Öztrak: Erdoğan’ın dün dediğini, bugün dediği tutmuyor
CHP Sözcüsü Faik Öztrak, CHP MYK toplantısı sonrası açıklama yaptı. Eski Bakan Erdoğan Bayraktar'ın itiraf niteliğindeki açıklamalarına dair değerlendirme yapan Öztrak, "Bu olaylar Yüce Divan’da aklanmadı. Majestelerinin milletvekillerinin oylarıyla, Bu hesap yargıdan kaçırıldı. Şimdi Cumhurbaşkanı’nın Yüksek İstişare Kurulu üyesi, Dönemin TBMM Başkanı Cemil Çiçek ’de bu dosyalar, Yüce Divan’da görüşülmeliydi diyor. Tüm bunlar milletin vicdanında hala kanayan bir yaradır. Bu dosyalar milletin vicdanında kapanmamıştır. Şimdi bu itirafları, ucu nereye giderse gitsin, Suç duyurusu kabul edip, Bu bakanı ifadeye çağırabilecek bir Cumhuriyet Savcısı arıyoruz" dedi.
Öztrak'ın açıklamaları şöyle oldu:
Güne acı bir haberle başladık. Tiyatromuzun çok kıymetli bir ismini, Ferhan Şensoy’u kaybettik. Ferhan Şensoy’a Allah’tan rahmet, Ailesine, sanat camiamıza ve ülkemize başsağlığı diliyoruz.
Yine Kütahya’da öğle saatlerinde, Orta şiddette bir deprem oldu. Depremde can ve mal kaybı olmaması, en büyük dileğimiz. Tüm Kütahyalı hemşerilerimize geçmiş olsun diyoruz.
Ağustos ayı, Tarihe altın harflerle yazılmış, Önemli zaferler barındırır. Tüm bu zaferler, bizimdir. Bizi biz yapan tarihi dönüm noktalarıdır. Onlara, “gömelim seni tarihe” deseniz de, Tarihin sinesine sığmazlar…
Dün 99. yılını kutladığımız, 30 Ağustos 1922 Başkomutanlık Meydan Muharebesi, İşte böyle bir zaferin adıdır. Bugün Anadolu ve Trakya topraklarında, Egemen bir ulus olarak yaşıyorsak, Emperyalizme boyun eğmeyen bir millet olarak, Bu vatan topraklarında, başımız dik dolaşıyorsak, Namusumuza, iffetimize, inancımıza sahip çıkabildiysek, Semalarımızda al bayrağımız dalgalanıyorsa, Minarelerimizden ezanlar okunuyorsa, Bunu bu büyük zafere, Bu zaferi bize armağan eden, Başta Büyük komutan, Büyük devlet adamı, Cumhuriyetimizin ve partimizin kurucusu, Gazi Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere, Tüm Şehit ve Gazilerimize borçluyuz.
Bu vesileyle, Kurtuluş Savaşımızın tüm kahramanlarını, Saygıyla, rahmetle, şükranla bir kez daha anıyoruz. Büyük Taarruz, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün kendi sözleriyle: “Her evresi düşünülmüş, hazırlanmış, yönetilmiş, Ve zaferle sonuçlandırılmış bu harekât, Türk ordusunun, Türk subaylarının, Ve komuta kurulunun yüksek güçlerini ve kahramanlıklarını, Tarihe bir kere daha geçiren büyük bir yapıttır.
Bu yapıt, Türk ulusunun özgürlük ve bağımsızlık düşüncesinin, Ölümsüz bir anıtıdır.” Büyük Taarruzu büyük kılan sır, İşte bu satırlarda görülen milli bilinç Ve yüksek tevazuda saklıdır. Zaferin başkumandanı bu büyük zaferi, Ordusuna, Milletine, Ve milletinin bağımsızlık ve özgürlük düşüncesine, İthaf etmiştir.
