Ayşenur Arslan
İktidarın en uzun günü!
Bugün 21 Haziran. Yılın en uzun günü. Denk düştü! Tam da bugün için iktidarın en uzun gününü yazmaya niyet etmiştim.
Kimilerine -örneğin yaptığı belgesele tam da bu adı veren Can Dündar'a- göre iktidarın en uzun günü şu malum / meşhur 17 Aralık günü.
Sonunda üstü kapatılsa da yaldızların dökülmesine neden olan benzersiz gün!
Ama, uzun yıllar o iktidarın içinde yer alan, üstelik ekonominin teslim edildiği Ali Babacan'a sorulduğunda, o bambaşka bir gün hatırlıyor.
Soruyu soran; her işinde iz bırakmış, bugünlerde de Youtube kanalı ile ses getiren Armağan Çağlayan:
“13 yıl boyunca, 'işte bu, benim bakanlık yaptığım sürecin en kötü günü' dediğiniz gün hangi gündü?”
Ali Babacan'ın, 13 yıllık bir süreçte yaşanmış onca olay / skandal / katliam arasından seçtiği gün ve yanıtı çok anlamlı:
“2013 yılı. Tek bir olay değil belki ama Gezi olayları ile beraber de tetiklenen ve o olaylardan sonra başlayan bir süreç ve Türkiye'nin otoriterleşmesi. (...) Zaten ondan (Gezi'den) sonra dikiş tutmadı.”
Doğru! Gezi'den sonra dikiş tutmadı. İktidar, “üç beş çapulcu” diye küçümser göründüğü yurttaşlardan ne kadar korktuğunu saklayamadı. Türkiye'nin hemen her ilinde milyonları sokağa döken Gezi günlerinden terör bağlantısı çıkartamayınca daha da sinirlendi, öfkelendi. Deyim yerindeyse “hırs yaptı!” Üstüne gittikçe gitti. Bu yüzden de toplum tam unutacakken (!) dönüp dönüp hatırladı, hatırlattı.
Uzun lafın kısası, tıpkı Ali Babacan gibi Erdoğan da bugünkü yandaşları da Gezi'yi unutmadı.
Unutamadı!
***
Neden? Nedeni açık: Tek tek hiçbir gücü olmayan milyonlarca insan.... Cebinde beş lirası bile olmayan üniversite öğrencileri.. Hem işsiz hem okulsuz gençler... Ev kadınları... Anneler... İktidara “insan olduklarını” hatırlatmak isteyen yurttaşlar... Bir araya gelince güçlerini keşfettiler. Dahası, gücün aslında “yarattığı etkide” olduğunu fark ettiler / ettirdiler.
Uzun yıllar önce bir televizyon kanalının sloganıydı diye hatırlıyorum: GÜCÜMÜZ ETKİMİZDE!
Öyle ya!
► Şu son günlerde yeniden karşımıza çıkan Binali Yıldırım'a bakın örneğin. Upuzuun yıllar (ne kadar bereketli olduğunu bildiğimiz) ulaştırma bakanlığı koltuğunda oturdu. Sonra, kendi ifadesiyle “son başbakan” unvanıyla terfi etti!! O koltuktan gidince, istemeye istemeye İstanbul yarışına girdi. Kaybetti. Ve ortadan kayboldu. Hâlâ milletvekili. Hâlâ Erdoğan'ın yanı başında, yani gücün parçası. Peki ya etkisi??? (Başımız bir belaya daha girmesin diye burada gönlümüzün çektiği bir müziği seçip sesini açalım... )
► Bir de “tersine” örnek. Yani, Halk TV'den BirGün'e... Evrensel'den sevgili Barışlar'a... Baktığınızda hiç gücü olmayan medyanın maruz kaldığı baskı. Son günlerde ben de Halk TV de masaya yatırıldık. Parça pinçik ediliyoruz!!! Hem de nasıl ucuz / sefil yöntemlerle. Ben, ava giderken avlanmışım da... Eeee? Eleştirdiklerim gibi “19 Mayıs'a Cumhuriyet Bayramı” demişim de… Yoooo! Cümlenin devamını dinleseler veya deşifresinden okusalar demediğimi anlayacaklar. Olsuuun! Maksat dövmek, itibarsızlaştırmak. SABAH Gazetesi'nin şu son Halk TV manşeti gibi. Okuduğunuz zaman görüyorsunuz ki, iddia edilen şey “kanalın sahibinin onların zannettiği kişi olmaması.” Şok şok! Meğer kanalın sahibi filanca değilmiş de, yakınları olan falancalarmış. Aman ne kadar yer yandı! Ne büyük skandal! Her şey bir yana... SABAH Gazetesi'nin nasıl el değiştirdiğini bilmesek... Dinlemelere, tapelere falan yansıyan ve sonuçta “havuz” sözcüğünü medya literatürünü kazandıran konuları öğrenmesek... Neyse de! Biliyoruz ve hatırlıyoruz.
***
Halk TV'den, -davalarla, para cezalarıyla, BİK sopalarıyla bir türlü dize getiremedikleri- BirGün'den... Gücü kendine bile yetmez görünen medyadan ne kadar korktuklarını, bütün bu baskılardan anlıyoruz.
Zira, dediğim gibi, bizim gücümüz ETKİMİZDEN!
BirGün'ün kaç sattığının önemi var mı!? Haberleri, manşetleri, iki kuruş para almadan yazanları -ve son günlerde onların arasına katılan yeni şahane isimleri- ile BirGün o kadar etkili ki! Konuşuluyor, kulaktan kulağa anlatılıyor. Gençlerin ufkunu / gözlerini açıyor.
Halk TV, izlenme oranlarında, kamu bankalarından reklamlarla kasaları doldurulan nice televizyon kanalını geçti. Yükselişini sürdürüyor. Sadece belli bir kesimin / görüşün sesi değil, tüm renklerin “referansı” haline geliyor.
İktidar, yani Erdoğan farkında mı acaba?
Bizleri tek tek haklayabilirler. Hapse atabilirler. Susturabilirler. Ama tıpkı Gezi'de olduğu gibi, gerçeği yazan medyayı ezmeye çalışırlarken gerçekleri, yani bütünü daha da görünür hale getiriyorlar. GÜCÜMÜZÜ yok etmek isterlerken ETKİMİZİ artırıyorlar.