Ekrem İmamoğlu İstanbul'daki Suriyeli sayısını açıkladı

Ekrem İmamoğlu İstanbul'daki Suriyeli sayısını açıkladı
Halk TV'ye konuk olan Ekrem İmamoğlu, "Bize göre 2 milyon üzerinde. İstanbul'da. resmi sayılar 1 milyon 300, 1 milyon 400, bize göre 2 milyon civarında." dedi.

Halk TV'de İsmail Küçükkaya'nın Yeni Bir Sabah programına İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu, konuk oldu.

İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu, Esad'ın düşmesinin ardından Suriye meselesinin çok boyutlu ve hassas bir sürece girdiğini vurguladı.

İmamoğlu, Türkiye'nin tarihsel sorumlulukları olduğunu ve temkinli davranması gerektiğini belirtti.

Sosyal medyadaki bazı zafer naralarının tehlikeli bir zihniyeti yansıttığını ifade eden İmamoğlu, Türkiye'nin komşularının iyi yönetişimine destek olma sorumluluğu bulunduğunu söyledi.

İmamoğlu, Suriye'deki gelişmeleri Libya ve Irak'taki süreçlere benzeterek, otoriter yönetimlerin sonuçlarına dikkat çekti.

PYD gibi terör örgütlerinin büyümesinin Türkiye için risk oluşturduğunu belirten İmamoğlu, Türkiye'nin sınır güvenliğinin öncelikli olduğunu vurguladı.

screenshot-2024-12-09-at-09-31-46-3621-canli-ismail-kucukkaya-ile-yeni-bir-sabah-konuk-ibb-baskani-ekrem-imamoglu-youtube.png

İmamoğlu, Suriye'de hukuk devleti ve demokrasiye dayalı, tüm etnik ve mezhepsel grupları kapsayan bir yapının kurulması gerektiğini savundu.

AKP'nin Suriye politikasını eleştiren İmamoğlu, Atatürk'ün Ortadoğu'daki suni devletlerin geleceğiyle ilgili uyarısını hatırlattı.

Suriye'deki farklı etnik ve dini grupların varlığını göz önünde bulundurarak hareket edilmesi gerektiğini söyleyen İmamoğlu, mezhepsel bakış açısının Türkiye'ye fayda sağlamayacağını belirtti.

Ekrem İmamoğlu şunları ifade etti:

Çok yönlü bakılması gereken Suriye meselesi bugün başka bir döneme evrilmiş durumda.

ilk bakışta çoklu tepki okuyabiliyorum ya da çoklu tepkileri, görebiliyorum. Ama, çok temkinli olmamız gereken, bizim ülke olarak, Türkiye Cumhuriyeti Devleti olarak, kurumlarıyla birlikte çok tarihsiz sorumluluklarla yüklü bir döneme daha giriyoruz aslında.

Aksi takdirde, bu sorumluluklar yönetilmediğinde riskleri yüksek bir süreç olduğunun altını çizmek isterim. Önce şu psikolojiyi bir belirtmek isterim.

82-83 plakaları yazılıyor, çiziliyor. Sanki bir zafer narası atılırcasına bazı sosyal medya içerikleri üretiliyor. Hani plaka ekleniyor Türkiye'ye, yani.

Bu zihnin altına itilen zaman içerisinde, o bilinçaltına verilen o kavramların bugün aslında su yüzüne çıkması hali.

Türkiye Cumhuriyeti Devleti güçlü bir devlet olmak zorunda. Bulunduğu coğrafya olarak olmak zorunda. Ama bu bölgede olmanın bazı koşulları ve şartları var. Komşularınızın iyi bir yönetime sahip ülke-devlet olmalarına destek olmak gibi bir sorumluluğu var.

Bugün, Suriye'de yaşanan olaylar baktığımızda aslında, yakın tarihe geri dönelim, Libya'da Kaddafi veya, Irak'ta Saddam Hüseyin'in yaşadığı süreçlerle çok farklı, çok birbirinden uzak süreçler değil aslında.

İç çatışmalar, halkını hiçe, yok yerine koymak, halkını hiçe saymak, ve belli bir kesimi koruyucu bir mekanizmanın altında tutup, kendi halkının farklı kesimlerine aynı derecede eşitlik hissini göstermemek, otoriter aklın, sonrasında geldiği sürecin özeti.

