Dün güvercini vurdular, bugün serçeyi boğazlıyorlar

Şunun şurasında, bir hafta önce Enes Kara'nın cemaat evindeki baskıdan ötürü canına kıymasını tartışıyorduk. İslam tarihinde görülmemiş ölçüde siyasallaşan tarikat ve cemaatlerin kamu düzenini tehdit eder hale geldiğini konuşuyorduk. Öğrenci evlerini, kaçak yurtları ve medreseleri anlatıyorduk.

Cemaatler köşeye sıkışmıştı.

Suçluları koruyan iktidar dardaydı.

Birden bire Sezen Aksu'nun beş yıl önce söylediği, yılbaşı nedeniyle tekrar klip çekip paylaştığı "Şahane Birşey Yaşamak" adlı şarkısının "Söyleyin o cahil Havva ile Adem" dizeleri dolaşıma sokuldu. Kara'nın intiharı, tarikat ve cemaatlerin toplumu badelemesi karşısında suspus olanlar meydana döküldü.

En başta da, Diyanet.

Ardından Ankara Melike Hatun Camisi imamı Halil Konakçı, hilafet kaldırıldığı için "şarkıcı parçası" Aksu'nun Adem'e küfrettiğini savundu. "O makamı geri istiyoruz" dedi. Laik Cumhuriyet'in imamı, bir şarkı sözünü bahane ederek, hilafet çağrısı yaptı.

Sonra Cübbeli Ahmet, İhsan Şenocak ve Ebubekir Sofuoğlu mızraklarını çıkardı.

Aksu'yu "Yerli gavur" mu ilan etmediler?

"Müslümanlar şunların cenazelerini kılmasın" mı demediler?

Neredeyse "minik" bir cihat ilan etmedikleri kaldı.

Gerçi deneyen olmadı değil.

Milli Beka Hareketi lideri Murat Şahin, 5-10 avanesiyle Aksu'nun evinin önüne geldi. İslami kavramlara hakim olmadan, "Aleyhisselam" ifadesinin peygamberler için kullanıldığını bilmeden, Havva'yı Allahın elçileri katına yükseltti. "Aleyhisselam"ı telaffuz etmekten acizdi.

Şahin'e göre Aksu, FETÖ'cüydü ve 15 Temmuz'la bağlantılıydı.

Çünkü darbe girişiminden bir gün önce yayınlanan Tarkan'ın "Cuppa Cuppa" şarkısının sözleri, Aksu'ya aitti. Bu sözlerle aslında "Cunta Cunta" demek istenmişti.

Fetullahçıların iddianamelerini hatırlatan bu komplo teorisini işitince ilk insanın (Belki Adem) yaşadığı çaresizliği hissediyorsunuz.

Düşünün...

Ateş icat edilmemiş.

Ve siz taşlarla mücadele ediyorsunuz.

Onlara Allah, Sezen'e şeytan

Hazret-i Adem, ilk peygamber olarak kabul edilmekle birlikte ilk insandır da. Kuran'ı Kerim'de, Adem ile Havva'nın Allah'ın emrine karşı gelip yasak ağaçtan meyve yedikleri yazıyor. Dünyaya sürülmeleri de şeytana uymalarından değil mi?

Adem yalnızca ilk insan ve ilk peygamber de değil.

Yasağı ilk delen ve cehalete sürüklenendi.

Aksu, bu rivayeti hatırlatıyor.

Aksu'yu tekfir edenlerin inancı, şarkı sözünden incinecek kadar hassas olsaydı iktidar sahiplerinin Allah'a şirk koştuğu günlerde isyan ederlerdi.

Egemen Bağış hediye alırken, Bakara ile makara yaparken ve büyükelçi olarak atanırken, mezar sessizliğine büründü Diyanet.

Bir vekil, Erdoğan için "Allah'ın bütün vasıflarını üzerinde topluyor" dediğinde; öteki "Peygamberin de diploması yoktu" diyerek Hazreti Muhammet'le siyasetçiyi bir tuttuğunda; diğeri "Cumhurbaşkanımız bize Allah gibi geliyor" şeklinde konuştuğunda, Aksu için kürsüleri yumruklayan imamdan "Bu bir şirktir ve küfürdür" fetvası gelmedi. Halbuki küfre sessiz kalmak da küfürdür.

Bir bakan, yerel seçimde Sivas'ta AK Parti'ye verilecek oyun mahşerde beraat belgesi sayılacağını söylediğinde, şeyh efendiler "İslam'a saldırı var" diye heyheylenmedi. Geçtim itirazı; Cübbeli, İmamoğlu'na atılan oyun haram olduğunu söyledi.

Cübbeli'nin fetvaları meşhurdur.

Jet Fadıl'ın Caprice Oteli için de fetva vermişti.

Otel battı.

İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, "Bize yaptıran Allah'tır" derken gerçekten haklıymış.

İktidara gelince, Allah yaptırıyor.

Aksu'ya gelince şeytan!

Ne de olsa, iktidarın günahlarına sevap, haramlarına helal diyecek hoca efendileri var.

Ağır çekim İran

Belli ki, ağır çekim İran sürecindeyiz. İktidar ve ilan edilmemiş koalisyon ortağı olan tarikat ve cemaatler, en azından şimdilik Anayasa'nın laiklik niteliğine hiç dokunmadan, devleti kuşatarak, kamusal alanı dini esaslara göre biçimlendirecekler. Anayasa'da güvence altına alınan inanç hürriyetini; demokratik hukuk devleti aleyhine kullanacaklar. Derenin taşıyla derenin kuşunu vuracaklar.

