Sezin Öney
Gerçekler Savaş Süreci
Kürt Sorunu’nu konuşmadan yıllar geçirdikten sonra birden, 1 Nisan itibariyle yeni bir “Çözüm Süreci”ne ilerlenecekmiş gibi bir algı oluşuverdi. Ortada somut bir gelişme yok: niyetler ve tahminler var. Bu niyet ve tahminlerin yüzde 90’ını da DEM Parti ve Kürt siyasi hareketi üyelerinden geliyor.
Ancak “umulan” ile gerçekte olanlar arasındaki makas o kadar açık ki; “Hayaller çözüm süreci, gerçekler savaş süreci” diyebiliriz.
Diğer bir deyişle, 31 Mart yerel seçimlerinden sonra, Çözüm Süreci değil; Irak ve Suriye’ye doğru yeni operasyon süreçlerini konuşuyor olacağız.
İşin “somut” kısmında olup bitene bakalım:
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan da, hafta başındaki kabine toplantısından sonra, “askeri operasyon” eksenli mesajlar verdi. Erdoğan’ın açıklamalarında tarih olarak da, “bu yaz” vurgusu ön plana çıkıyordu:
“Terörle mücadele sınırlarımızın içinde ve dışında önümüze çıkan engellere aldırmadan kararlıkla devam ettiriyoruz. Irak sınırlarımızı güven altına alacak çemberi tamamlamak üzereyiz. İnşallah bu yazın Irak sınırlarımızla ilgili meseleyi kalıcı olarak çözüme kavuşturmuş olacağız.”
Her ne kadar, zaman olarak “2024 yazı” ile mekân olarak “Irak” beraber zikredilse de, Suriye de Erdoğan’ın çizdiği perspektifin dışında değildi:
“Suriye sınırlarımız boyunca 30-40 kilometre derinliğinde bir güvenlik koridoru oluşturma irademiz bakidir. Daha önceki harekatlarımızla bir kısmını zaten tesis ettiğimiz bu koridordaki boşlukları yeni adımlarla doldurmakta kararlıyız. Bölgedeki herkesi kendilerine de açıkça söylediğimiz bu güvenlik stratejimize saygılı olmaya davet ediyoruz. Aksi takdirde ortaya çıkacak gerilimlerin sebebi kendileri olacaktır.”
Bu açıklamalar, durduk yere gelmedi ve iç politikaya yönelik de değildi: muhattap, ABD idi. Başka bir deyişle, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu açıklamalarındaki hedef kitle, ABD ve hatta Suriye’de muhattap olabilecek diğer bir taraf olan Rusya’ydı: konuyla ilgili diğer olası ülkeleri de bu listeye ekleyebilirsiniz.
Washington’a MİT ve Dışişleri Bakanlığı çıkarması
Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, ABD-Türkiye arasındaki en önemli “kurumsal” diplomatik kanal olan “Stratejik Mekanizma”nın 7.’cisi için ABD’nin başkentindeydi. MİT Başkanı İbrahim Kalın da, Fidan’dan bir gün önce Washington’a gelerek aynı amaca odaklı ziyaretler gerçekleştirdi. Kalın ve Fidan’ın ortak ABD gündeminin en önemli maddesi ve kesişim noktası, Suriye ve Irak’taki stratejik dengelerin nasıl şekilleneceği idi.
Kalın ve Fidan (ve belli stratejik noktalarda Savunma Bakanı Yaşar Güler tabii) ortaklığında yürütülen dış politikanın odak noktası Irak ve Suriye’ye kaydı. Çünkü, ABD’nin bu iki ülkeden de belli bir süreç zarfında çekilmesi söz konusu. Irak’ın kuzeyinde konuşlu 2500 kadar ABD askerinin çekilmesi için, Bağdat ile görüşmeler Ocak sonunda başladı. ABD Savunma Bakanlığı’nın yürüttüğü görüşmelere yönelik açıklamalarda, Pentagon başta olmak üzere tarafların vurguladığı, “kademeli” bir çekilmenin gerçekleşeceği. Ancak, polisiye filmlerde olduğu gibi, “bir kez silah sahneye çıktığında, mesele ne zaman ateşleneceği” denklemi söz konusu.