Bugün Suriye'de de benzer bir şey yaşanıyor. Dolayısıyla, süreç çok hassasiyetle incelenmeli ve takip edilmeli ki biz de takip ediyoruz süreci.

Baktığınızda, yüzde 90 oy alsanız ne olur yani? Esad yüzde 90'a yakın oy alarak seçiliyordu. Bugün bir anda pat diye ortada, , bir Esad yok, ve, farklı gelişmeleri takip ediyoruz bölgede.

Yani bir yandan, aşırı derecede sınırlarını, büyüten PYD'ye, bakıyoruz. Bir diğer yandan, bunların her birisi ülkemiz tarafından da terör örgütü kabul edilen hatta bir kısmı uluslararası, alanda da terör örgütü kabul edilen

Neresinden baksanız bugün bizim son derece temkinli, son derece tedbirli ve, son derece, oluşan ortamın yarınlarda nasıl gelişmesi gerektiği konusunda da sorumlu bir devlet olduğumuzu unutmadan hareket etmemiz gerekir ve bugün terör örgütü diye anılan, bir kısım yapıların ki bazen sayıları oldukça da yüksek, sayılara ulaşabiliyor. bunlar yarın oluşacak yeni Suriye Devleti'nde hangi, alanlarda, hangi hususlarda ya da hangi yapıları itibariyle söz sahibi olabilecekler?

Türkiye burada nasıl bir süreçle karşı karşıya kalacak? Kimlerle, masada oturmak zorunda kalacak

Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin olmazsa olmaz önemli bir şartı var: Son derece önemli bir sınır güvenliği şartı oluşacak. Hangi koşullar oluşacaksa, birinci sırada Türkiye Cumhuriyeti Devleti açısından bir sınır güvenliği şartı oluşmalı. Elbette Suriye'de, bir hukuk devletinin bir demokrasi, odaklı bir yapının kurulması, bu yapı ki,bütün,, oradaki etnik kökleri, mezhepleri kavrayabilen, hak ve hukuka sahip olmalarını sağlayabilen bir, , devlet yapısının kurulabilmesi oldukça önemli. Bunun aslında zemini Birleşmiş Milletler'in yaptığı çalışmada da var

Farklı buluşmalarda, daha yeni Doha'da yapılan toplantıda da, alınan kararlarda da aslında tarihselerde, , insanların haklarını ve hukuklarının korunmasından tutun, etnik kökenlerine,kadar,vurgu yapılarak, bütün hassasiyetleri korunarak orada yeni bir yapının, yeni bir devletin kurulması şeklinde bir bakış açısı var.

2011 yılından beri yapılan dış politika sürecimiz, gerçekten Türkiye Cumhuriyeti Devleti tarihinin ne yazık ki en kötü yönetilen dış politika sürecidir.

Özellikle Suriye için söylüyorum. Her konunun kendine göre hassasiyetleri var ama özellikle Suriye için söylüyorum.

Esed'dı, Esad oldu. Sonra tekrar Esad oldu. Şimdi tekrar Esed oldu. Yani başka bir tarafına bakalım. Şam'da Emevi Camii'ne gitmekten bahsedildi burada.

Ya bizim kültürümüzde yok. Bizim bakış açımızda yok. Türkiye Cumhuriyeti Devleti 1923'teki kuruluş değerleri açısından bütün komşularıyla iyi ilişki geliştiren, dostluk ve barış içerisinde olması ama aynı zamanda o devletlerin de kendi hak ve hürriyetleri kadar, kendi içinde yaşayan halkların da haklarının ve hürriyetlerinin korunduğu mekanizmalarla güçlendirilmesi gerektiği, ben hemen bir flash bellekle yaparım, yani geçmişe dönerim.

Cumhuriyetin ilk tarihlerine dönelim. "Mustafa Kemal Atatürk ne demişti?" diye bakalım. Yani Mustafa Kemal Atatürk düşünsenize, ilk o günlerde atmış olduğu en önemli adımlardan biri olarak kabul ederim.