Bu yüksek tevazu ve anlayışı kavrayamayan, Bazı hastalıklı kafalar, Başkumandanını anmadan, Başkumandanlık zaferini anabileceklerini zannetmişlerdir. Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu, Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından yapılan bu aymazlığı, Milletimizin değerlerinden bu kopuşu anlamak, Mazur görmek mümkün değildir. Diyanet en son Cuma hutbesinde, Diyarbakır’ın İslam orduları tarafından fethini, Kumandanıyla beraber anmayı bilmiştir. Ama aynı hutbede Büyük Taarruzu ve Sakarya’yı, Bu zaferlerin başkumandanın adıyla anmamıştır.
Milletimizin yükselen tepkileri üzerine, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün adını, 30 Ağustos için yayımladığı mesajda, Lütfen geçirmiştir. Ama sayesinde, Özgürce ibadet edebildiğimiz camilerde, Milletimizin aziz Atasının adını anmama aymazlığından vazgeçmemiştir. İlk başkanının, Rıfat Börekçi gibi, Kahraman bir ilim insanı olduğu bir kurumda, Börekçi ’nin koltuğuna oturacaksın.
Milletin verdiği vergilerle, Maaşını alacaksın, Gösterişli cübbeler giyeceksin, Lüks makam arabalarına bineceksin, Sonra da Atatürk’ün adının camilerde anılmaması için, Elinden geleni ardına koymayacaksın.
Bizim inancımız, “Hakkı, hak edene vereceksin” der. Kuldan utanmanız yok. Bari Allah’tan korkunuz olsun… Kadir bilir milletimiz, Camilerde Atatürk’e bir Fatiha’yı çok gören bu kafaya, Hakkını helal etmez, etmeyecektir. Diyanet, milletimizin ortak değeri Atatürk’le uğraşıyor. Ama bu ülkede, Son 19 yılda yenen kul hakları için, bir çift söz söyleyemiyor.
Yalan, dolan, rüşvet arşa ulaşmış. Beytülmal talan edilmiş. Gösterişli cübbelerin içindekiler, Bunlara laf edemiyor, “Rüşvet almak, kul hakkı yemek haramdır” diyemiyor. Son 19 yılda bu ülkede, Eğitimden, ekonomiye, Kurumsal yapıdan, dış politikaya kadar pek çok şeye zarar verildi. Ama en çok zararı, Kutsal dinimiz ve inancımız gördü.
Peygamberimiz, “Din güzel ahlaktır” buyuruyor. Son 19 yıldır dinin içinden ahlakı çıkardılar. Dini siyasi bir araca dönüştürdüler. Rant ve servet devşirmek için kullandılar. Bunun adına da sözde “dava” dediler. Ama şimdi bu davanın yolcuları artık itirafçı olmaya başladılar. Eski Çevre ve Şehircilik Bakanı, “17-25 Aralık tapeleri ve dosyamda ne varsa doğrudur” dedi.
Bir televizyonda, “Ne yaptıysam Erdoğan’ın talimatıyla yaptım” diyerek İstifasını açıklayan bu Eski Bakan “Görevini kötüye kullandığını” kabul etti. Yine AK Parti’nin kurucularından eski bir milletvekili, “AK Partililerin yüzde 90’ı yakında itirafçı olacak” dedi.
Bu millet, bakan çocuklarının evlerinden çıkan kasaları unutmadı. Sıfırlanmakla bitmeyen avroları, dolarları unutmadı. Ayakkabı kutularında ele geçirilen rüşvet paralarına faiz işletip, Rüşveti faiziyle iade edenleri de unutmadı.
Bu olaylar Yüce Divan’da aklanmadı. Majestelerinin milletvekillerinin oylarıyla, Bu hesap yargıdan kaçırıldı. Şimdi Cumhurbaşkanı’nın Yüksek İstişare Kurulu üyesi, Dönemin TBMM Başkanı Cemil Çiçek ’de bu dosyalar, Yüce Divan’da görüşülmeliydi diyor.
Tüm bunlar milletin vicdanında hala kanayan bir yaradır. Bu dosyalar milletin vicdanında kapanmamıştır. Şimdi bu itirafları, ucu nereye giderse gitsin, Suç duyurusu kabul edip, Bu bakanı ifadeye çağırabilecek bir Cumhuriyet Savcısı arıyoruz.
