Şahin Aybek
Üniversite Hocası da Sahtekâr Çıkarsa
Bir toplumun en çok güvendiği alanlardan biri eğitimdir. Çünkü eğitim, sadece bireyleri değil, bir ülkenin geleceğini şekillendirir. Toplumun her anlamda bel bağladığı ve güvendiği kurum eğitim, kişi de öğretmendir. Bu nedenle bir öğretmenin, bir akademisyenin, bir “hoca”nın yalanla, sahtekârlıkla anılması yalnızca bir meslek grubunun değil, bir toplumun çöküşünün işaretidir.
Son dönemde peş peşe ortaya çıkan sahte diploma skandalları, bu ülkede artık sadece bireylerin değil, kurumların da güvenilirliğini yitirdiğini gösteriyor. Lise diploması olmayanların üniversite mezunu gibi gösterilmesi, kişilerin sahte belgelerle öğretmen, akademisyen yapılması ya da torpille sınav bypass edilerek yüksek kadrolara yerleştirilmesi… Diplomalar sahte, unvanlar hileli, atamalar torpilli…
Sahtekârlığın Normalleştiği Bir Sistem
Ülkede LGS ile ilgili şüphe ateşi sönmeden, şimdi de sahte belgelerle akademik unvanların verildiği konusu konuşuluyor. Ve bu konuda toplumun güven duygusu tarumar ediliyor.
Bugün herhangi bir üniversitede görev yapan bir akademisyenin gerçekten o unvanı hak edip etmediğini sorgulamak artık hakaret değil, zaruri bir refleks hâline geldi. Çünkü liyakatsiz atamalarla bu kadrolara gelenler bu güveni kendi eliyle yıktı. Yıllarca çalışıp didinerek yüksek lisans, doktora, doçentlik süreçlerinden geçen insanlar ile bir telefonla, bir referansla, bir sahte belgeyle gelenler aynı koltuklarda oturuyor.
Bazıları sahte belgelerle doçent, bazıları profesör. Ve ne yazık ki bu insanlar, öğrencilerin karşısına geçip bilim anlatıyor. Oysa ortada ne bilim var ne de ilke.
Bu düzenin en tehlikeli tarafı şu: Artık sahtekârlık istisna değil, “yöntem” hâline gelmiş durumda. Hatta kimsenin yakalanması bile endişe verici değil. Çünkü sistem gençlere şunu öğretiyor: Yakalanırsan biraz sorun olur ama amiyane tabirle arkan varsa yırtarsın, yakalanmazsan da ödül seni bekliyor.
Gerçek Akademisyenler İtibar Suikastına Uğruyor
Ben yıllardır köşemde eğitimin her alandaki sorunlarını gerçek, eli öpülesi akademisyenlerle konuşuyor, onlarla eğitimin köklü sorunlarına çözüm bulmaya çalışıyorum. Bu bilim insanlarının akademik kariyerlerini nasıl çileli bir yolculuk sonrasında aldıklarını biliyorum ama şimdi, aslında bu unvanlara alın teri dökmeden de kolay yolla nasıl ulaşıldığını görüyor ve kahroluyorlar.
Ya Sahte Diplomalı Ya da Omurgasız Ol
Bu sistemin en ağır bedelini dürüst olanlar ödüyor. Bilime inanan, yayınlarını kendi emeğiyle yapan, projeler geliştiren gerçek akademisyenler sürekli dışlanıyor. Birçoğu sırf liyakatsizliği dile getirdiği için soruşturmalara maruz kalıyor, görev yerleri değiştiriliyor ya da terfi süreçlerinde terfileri usulsüz ve keyfi biçimde engelleniyor. Bu hususta çok da yaratıcılar. Bir üniversitede doçentlik süreci, jüri değişikliğiyle sabote ediliyor. Diğerinde, torpilsiz bir öğretim görevlisi sırf “konuştuğu” için rotasyona gönderiliyor. Aynı dönemde, sahte bir belgeyle gelen kişi, bir yıl içinde yönetici yapılıyor.
Gerçek olan cezalandırılıyor, sahte olan yükseliyor.
