Sezin Öney
Yeniden Refah, Yeniden İstanbul…
Gerçekten “Yeniden” ne?
Gazeteci Fatih Atik, Halk TV’de Sorel Dağıstanlı’nın “Gündem Özel” programında, “Yeniden İstanbul” sloganının asıl mucidinin Yeniden Refah Partisi olduğunu ve hatta, YRP’nin “Yeniden” sloganını başka metropoller için de, kendi kampanyaları için kullanmak istediğini söylüyordu.
Hakikaten de, AK Parti’nin sloganı olarak düşününce başka çağrışımlar; Yeniden Refah’ınki olarak düşününce bambaşka algılar yaratıyor…
AK Parti’nin sloganı olarak “Yeniden İstanbul”, çoktan geçmiş bitmiş bir “altın çağa”, başarı hikayesine duyulan nostalji algısı yaratıyor.
Yeniden Refah’ınki olarak düşününce ise, bir “parantezden” sonra asıl başarı hikayesinin köklere, öze dönüşle en baştan başlaması çağrışımı yapıyor.
Bir yanda “çıkarılan Refah gömleği” olmaksızın, sonunda dönüp dolaşıp “Kral çıplak” noktasına gelinmesi; diğer yanda, “Refah gömleğinin tılsımıyla” yeniden yola çıkış…
Tam da Ekrem İmamoğlu gibi “refah” kavramını sadece kalkınma boyutuyla kullanılır hale getirecek, “anti-tez” yeni nesil politikacılar, kendi gömleklerinin kollarını gelecek için sıvarken, “Refah Partisi”nin mirasçıları arasında ilginç bir paylaşım çekişmesi gündemimize giriyor.
Yeniden Refah, 2024 yerel seçimlerine Cumhur İttifakı cephesinde girsin veya İstanbul gibi metropoller başta olmak üzere kendi başına seçimlere girsin girmesin, kartlarını (şimdiye değin) doğru oynuyor.
Yeniden Refah’ın konjonktürel olarak önünü açan faktörler var:
-Ekonomik kriz: Türkiye dışındaki örneklerde de gördüğümüz üzere, son dönemlerdeki ekonomik krizlerde merkez partilere güven ve destek azalırken; daha uçlardaki, küçük partiler hızla popülerlik kazanıyor. Özellikle de, “adil düzen” ve “adalet” gibi kilit kavramları, doğru kullanabilirlerse…Yeniden Refah, gerek İslami öğeleri kullanışı, gerekse de “Refah Partisi” mirası ile; muhafazakâr taban ve ötesinde “küskün”, “bıkkın” gibi sıfatlarla nitelenebilecek, AK Parti seçmeni olup da partiden kopmuş veya kopmak üzere olan kesimleri, ekonomik kriz nedeniyle artan oranda çekebilir.
-Yolsuzluk, eşitsizlik, liyakatsizlik krizi: Muhafazakâr kesimler geneli ve tabii mahalleler, ilçeler; “yolsuzluk”, “eşitsizlik”, “liyakatsizlik” gibi meseleleri doğrudan, kendi çevrelerinde gözleyen seçmen grupları. Ekonomik kriz öncesi, bir şekilde bu meselelere göz yuman ve tahammül edebilen kesimler; şimdi “varlık” ve “yokluk” arasındaki “beyaz” ve “siyah” ayrımını keskin biçimde günlük hayatında, her gün tecrübe ediyor. Hangi çevrelerde kim nasıl zenginleşmiş, kim parti bağlantılarıyla rahat yaşıyor ve kim muhafazakâr imaj ardında “yozlaşıyor”, en çok AK Parti’nin bugüne kadarki “doğal seçmen tabanı” arasında göze batıyor ve rahatsızlık yaratıyor. Türkiye’de, farklı seçmen tabanlarının yıllardır şikayet ettiği konular, bugün artık muhafazakâr tabanının (da) meselesi.