Yaklaşan seçimlerden sonra, Yapacağımız ilk iş, Devletin çökertilen adalet direğini ayağa kaldırmak olacak. Devlet yönetimindeki çürümeye, kokuşmuşluğa son vermek için, Siyasi Ahlak Yasasını çıkaracağız. Kamu İhale Kanunu’nu, rekabet ve şeffaflığı sağlayacak şekilde, Yeniden düzenleyeceğiz. Sayıştay’ı gerçek işlevine kavuşturacağız. TBMM’de Kesin Hesap Komisyonu kurup, Başkanlığını muhalefete vereceğiz. Varlık Fonu Ve benzeri Paralel Hazine uygulamalarına son vereceğiz.
İşte en son, Varlık Fonu’na aldıkları Ziraat Bankası’nın, Almanya’daki iştirakinde büyük bir skandal patladı. Alman Bankacılık Düzenleme Denetleme Otoritesi, Ziraat Bankası’nın Almanya’daki iştirakine, Olağanüstü cezalar kesmiş. Yine kredi verme ve mevduat toplama sınırı da getirmiş.
Gerekçe, Türkiye’deki Varlık Barışı uygulamaları kapsamında, Sorgusuz, sualsiz Türkiye’ye para transferi yapılması, Usulsüz krediler verilmesi. Alman Bankacılık Otoritesi, Türkiye’den atanan genel müdür adayları için, Tam dört kez ret cevabı vermiş.
Almanya’nın Ziraat Bankası iştirakine, Özel yetkili Genel Müdür atayacağı söyleniyor. Almanya’daki Ziraat Bankası’na kayyım geliyor. Bu uygulamanın hem Avrupa’da Türk bankacılığı için, Hem de Almanya bankacılık tarihinde Bir ilk olduğu ifade ediliyor.
Bu rezalet hakkında Ziraat Bankası’ndan da, Bizdeki bankacılık otoritesi Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu’ndan da, Şu ana kadar gık çıkmadı. Bu suçlamalar karşısında başımız eğik mi duracağız? Bu suçlamaları kabullenecek miyiz? Peki, Ziraat Bankası’nın iştirakine kesilen bu cezalar, Kimin cebinden çıkacak? Elbette Türkiye Cumhuriyeti Hazinesi’nden, Yani vergi mükelleflerimizden.
Şunu artık herkes bilsin. İktidara geldiğimizde, Tüyü bitmedik yetimin hakkını yiyenlerin, Kursaklarından yediklerinin hepsini söke söke alacağız. Ne yazık ki Erdoğan Şahsım Hükümeti’nin Hesap vermeden, sorgusuz, sualsiz yaptığı her işin bedelini, Milletimiz ya cüzdanıyla ya da canıyla ödüyor.
Erdoğan, Daha düne kadar, Afganistan’daki havalimanına, Askerimizi nöbetçi yazmak için uğraşıyordu. Genel Başkanımız uyardı. “Tek bir askerimizin burnu kanarsa, Sorumlusu siz olursunuz” dedi. İşte bugün Kabil Havalimanı’nın yanı başında, Her gün bombalar patlıyor, insanlar ölüyor. Peki, kim haklı çıktı? Yine biz haklı çıktık.
Çünkü biz meselelere, Erdoğan’dan farklı olarak, Sadece ve sadece Türkiye’nin penceresinden, Ulusumuzun hak ve menfaatleri penceresinden bakıyoruz. Beyefendi mecbur kaldı. Genel Başkanımızın, Mehmetçiğimizi Afganistan’dan çekme talebini dinledi. İyi de oldu. Ama bunu hala hazmedemiyor. Şimdi çıkmış, “Afganistan konusunda, Bizi ana muhalefetin, muhalefetin ne dediği ilgilendirmez. Biz kendi irademize bakacağız” diyor.
Kusura bakmasın, onun sicili ortada. Beyefendi bölgesel meselelere, Türkiye’nin hak ve menfaatleri penceresinden hiç bakmadı. “Büyük Ortadoğu Ve Genişletilmiş Kuzey Afrika Projesi’nin Eş Başkanı” Penceresinden baktı. Şimdi nasıl oluyor da “kendi iradesinden” bahsedebiliyor?
