Fikret Bila
Atatürk'ü reddetmek!
Türkiye Cumhuriyeti’nin 99. yaşı büyük coşkuyla kutlandı.
Bu coşku son yıllarda olduğu gibi AK Parti iktidarının yönettiği resmi devlet törenlerinde değil halkın yaptığı kutlamalarda vardı.
Anıtkabir yine doldu taştı. Hep bir ağızdan marşlar söylendi. Arkası görünmeyen büyük yürüyüşlerle Atatürk ve 29 Ekim, Türkiye’nin her yerinde geniş kitleler tarafından kutlandı.
29 Ekim; İstanbul, Ankara, İzmir, Adana, Mersin, Hatay gibi CHP’li belediye başkanlarının yönettiği illerde de hafızalarda iz bırakacak büyüklük ve coşku içinde yaşandı.
Halkın son yıllarda 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı ile diğer milli bayramları eskisinden daha özenli şekilde kutlamasının en önemli nedeni AK Parti iktidarının Atatürk’e karşı tutumudur.
İktidar, Atatürk’ün ders kitaplarındaki yerini küçültmeye, O’nu belleklerden silmeye, Çanakkale Savaşı’nda yer vermemeye yönelerek “Yeni Türkiye” inşa etmeye büyük gayret gösterdi. Bu konuda da çok önemli bir mesafe aldı.
Laiklik ilkesinin gereklerini yerine getirmeyerek, bu ilkeyi fiilen rafa kaldırdı.
Diyanet İşleri Başkanlığı’nı, iktidarın her yaptığına dinen onay veren ve her türlü törende yen alan bir kuruma dönüştürdü. Ayasofya’nın açılışında dolaylı olarak Atatürk’e dokunan “lanet” okumaları bile yapıldı.
Atatürk’ü ağzına almayan, almak istemeyen, zorunlu bir iki örnek dışında “Mustafa Kemal” demeyi tercih eden bir iktidar var.
Bunun temel nedeni Atatürk’ün saltanatı ve hilafeti kaldırarak laik bir cumhuriyet kurması ve çağdaş, modern bir Türkiye inşa etmiş olmasıdır.
Bugünkü iktidar böyle bir Türkiye’nin yerine dini referanslarla yönetilen bir “Yeni Türkiye” koymaya çalışıyor.
Dünyada “Ilımlı İslam” diye tanımlansa da bunun uygulamada mümkün olmadığı, doğrudan İslamcı bir devlet ve toplum yapısı oluşturulmaya çalışıldığı biliniyor.
Atatürksüz Türkiye Cumhuriyeti hayali yeni değil.
Soğuk savaş döneminin sona ermesinden sonra ABD emperyalizminin de “Atatürk’ü ve laikliği” reddetmiş bir Türkiye istediği gerçeği göz ardı edilmeyecek kadar önem taşıyor.
ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) olarak bilinen bu projesinin en önemli amacı Arap dünyasında laik yönetimlerin yıkılması ve yerlerine Türkiye’nin örnek olacağı “Ilımlı İslam Modeli”nin kurulması.
AK Parti yönetimi ABD’nin bu projesinin eş başkanlığını kabul etti ve bu projeyi elinden geldiği kadar destekledi.
Ancak proje başarıya ulaşamadı.
Buna karşın iktidar Atatürk’e karşı mesafeli durmaya, O’nu silikleştirip yerine Vahdettin’i, İkinci Abdülhamit’i parlatmaya devam ediyor.
Türkiye’nin, Rusya’nın Lenin’i reddetmesi gibi Atatürk’ü reddetmesini, laikliği terk etmesini işleyen tezin sahibi ABD’li yazar Samuel P. Huntington’dır.
Bu tezi ve önerisinde de yalnız değildir.
Türkiye’nin Atatürk’ü ve laik yapısını terk edip İslam ülkesine dönüşmesini isteyenlerden biri de Fethullah Gülen'e yeşil kart için referans olan CIA'nın istasyon şefi Graham Fuller’dir.
Huntington ve Fuller’in neden “Atatürksüz bir Türkiye” istediklerini detayıyla kavramak için Prof. Dr. Bülent Şener’in, 21. Yüzyıl Ensitüsü’nün sitesinde yayımlanan “Bölünmüş ve Kararsız Ülke: Huntington’un Türkiye Paradigması ve Erdoğan Catonizmi Üzerine Düşünceler” başlıklı incelemesi okunabilir.
Huntington’un tezi ve önerisi, Türkiye’nin İslam dünyasına liderlik yapacak bir devlet olması bunun için laikliği, Atatürk’ü reddederek Güney Afrika rolünü üstlenmesi.
Huntington, “Türkiye, Güney Afrika olmalıdır” önerisini şöyle izah ediyor:
“Türkiye’nin Müslüman ülkeler arasında benzersiz bir yeri vardır. Türkiye’nin sonuçta bir ‘Güney Afrika’ rolü kotarması hiç de mantık dışı değildir: Güney Afrika’nın ırk ayrımcılığını ilga etmesi gibi, [Türkiye de] kendine yabancı olduğu gerekçesiyle laikliği kaldırıp, kendi medeniyet kümesinde bir parya konumundan çıkarak bu medeniyetin lideri haline gelebilir. Güney Afrika, Hıristiyanlıkta Batı’nın iyi ve kötü yanlarını ve ırk ayrımcılığını yaşayıp gördükten sonra, Afrika’ya liderlik etme vasfını özellikle kazandı. Laiklik ve demokraside Batı’nın iyi ve kötü yanlarını yaşayıp görmüş olan Türkiye de en az onun kadar, İslam’a liderlik etme vasfını kazanmış olabilir. Ama bunu yapabilmek için Atatürk’ün mirasını, Rusya’nın Lenin’in mirasını reddedişinden daha eksiksiz bir şekilde reddetmek zorunda kalacaktır. Böyle bir hamle aynı zamanda, Atatürk kalibresinde bir lideri, Türkiye’yi bölünmüş ülke olmaktan çıkarıp, çekirdek bir devlet haline getirmek için gerekli siyasal ve dinsel meşruluğu kendisinde toplamış olan bir lideri gerektirir. (Samuel P. Huntington, Medeniyetler Çatışması ve Dünya Düzeninin Yeniden Kurulması, 2. bs., Çev. Mehmet Turhan, Cem Soydemir, Yusuf Eradam, Okuyan Us Yayınları, İstanbul, Haziran 2002, s. 263-264)”
Huntington’un ve Fuller’in önerileri iktidarın iddialarına ve hedeflerine çok uzak değil.
Ancak bu önerilerin Türkiye’de halk nezdinde bir karşılığı olmadığı, iktidar Atatürk’ten uzaklaştıkça halkın Atatürk’e ve laiklik ilkesine daha çok sahip çıktığı gerçeği var.
Bu projenin Arap Baharı’yla birlikte tarihe gömüldüğü ve milletin Atatürk’ü reddetmediği, aksine sahiplendiği 29 Ekim kutlamalarında bir kez daha bütün dünyaya gösterilmiş oldu.