorik anlamları bulunmaktadır.

Batıda iştah açıcı, tedavi edici vasıfları ön plana çıkarken, Doğu’da başlı başına bir yemek türüdür. Karın doyurmak için bir tas çorba yeterli olur.

Anadolu’da doğumun, düğünün, ölümün özel çorbaları vardır. Bu çorbalar öyle sade suya tirit değildir. Tek başına bir ziyafettir. Mevlana’nın baş yemeğidir. Ateşbaz’ın kazanında pişen tutmaç çorbası, tarhana çorbası, nohut çorbası, bamya çorbası, toyga çorbası hem dünün Mevlevi mutfağının hem de bugünkü Konya mutfağının damak çatlatan yemekleridir. Bu çorbalar olmadan sofra tam olmaz.

Osmanlı’da yeniçeriler kahvaltıda her gün çorba içerlerdi. Zaten her bölüğün başında olan kişiye de Çorbacı denirdi.

Çorbacılığa neferlikten itibaren terfi ala ala yükselirdi.

Yönetim çorbacılardan çok çekinirdi. Çünkü onlar, bir sürtüşme durumunda yeniçerileri isyana teşvik edebilirlerdi.

"TÜRKLERİN BAŞ YEMEĞİ ÇORBADIR"

Her şeye rağmen çorbada en çok kullanılan malzeme buğday olmuştur. Çünkü Osmanlıda imaretlerin, tekkelerin, kervansarayların ve kimi manastırların ortak yiyeceği buğday çorbasıdır.

Osmanlı’nın beslenmesine özel bir ilgi duyan Alman gezgin Hans Dernschwam, 1553 tarihli notlarında Türklerin çorba tutkusunu şöyle anlatır:

“Türklerin baş yemeği çorbadır. Önce koyun etinin suyu ile pişirilen pirinç çorbası içilir. Çorbaya limon suyu veya sirke dökülür. Biraz da karabiber koyarlar. Koyun etinden yapılan çorbanın içine bazen taze bulgur da konur. Bu çorbaya bulgur ya da buğday çorbası derler. Her türlü eti pişirip çorbanın içine koyarlar. Tavuk etini, piştikten sonra parçalayıp, pirinç çorbasının içine koyarlar ve sofraya getirirken üstüne maydanoz koyup, tarçın serperler.”

"SARIMSAĞI SİRKEYİ ESİRGEMEM, ESİRGEYENE KIZARIM"

Benim en favori çorbam paçadır. Kelle paçası da, ayak paçası da makbulümdür. Özellikle sabah rüzgarı henüz serin eserken içmeyi severim. Hem ısınır, hem ayılırım. Onun sayesinde günün içine düşerim.

Sarımsağı, sirkeyi esirgemem hiç. Esirgeyenlere de kızarım. Bu güzelim çorbanın tadını kaçırıyorlar diye. Paçanın, kuzunun arka ayaklarından olmasını tercih ederim. Çünkü arka ayaklarda etin biraz daha fazla olduğunu bilirim.

İşkembe ise zamansız çorbalarımdan biridir. Sabah, öğle, akşam, gece yarısı, kuşluk vakti... Yetir ki damardan veya tuzlamadan olsun. Bol sirkeli işkembe çorbası ile noktaladığım günlerim çok olmuştur.

Tavuk suyuna şehriye çorbasını içmek için salya sümük olmayı beklemem. O benim gençlik aşkımdır. Muhallebicide sevgilime ısmarlayabildiğim ucuz lezzettir.

Kastamonu’nun Ecevit Çorbası’nı da çok severim. Ilgaz’dan esen bıçak gibi soğuk rüzgarın önüne bir kalkan gibi dikilip, insanın içini ısıtır. Bu çorbanın adı, rahmetli Başbakan Ecevit’ten gelmez. Kastamonu’da bir bölge adıdır Ecevit.

Gaziantep’in Beyran çorbasının da hakkını yememek gerekir. O fokur fokur, acılı, sarımsaklı çorba günün kapısını açar. Zaten Antepliler o çorbayı içmeden gözlerini tam olarak açamazlar!

Tarhana ile mercimek hep lezzet yarışındadır.

Nohut, buğday, pirinç, bulgur da çorbalarımın gözdeleridir.

Sebzelisi, kıymalısı, etlisi, balıklısı, yoğurtlusu... Aklınıza ne gelirse çorba olup, karnınızı doyurur.

Afiyet olsun!"

Kaynak:Halk TV Haber Merkezi