Fikret Bila
Araplaştırma Politikasının Riskleri
Fransa’da yaşanan olaylar Türkiye için ders olmalı.
Kuşkusuz her ülkenin koşulları farklı.
Fransa’da, 17 yaşında Cezayir kökenli bir gencin polis tarafından öldürülmesine gösterilen tepkiler büyük olaylara dönüştü. Güvenlik güçlerinin çoğu yerde kontrol altına alamadığı yakma, yıkma faaliyetleri kamu düzenini bozan boyutlara ulaştı.
O kadar ki Fransa Devlet Başkanı Macron, anne ve babalara, “çocuklarınızı eve çağırın” çağrısı yapmak zorunda kaldı.
Fransa’nın çoğunlukla Cezayirli ve Kuzey Afrikalı mültecilerle yaşadığı sorunlar yeni değil. 2005 yılında da benzeri yakma, yıkma, yağmalama olayları olmuştu. Elbette bu olayların ekonomik, sosyolojik, kültürel ve tarihi nedenleri var. Sömürgeci-sömürge ilişkilerine uzanan bir tarih.
Bu nedenle “Fransa’daki olaylar Türkiye’de örnek olmaz, Türkiye’de böyle olaylar olmaz” yönünde yorumlar yapılıyor.
Fransa ile Türkiye’nin tarihleri, kültürleri, sosyolojileri elbette farklı ama bugünkü iktidarın izlediği “Araplaştırma” politikası önemli riskler taşıyor.
Türkiye’de iktidar, Arap Baharı süreciyle birlikte Müslüman Kardeşler’in izinde bir dış politika yürüttü. Bu tutumunu Rabia işareti ve açık sınır politikasıyla Türkiye’nin içine de yansıttı. Ancak bu politika dünyada kaybetti. Artık Arap Baharı diye bir süreç yok. Ancak bu sürecin mağlubu silahlı radikal İslamcı gruplar tehlikeli döküntüler olarak Türkiye’nin elinde kaldı ve ağır bir yüke dönüştü.
Bugün itibarıyla Türkiye’de resmi rakamlara göre 4,5 milyon, gayri resmi rakamlara göre 13 milyona ulaşmış Suriyeli, Afgan ve Afrika ülkelerinden gelmiş bir nüfus var.
Bu nüfusun bir kısmı gerçekten Suriye iç savaşından kaçan, can güvenliği, iş, ekmek arayanlardan oluşuyor. Ancak bir kısmı da Esat’a karşı savaşmış, kaybetmiş, savaşmaktan başka eğitimi, mesleği olmayan, radikal İslamcı örgütlere bağlı eli silahlı insanlar. Hem Türkiye’de yurt içine hem Suriye sınırının hemen altına yoğun olarak İdlib’e ve diğer kent, kasaba, köylere yerleşmiş durumdalar. Türkiye’ye kolaylıkla gelebiliyorlar.
Gayri resmi rakamlara bakılırsa “geçici koruma altında” olanlar ve kayda alınmamış olanların toplamı Türkiye nüfusunun yüzde 10’nu geçiyor.
Hiçbir ülke nüfusunun yüzde 10’nu bulan bir dış göçle başedemez. Sorunsuz bir entegrasyon sağlayamaz.
Türkiye’ye Suriye’den gelip yerleşenlerin doğan oranı da dikkate alındığında bir süre sonra birçok yerde demografik yapı değişmeye başlayacaktır. Şimdiden Hatay, Kilis, Gaziantep gibi kentlerin yerel yöneticileri bu riske dikkat çekmeye başladılar.
İktidar ise hem Türkiye’de hem Suriye’de radikal İslamcıların hamisi gibi görülüyor.
Türkiye’nin yurt içindeki milyonlarca Suriyeli ve Afgan’ı ekonomik, sosyolojik, kültürel olarak Türk toplumuna sorunsuz entegre etmesi mümkün değil.
Ekonomik sıkıntı içindeki Türk vatandaşlarına gerekli olanakları sağlamayan iktidar, Suriyelilere ve Afganlara maaş veriyor, birçok kolaylık, muafiyet uyguluyor. Bunun nedeni bir yandan AK Parti’ye ilâve bir taban oluşturmak, bir yandan komşu ülkelerde Müslüman Kardeşler’in iktidara gelmesi politikasını sürdürmek.
İktidarın Arap hayranlığı da bir sır değil. İktidara yakın yazarlardan bazıları Türkiye’yi biraz Araplaştıracaklarını, büyük kentlerde Arap mahalleleri kuracaklarını yazmışlardı. Bu yavaş yavaş gerçekleşiyor. İstanbul’da, Ankara’da, Gaziantep’te, Hatay’da, Kilis’te bu mahalleler oluştu.
Bu gidiş sadece kamu düzeni için değil toplumsal düzen için de risk oluşturacaktır.
Şimdiden bazı Suriyelilerin ve Afganların toplum düzenini rahatsız eden davranışları nedeniyle tepkiler de oluşmaya başladı. Büyük kentlerde ve kıyı kentlerinde bunun örnekleri yaşandı.
Suriye sınırının hemen altında, sınır boyunca uzanan kuşakta, iç savaşı kaybetmiş, şeriatı savunan, eli silahlı gruplar ve Türkiye’ye giriş çıkışları bir süre sonra Suriye sınır bölgesinden başlayarak çürümeye neden olması mümkündür. Kural, yasa, anayasa, kamu düzeni, kamu otoritesi, toplum güvenliği gibi olgulardan kopuk, sorunları şiddetle çözmek dışında bir yeteneğe sahip olmayan
bu gruplar; insan ticareti, uyuşturucu ticareti başta olmak üzere hukuki, ekonomik, sosyolojik, kültürel olarak Türkiye’yi çürütebilecek, toplumsal düzeni ve huzuru tehdit edeceklerdir.
Türkiye’ye iktidar şimdiden bu gerçeği görerek gerekli adımları atmalı, bu grupları silahsızlandırıp, Şam yönetimiyle uzlaşarak güvenli biçimde ülkelerine dönmelerini sağlamalıdır.