Irak’taki ABD askerleri çekildiğinde Suriye’deki 900 kadar askerin yerinde kalması mümkün değil. Şu veya bu şekilde, ABD’nin Suriye’de YPG/PYD ile askeri işbirliği son perdesinde. Fakat, perdenin inmesi için bazı şartlar var: öncelikle, YPG/PYD kontrolündeki bölgelerde hala 10 binden fazla İŞID militanı tutuklu. ABD penceresinden bakınca, bölgedeki siyasi dengeleri sağlamadan çekilmenin bedeli, bu IŞİD mensuplarının serbest kalıp yeniden tüm Ortadoğu ve hatta ötesini; tabii, ABD’yi de etkileyecek biçimde örgütlenmesi ve terör eylemlerine girişmesi.
Diğer bir deyişle, Beyaz Saray’ın yaklaşımı şöyle: ABD’nin çekilme sürecinde, Türkiye ve/veya Suriye’nin YPG/PYD’yi hedef alan askeri operasyonlara girişmesinin sonucu, IŞİD’lıları hapiste tutacak bir gücün kalmaması olabilir.
Öte yandan, Bağdat ve Ankara’ya rağmen Suriye ve Irak’ta kalmak da, ABD için giderek güçleşecek. Suriye'de olduğu gibi Irak'ta da, ABD güçleri, İran’ın vekâlet güçlerinin saldırılarına maruz kalıyor. Bahsettiklerimizden başka bir hatta, Ürdün-Suriye sınırında gerçekleşen saldırıda, yıllar sonra ilk kez ABD askerlerinin Ortadoğu’dan cenazeleri geldi.
Ankara ve Bağdat dışında, bir de Şam var tabii: Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’a yönelik müzakerelere ABD doğrudan katılamayacağı için aracılara ihtiyacı var.
Ve muhattap da, sadece Suriye değil; İran ve Rusya da denklemde olmak zorunda.
Zaman hızlanıyor
ABD’nin Türkiye’nin sınır hattından askeri olarak çekilmesi, her ne kadar “belli bir sürece yayılacak” olsa da, birden “zamanın hızlanabileceği” bir ortam da var. Ki, Ukrayna ve Gazze Savaşları da, zamanı daha da hızlandırabilecek faktörler.
Bu hafta, Fidan ve Kalın’ın Washington temasları başlarken yazdığımız gibi:
“Belli ki, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kabinesi, Türk Silahlı Kuvvetleri ve MİT’in yaklaşımı, ABD ile yeni sayfanın en üst satırına Türkiye’nin Suriye ve Irak’ta “kendini güvende gördüğü bir askeri denklemi” de yazmak istiyorlar. Bu da, ABD ile yeniden çekişme sürecine girmeden, Irak ve Suriye’ye askeri operasyon yapılmasını da içereceğe benziyor. Ankara’nın iç ve dış siyasette, sınır ötesi askeri gücünü sergilediği bir konsolidasyon süreci de, “Çözüm Süreci”nden daha önceleniyor gibi gözüküyor.”
O nedenle, bu yaz kartlarda çözüm değil, askeri operasyon var gibi gözüküyor. Savaşa dönüp dönmemesi de, ABD ile olan işbirliğine bağlı…Fidan’ın, “ABD ile ilişkilerde psikolojinin yenilenmesi” vurgusu, ilk yoklama turunun da Ankara’nın istediği gibi seyrettiğini gösteriyor.
İç politikada da, post-Bahçeli MHP’si dizayn edilmeden şimdiki ittifak denklemleri bozulmaz; alabora edecek 180 derece dönüşler de yapılmaz.
Kaldı ki, bir nebze olsun demokratikleşmemiş bir Türkiye’de öncelik hep ve daima askeri operasyon süreçlerinde olacaktır.