Ta ki Anayasa'ya "Dini İslam'dır" ibaresi konulana ve bürokrasi İslami kurallara göre yönetilene kadar.

Bugün Sezen Aksu, dine hakaret ettiği bahanesiyle...

Yarın "Kadın sesi haramdır" diye...

Sonraki gün kadın olduğu için susturulacak.

Bağnazlık iktidarı ele geçirdiğinde

Demem o ki eleştirel düşünce Cemil Meriç'in ifadesiyle köpek gibi kovalanıyor artık.

Tiyatrocu Mehmet Ali Alabora, gülünç bir Gezi Parkı soruşturmasından ötürü Türkiye'den ayrıldı. Londra'da dizide oynarken, Ankara'da afişi asılamıyor.

Piyanist Fazıl Say, Ömer Hayyam'ın rubaisini paylaştığı için mahkemelere düşürüldü. Japonya'da alkışlanırken, İzmir'de bir konser veremedi.

Mehmet Aksoy'un 'İnsanlık' adlı heykeli yıkıldı.

Müjdat Gezen ve Metin Akpınar sabah baskınıyla gözaltına alındı.

Genco Erkal, tweet'lerden yargılanıyor.

Haluk Levent bile göçüyor.

Gazeteciler, insan hakları aktivistleri, siyasetçiler ipe sapa gelmez suçlamalarla içerde.

AK Parti'den geriye, ihalelerle semirtilmiş beş müteahhit, onların Hazine garantisiyle inşa ettiği, doğmamış kuşakları borç altında bırakan köprüler, havalimanları, otoyollar kalacak. Hukuksuzluk üzerine bina edilmiş adliye sarayları, cehaleti mezun veren üniversite kampüsleri kalacak. Devleti zehirli sarmaşık gibi saran şirk dergahları kalacak. Çocukların öldüğü ya da istismara uğradığı kaçak yurtlar kalacak. Partizanlık, adam kayırmacılık ve yolsuzluklar kalacak. Cezaevleri kalacak bugünlerden geriye.

Edebiyat yapılmıyor, 28 Şubat'ın ve başörtüsünün bitmek bilmez istismarından başka.

Şiiri yok, parti kongrelerinde Erdoğan'ın okuduklarını saymazsak.

Müzikleri ya Dombra gibi Uzak Asya'dan veya içeri tıktıkları Grup Yorum'dan çalıntı.

Çevirdiği film çok, fakat sineması yok.

Romancılar ilk imza günlerini savcılıkta yapıyor.

Ahmet Kaya bugün hayatta olsaydı Selahattin Demirtaş ile aynı koğuşta yatmaktaydı.

Nazım Hikmet, vatandaşlıktan bir kez daha atılmıştı muhtemelen.

Dün bir yazıdan sonra Hrant Dink gibi güvercinleri sokaklarda vurdular.

Bugün bir şarkıdan ötürü 'Minik Serçe'yi boğazlıyorlar.

AK Partili Rasim Arı, İyi Parti'ye geçiyor

Eski Nevşehir Belediye Başkanı Rasim Arı, AK Parti'den istifasını açıkladı. Aslında bu, Arı'nın son bir yıl içindeki ikinci istifası.

Çünkü 31 Mart 2019'da belediye başkanlığına seçilen Arı, bu koltukta 21 ay oturabilmişti. Arı, 29 Ocak 2021'de "affını" istemişti.

İstifa için iki iddiadan söz edilmişti.

İlki, önceki başkan dönemindeki yolsuzluklarının üzerine gittiği iddiasıydı.

İkincisi ise özel hayat.

Arı, istifa gerekçesini "Psikolojik" diye açıklayarak, şöyle demişti:

"18 aydır yumuşak yatakta yatmadım. Sürekli bu tempoyla çalışırsanız fiziğiniz artık bunu kaldıramayacak hale geliyor. Bir iki doktora gözüktüm, toparlayamadım."

Arı'nın "psikolojisi" toparlanmış olmalı ki, AK Parti'den istifa etti.

Öğrendiğim kadarıyla İyi Parti'ye katılacak.

İyi Parti Nevşehir İl Başkanı Ömer Ay'ın ikna çabaları olumlu sonuç verdi.

Arı, "Bana 20 gün süre verin" dedi.

Şubatta TBMM'de İyi Parti'nin grup toplantısına katılacak olan Arı'nın rozetini Meral Akşener takacak.

İyi Partililer şehirde sevilen bir isim olan Arı ile belediye başkanlığını kazanacaklarını düşünüyor.

İstifası beklenen, TÜİK Başkanı mı?

Önce Fatih Altaylı yazdı.

Bir süredir eleştirilerin hedefi olan kurum başkanının istifasını verdiğini ileri sürdü.

Ardından Murat Yetkin, iki isimden söz etti.

Biri Merkez Bankası Başkanı Şahap Kavcıoğlu.

Diğeri ise Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) Başkanı Sait Erdal Dinçer.

Ankara kulislerini çalkalayan bu iddiayı iki kaynaktan doğrulattım.

İddiaya göre "affını" isteyen isim, TÜİK Başkanı Dinçer'miş. TÜİK'in yıllık enflasyon oranını yüzde 36 olarak açıklaması, Beştepe'de tepki çekmiş. Dinçer'in makamında sayılı günlerinin kaldığı söyleniyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar
İsmail Saymaz Arşivi