Suriye’de yaşadıklarımız ortada. 5 milyon Suriyeli sığınmacı 10 yıldır Türkiye’de. Bu Sığınmacılar için 40 milyar dolardan fazla para harcandı. Sınırlarımızda güvenliği sağlamak için binlerce askerimiz Sınırın öteki yanında… Yüzlerce askerimiz Suriye’de şehit düştü. Peki, Türkiye’ye tüm bu ağır bedelleri kim ödetti? Elbette Erdoğan. Ve Erdoğan’ın bitmek bilmez kibri…
Ne yazık ki Erdoğan; 3-5 milyar avro finansı görünce, Türkiye’yi, Avrupa’nın mülteci gettosu yapmaya, Hemen teşne oluveriyor. Daha dün, “Finansı iyi yönettiğimiz için, Yeni mülteciler alabiliriz” diyen kimdi? Erdoğan’dı. Millet tepki gösterince çark etti…
Erdoğan’ın dün dediğini, bugün dediği tutmuyor. Rüzgârgülü gibi, nereden rüzgâr eserse, Erdoğan’da oraya dönüyor. Bir gün “Taliban ile görüşürüz” diyor. Ertesi gün Taliban’ı terörist ilan ediyor. Sonraki gün de, “Taliban ile masaya otururuz” diyor.
Erdoğan’ın küçük ortağının hali daha da perişan. 15 gün önce, “Askeri unsurlarımızın Afganistan’ı terki, Düşünülemeyecektir” diyen ufak ortak, Bugünlerde, “Askerimizin tahliyesi doğru bir tercih, Yerinde bir karardır” diyerek, Çekilme kararına alkış tutuyor. Hemen ardından da, “Kabil emniyetli değilse, Ankara güvende olamaz” diyerek, Kendini bir kez daha yalanlıyor.
Erdoğan’ın kuyruğuna takılırsan, Sen de “ufak rüzgârgülü” olursun. Bunlar ülkeyi de, devleti de yönetemiyorlar. Memleket, Cumhur İttifakı’nın yönetiminde, Fırtınaya kapılmış yaprak misali savruluyor.
Ama bu beyler her şeyden vazgeçiyorlar. Kabil Havalimanı’nın işletmesinden, Nedense bir türlü vazgeçemiyorlar. Hakikaten, Kabil Havalimanı’nı bunlar için bu kadar vazgeçilmez kılan nedir? Afganistan’daki havalimanında bunları bu kadar cezbeden ne var?
Afganistan’da şu anda en bol olan, Terör ve uyuşturucu. Türkiye’yi, böyle bir coğrafyaya sokmak için, Bu ısrar neden? Çıksınlar şunun sebeplerini millete bir anlatsınlar bakalım… Ama yapamazlar.
Allah’a çok şükür, Bizler ekşi yemedik. Bu nedenle de karnımız ağrımaz. Bizim tehdit edilecek, Müzakere masalarında kolumuzu büktürecek, dosyalarımız yok. Onun için doğru bildiğimiz neyse, Vicdan rahatlığıyla milletimizin huzurunda konuşabiliyoruz.
Erdoğan bizi ister dinlesin, ister dinlemesin. Ama bizi dinlemediğinde, burnunun dikine gittiğinde, Bunun faturasını hep milletimiz ödedi. Bunu da milletimiz bilsin.
Kontrolsüz göç ve sığınmacı sorunu, Ne yazık ki Türkiye’nin en önemli beka sorunu olmuştur. Hatay’ın hemen yanı başında, İdlib’de, Dünyanın dört bir yanından gelmiş yüzbinlerce savaşçı, Patlamaya hazır bomba gibi bekliyor. Buralarda işler bir kez daha kızışırsa, Milyonlarca insan, İdlib’den sınırlarımıza akar. Bunların içinde de binlerce radikal ülkemize girer. Bu da bir kâbus olur.
Yine İran, Afganistan’dan akıp gelen göçmenleri sadece seyrediyor. Bu gelenlerin içinde radikal bir takım unsurlar var mı, yok mu? Erdoğan dâhil, bunu kimse bilmiyor. Çok açık konuşalım. İdlib, Rusya’nın elinde, Afganistan İran’ın elinde, Türkiye’ye karşı kullanılabilecek stratejik bir koza dönüşmüştür.