Eski AK Parti tabanından, bu sebeplerle (özellikle İstanbul ve Ankara gibi metropollerde) CHP başta olmak üzere başka partilere “seküler” kaygılarla kayanlar da var; ki bu başlı başına ayrı bir tartışma konusu.
-Gündemin katkısı: Yeniden Refah’ın önünü açan konuların başını çekenlerden birini, iktidarın Mayıs seçimlerinden beri artan oranda “din eksenli” gündeminin dozunu arttırması çekiyor. AK Parti, iktidar partisi olarak (özellikle Mayıs seçimlerinden sonra), “devletin sahibi” imajını yaymaya ve sağlamlaştırmaya çalışırken, bir yandan da “din eksenli söylem ve politikalarının” da dozunu arttırmaya çalışması birbiriyle çelişti. Özellikle de, Cumhuriyet’in 100. kuruluş yıldönümünde AK Parti’nin, “ne kutlayan ne kutlayamayan” bir pozisyonda kalması her kesime uyumsuz bir tutumdu. Diğer yandan, tarikat ve cemaatlerin eğitim başta, toplumsal hayatta önünün açılması; doğrudan AK Parti ve Cumhur İttifakı’na “banko oy” sağlıyor gibi gözükse de, gerçekte sadece tabanı radikalleştiriyor. Eğer AK Parti, “militanlaşmayıp” devleti yönetir kalmak istiyorsa, bu radikalleşmeye bir süre sonra yetişemez. Çağımızda sosyal medyanın da etkisini unutmayalım: bir yandan Türkiye’deki tarikat-cemaatler ve diğer yandan, dünya genelindeki radikal İslâmi kesimler (silahlı olan olmayan), Türkiye’deki (özellikle genç) muhafazakâr tabanı sürekli daha uçlara çekecek malzeme üretiyorlar. Sosyal medya radikalleşmesi de, “dünya işlerine ve nimetlerine dalmış bir iktidar partisini” büyütmez; uçlardaki ve özellikle reaksiyoner popülizmi benimseyebilecek partileri büyütür. “İsrail gündemi” ve Gazze Savaşı’nın Türkiye’deki yankıları da, en çok Yeniden Refah’ın (Kürtler arasında da HÜDA-PAR’ın) desteğini arttırabilecek meseleler.
-Bukalemun rol: Yeniden Refah, hem “devletin sahibi” rolündeki Cumhur İttifakı’ndaydı, hem de muhalefet partisi gibi hareket ediyor. Bir yandan, “devletin içinde”: devletteki AK Parti kadrolarının bir çoğunun “gerçek evi”, ideolojik kökeninin olduğu adresin doğrudan mirasçısı. Diğer yandan da, Mayıs seçimlerinden beri artan dozda muhalefet partisi gibi hareket ediyor. İronik biçimde Yeniden Refah, İYİ Parti’nin bugün yaptığından daha fazla muhalefet yapıyor.
-“Metal yorgunluğu”: AK Parti’de, “başkanlık sistemine” geçişle beraber, seçilmişler ve dolayısıyla siyasetçilerin rolü azaldı: Cumhurbaşkanlığı’nın atadığı danışman ve teknotratların rolü arttı. Yeniden Refah, AK Parti’de yükselme kapıları “başkanlık sisteminin cam tavanı” ile kapananlara, açık kapı sunuyor.
“Erbakan dokunulmazlığı”: Ne kadar ironiktir ki, “gelecek vaat eden veliaht” başkasının oğlu çıktı. Üstelik de, “eski ustanın”. Kime niyet, kime kısmet diyelim.
Cumhurbaşkanı, Cumhur İttifakı’na katılması ve yanında yer alması için kapısına kadar gittiği Yeniden Refah’ın ve Genel Başkanı Fatih Erbakan’ın yolunu kendi açtı. Ve YRP, kendine biçtiği “İslamcı popülist” rol ile AK Partili muhafazakâr seçmenlerin “sessiz isyanının” adresi olmaya namzet: sadece yerel seçimlerde değil, ötesinde de…