Can Kakışım
Bölgede Eski Saygıdeğer Türkiye'ye İhtiyaç Var
Filistin’deki son çatışma süreci bir haftayı doldurdu. Bilanço ağır. Büyük kısmı çocuk binlerce ölü, yerle bir edilen apartmanlar, doğrudan hedef alınan hastaneler, kullanılan kimyasal silahlar, doğdukları, yaşadıkları yerleri terk etmek zorunda bırakılan insanlar… İnsanlık onuruna sığmayacak her şeyi şu bir haftada yaşadık.
Evet, son çatışma Hamas’ın saldırısıyla başladı. Açıkça bir terör eylemi olan bu saldırıda çoğu sivil yüzlerce İsrailli hayatını kaybetti. Fakat İsrail’in buna misliyle karşılık vereceği de kesindi. Sivil-asker ayrımı yapmak gibi bir alışkanlığı olmayan İsrail, Hamas’ın eyleminden tüm Gazze halkını sorumlu tuttu ve onları toptan cezalandırma yoluna gitti.
Söz konusu İsrail olunca, Batı ülkelerinin çifte standartlı davrandığına çoğu kez şahit olmuştuk, yine şaşırtmadılar. İsrail’in Gazze’yi elektriksiz, susuz, internetsiz bırakması, doğrudan sivil yerleşim yerlerini hedef alması, hatta gazetecileri vurması dahi eleştirilemedi. Nitekim, uluslararası alanda adeta bir dokunulmazlığı olan İsrail savaş suçlarını gizleme ihtiyacı bile duymadı.
Türkiye’nin konuyla ilgili tepkisi ise son derece yüzeysel kaldı. Senelerdir uyguladığı tutarsız politikalar sonucu İsrail ya da Arap Dünyası nezdinde bir ağırlığı kalmamış olan Erdoğan Hükümetinin tüm “oyun kurucu” olma iddiasına rağmen bölgede ne kadar etkisiz bir aktör olduğu tekrar görüldü.
Oysaki geçmişte, Türkiye iki taraf için de saygıdeğer bir partnerdi. AKP iktidarına kadar Türkiye, bölgede öngörülebilir politikaları olan, belirlediği kırmızı çizgileri çiğnetmemeye özen gösteren, ayağını yorganına göre uzatıp olmayacak hayaller peşinde koşmayan, her şeyden önce bölgede barışı ve istikrarı önceleyen bir ülkeydi.
Bu yönüyle Türkiye bir taraftan İsrail’le ilişkilerini dostane şekilde sürdürmekte ve ABD’deki Yahudi lobilerinden destek alabilmekteydi ama diğer taraftan da İsrail’in şiddet politikalarını resmi olarak ve gerektiği ölçüde eleştirebilmekte, uluslararası alanda Filistinlilerin meşru haklarının savunucusu olabilmekteydi. Bu duruş İsrail için de, Arap halkları için de daha yararlıydı, çünkü Türkiye bu tavrıyla arabuluculuk yapabilecek güvenilirlikte bir ülke görünümündeydi.
Maalesef bu noktadan şimdi çok uzağız. Zira AKP iktidarı boyunca, Türk dış politikasının geleneksel kabulleri reddedildi, yıllarca denenmiş ve doğrulanmış olan ilkeler hiçe sayılarak maceracı yöntemler takip edildi, kırmızı çizgiler bir bir çiğnendi. Orta Doğulu aktörler için Türkiye artık öngörülebilir bir ülke değil ne zaman ne yapacağı belli olmayan tutarsız bir unsur. Kurumsal yapısı kalmamış, tüm kararlarını Erdoğan’ın ruh hali ve anlık çıkar algılarına göre veren itibarsız bir ülke.
Üstelik, bu iktidar döneminde ekonomi o kadar dışarıya bağımlı hale getirildi ki bağımsız bir dış politika takip edebilmek de mümkün olmaktan çıktı. Daha düne kadar en ağır sözlerle eleştirdiğiniz Körfez ülkelerinin para için kapısına gidiyorsanız, “Asla görüşmem” dediğiniz, gazetelerinizde hakaretler ettirdiğiniz liderlerden randevu ricasında bulunuyorsanız sözünüzün nasıl bir ağırlığı olabilir ki?
Her şey bir tarafa, eskiden Türkiye’de içerideki tartışmalar ne olursa olsun halk dış politik konularda bir bütün olarak davranabiliyordu. Ancak Erdoğan yıllardır toplum içerisinde sürekli bir ikilik, cepheleşme yaratarak halkın, dış politikanın bütüncül biçimde arkasında durmasına da engel oldu. Bir ülkenin kendi halkı, hükümetinin uyguladığı dış politikanın doğruluğuna inanmıyor veya tutarlılığına güvenmiyorsa diğer ülke halkları neden inansın ve güvensin ki?
Ülkemiz son 21 yılda her alanda çok şey kaybetti, Ekonomi, hukuk, demokrasi, eğitim, siyasi etik, toplumsal huzur, hepsinde yara aldık. Dış politika da bu süreçten nasibine düşeni aldı ve uluslararası alanda Atatürk’ün mirası olan değerler bir tarafa bırakıldı. Bundan zarar gören ise sadece Türk halkı değil, genel olarak Orta Doğu halkları oldu. AKP ile geçen yıllar şunu öğretmiş olmalı ki, dış politika hamasi sözlerle değil realitelerle yürüyor. Bu yüzden de bölgede görece bir düzenin sağlanabilmesi için eski Türkiye’nin ayakları yere basan, istikrarlı, kararlı, öngörülebilir, sistematik ve barış odaklı politikasına gerçekten de çok ihtiyaç var.