Bir işte Sadabat Paktı kurmak, ian'la, Irak'la, Suriye'yle, diğer ülkelerle iyi bir, süreç işletmek için çağdaş, modern Türkiye'nin o yeni yüzünün onlara anlatıldığı, hatta hani "mazlum milletlere örnek olan" diye, o Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin yapısını onlara örnek olarak gösterildiği bir süreç. Bakın, Mustafa Kemal Atatürk'ün o kadar enteresan bir hatırlatması var ki:

"Bir gün Cihan Harbi'nden sonra Orta Doğu'da kurulan suni devletlerin halkları ayaklanacaktır. O gün geldiğinde yeni kurduğumuz cumhuriyetimizin yöneticileri bu halkların değil, emperyalist güçlerin yanında yer alırsa aynı akıbete kendileri uğrayacaktır." Mustafa Kemal Atatürk'ün...

Bunu kime söylüyor biliyor musunuz? , Saturday Evening Post dergisinin yazarı Isaac Marcosson diye bir yazara, Temmuz 1923'te söylüyor.

Bakın anahtar ülke Türkiye. Olmak zorunda. Olmak zorunda. Anahtar ülke ama olamadık bugüne kadar.

Bize göre 2 milyon üzerinde. İstanbul'da. resmi sayılar 1 milyon 300, 1 milyon 400, bize göre 2 milyon civarında.

Türkiye, doğru, bu doğru ama bizim anahtar ülke olmamız için işte çok sağlam bir duruş sergileme zorunluluğumuz var

Suriye'de Nusayriler var. Alevi kitlesi var. Hristiyan yapılar var. Sadece meseleyi bir Sünni cephe üzerinden, yani bir mezhepsel cephe üzerinden okumaya kalkan bir Türkiye, oradaki etnik varlıkların, oradaki inanç gruplarının varlığını teminat altına alacak, yeni demokratik bir, cumhuriyet ya da bir Suriye Devleti'nin kurulmasında masada olmalı Türkiye. Yani şu başlıkların ya da şu bakış açısının temsil ettiği bir duygunun Türkiye'ye hiçbir faydası yok.

Bakın şu ayrıklaşma, şu bakış açısı İsrail'in işine gelebilir ama Türkiye'nin işine gelmez. Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin kuruluş felsefesine aykırı.

Yani biz Suriye'de, az önce ne dedim? Sınır güvenliğimiz. Sonra özgür bir Suriye Devleti'nin kurulması. Sonra, yani Suriye'de yeni bir yapının kurulması, imar işleri değil, yani imardan bahsetmiyoruz. Ondan önce yapılması gereken, bakın bütün bunlar oluşabilirse,

biz o zaman işte masada kalabiliriz ve o masada kalmanın mutlak şartı bu olmalı. Bakın buradan söylüyorum. Buradan söylüyorum.

Türkiye'de belediyeler, İstanbul, örneğin afet anında, tavırlarıyla ya da refleksleriyle güçlü bir İstanbul Belediyesi var. Mesela biz, mutlak Suriyelilerin kendi ülkelerine dönmelerinde yerel yönetimler olarak etkin görev almalıyız.

Bakın farklı sorumluluklarımız var derken buradan bahsediyorum. Onun için mesela bugün- bugün ülkemizde bütün yanlışlar, bütün eksikler bundan sonra devam etmemesi adına ülkemizde hep birlikte hareket edebilmeyi başarabilmeliyiz topyekûn.

bu perşembe ve cuma İstanbul'da Orta Doğu ve Kuzey Afrika'lı belediyeleri misafir ediyorum ve ben bu çağrıyı iki ay önce yaptım. Niye yaptım biliyor musunuz? Gelin, biz bu coğrafyada niye savaşıyoruz? Biz bu coğrafyada insanlarımızı niçin kaybettiriyoruz? Biz bu coğrafyada, o insanlara niçin,zulüm yapılırken başka türlü destekler sunamıyoruz?

Bağdat geliyor, Erbil geliyor, Amman geliyor, ta Kazablanka'dan tutun Trablus'a. 11 tane Filistin'in belediyeler birliği geliyor.

Üç tane belediye geliyor. Erbil geliyor. Bütün bu belediyelerle, Tebriz geliyor. Yani İran'dan, Fas'tan, Libya'dan, Irak, bütün bu belediyeleri çağırmamızın temel sebebi bugünkü- ya bugünkü gelinen durum yoktu o zaman ama bugünkü duruma dair çok mesajlar içeriyor.

Kaynak:Halk TV Haber Merkezi