Bu yalnızca akademik bir kriz değil, bir ahlak krizidir. Üstelik bu kriz artık öyle derin ki, genç kuşaklara emekle değil, kurnazlıkla yol alınabileceği öğretiliyor. Hem de toplumun en güvendiği üniversite kürsülerine, bilim üretmesi gereken en yüce makama gelecek gençlere öğretilen bilim yerine kurnazlık, hırsızlık…
Devletin Kurumsal Sorumluluğu Var.
Göz Yuman, Yol Verir
Sahte diplomalı biri öğretmen, akademisyen olmuşsa, tek suçlu o kişi değildir. Onu atayan, onun belgesini sorgulamayan, o koltuğu açan herkes bu çarpıklığın parçasıdır. Çünkü bu kişiler sistemi kandırmıyor; sistem onlara zaten göz yumuyor. Hatta yer yer cesaretlendiriyor.
“Balık baştan kokar.” Eğer yukarıda liyakate değil sadakate önem veriliyorsa, aşağıda kimse emekle ilerlemek istemez. Eğer kurumların başındakiler, koltukları liyakatle değil ilişkilerle dağıtıyorsa, alttaki memurdan dürüstlük beklemek hayaldir. Elbette ki torpille gelen kişi bilime ve ülkeye değil, onu o makama taşıyan kişilere, cemaatlere, gruplara… boyun borcunu ödemek zorundadır.
Diploma sahtekârlığı yalnızca bireysel çürüme değil; yukarıdan aşağıya bir yönetim zaafıdır. Ve bu zaaf sürdükçe, sistemde kimsenin hak ettiği yerde olması mümkün değildir.
Güvenin Ölümü
Artık Doğruya da Şüpheyle Bakıyoruz
Kamuoyunda “Gerçek profesör mü?”, “Bu kişi gerçekten doktor mu?”, “Bu öğretmen hangi üniversiteden mezun?” gibi sorular artık komplo teorisi değil, meşru şüpheler hâline geldi. Çünkü bu ülke bu sahtekârlığı o kadar çok yaşadı ve affetti. Artık neyin doğru, neyin sahte olduğunu ayırt edemiyor ve her şeyden şüphe duyuyor.
“Birinci yalandan sonra bütün gerçekler şüphelidir, ikinci yalandan sonra tüm şüpheler gerçektir.” — Küçük Prens
İşte bugün geldiğimiz yer tam da burası. Sahtekârlar güç kazandıkça, doğrular itibar kaybetti. Öyle ki, gerçek bir diplomaya, gerçek bir başarıya bile “acaba?” gözüyle bakılıyor. İşte bu, sahtekârlıktan daha büyük bir kayıptır: Güvenin ölümü.
Yetkili Merciler Derhâl Çözüm Bulmalı
Bu tabloyu düzeltmek için sadece bireyleri değil, kurumları da sorgulamak gerekir. Yalnızca sahte diplomalıları değil, onları içeri alan yöneticileri, denetlemeyen mekanizmaları, bunlar arasındaki ilişkileri…
Atılması gereken adımlar açık:
1. Tüm kamu kadrolarında diplomalar ve akademik geçmişler sistematik olarak taranmalı.
2. Sahte belgeyle atanan herkesin kadrosu derhâl iptal edilmeli, hukuk devreye sokulmalı.
3. Liyakate dayalı, şeffaf ve tarafsız bir atama sistemi kurulmalı.
4. İtibar suikastına uğrayan, sistem dışına itilen gerçek akademisyenlerin itibarı ve hakları iade edilmeli.
Unutmayalım:
Eğer sistemi düzeltmezsek, dürüst insanlar kabuğuna çekilir, ülkesine küser, susar.
Sahtekârlar konuşur, önemli mevki ve makamlara gelir; daha doğrusu, makamları kendi seviyelerine çekerler.
Ve en nihayetinde kaybeden ülke olur.
Çünkü üniversite hocası da sahtekâr çıkarsa, sadece o kürsü değil, ona güvenen tüm toplum çöker.
Ve unutmayın: Balık baştan kokar. Türkiye Hepimizin, Eğitim Hepimizin…