Avrupa ise ne yazık ki bu meselelere, “Parayı veririm, Türkiye’yi göçmen gettosu yaparım” anlayışıyla bakmaktadır. Bu ahlaksız teklifleri Erdoğan kabul etse de Bizim kabul etmemiz, Rıza göstermemiz mümkün değildir.
Avrupalı dostlarımız şunu bilsin ki, Avrupa’nın sınırı Kapıkule’den başlamaz. Gürbülak’tan başlar. Herkes planını bu gerçeğe göre yapsın.
Karşımızdaki bu beka sorununa, Devlet aklıyla, Ciddi bir stratejiyle, Yoğun bir diplomasiyle tepki vermek zorundayız. Ama Erdoğan’ın bu konuda strateji oluşturacak ne bir derinliği, Ne de diplomasiyle sorun çözme kapasitesi var. Onun için de; Türkiye yönetilmiyor, savruluyor.
İşte Irak’ta, “Bağdat İşbirliği ve Ortaklık Konferansı” düzenlendi. Bu toplantıya, Fransa Cumhurbaşkanı katıldı. Katar Emiri katıldı. Mısır Cumhurbaşkanı katıldı Kuveyt Başbakanı katıldı. Ürdün Kralı katıldı. Ama Erdoğan katılamadı. Uluslararası protokolde çok daha geride olan, Dışişleri Bakanı ülkemizi temsil etti. Sebep, Taliban ile masaya otururum diyen Erdoğan, Sisi ile beraber masaya oturamadı.
Dış politikayı şahsileştirmenin sonucu ne yazık ki budur. “Bölgemizde bizden habersiz kuş uçmaz” diye caka satarken, Bir de bakmışsınız, Bölgede kurulan masalara oturamaz olmuşsunuz. Ülkemiz, bu diplomatik yalnızlığı mutlaka aşmak zorundadır. Bölgemizdeki meselelere bölge ülkelerinin çözüm üretmesi, İnisiyatif alması esastır.
Yoksa bölge dışı ülkeler, kendi çözümlerini dayatacak, “Çözüm üretiyoruz” diyerek, yeni sorunlar üreteceklerdir. Irak’ta, Suriye’de, Afganistan’da yaşadıklarımız, Bunu bize öğretmiştir. Bu nedenle bizim iktidarımızda, Bölgemizde huzur, barış ve istikrar oluşturmayı hedefleyen, Ortadoğu Barış ve İşbirliği Teşkilatı’nı kuracağız. Bölgenin sorunlarını, Yine bölge ülkeleriyle beraber çözeceğiz.
Yarın, 2021’in ikinci üç ayına ilişkin milli gelir rakamları açıklanacak. Geçtiğimiz yılın ikinci yarısı, Salgının ekonomimizi en sert vurduğu dönemdi. Geçen yıl ikinci çeyrekte, Milli gelirimiz yüzde 10,3 gerilemişti.
Top yere ne kadar sert çarparsa, O kadar da yükseğe çıkar. Ekonomide buna “baz etkisi” denir. Hem baz etkisiyle hem de, Pandemi döneminde olağanüstü kredi genişlemesinin etkisiyle, Büyümede, geçen yıla göre, ciddi bir sıçrama göreceğiz. Ama ekonomik faaliyet hacmini, Bir önceki çeyrekle mukayese ettiğimizde, Farklı bir tablo, bir yavaşlama göreceğiz.
Saman alevi gibi büyüme, Sürekli ve sürdürülebilir büyümeden farklıdır. Erdoğan ne yazık ki 19 yılda, Bu ikisi arasındaki farkı bir türlü öğrenemedi. Pandemide milleti borca batırdılar. G-20’nin gelişen ekonomileri içinde, En çok kredi veren ekonomi Türkiye. Buna karşın aynı grupta, En az doğrudan gelir desteği veren üçüncü ekonomi de Türkiye.
Bol kepçeden verilen kredilerle, büyümenin sürekliliğine ve sürdürülebilirliğine büyük darbe vuruldu. Şimdi bireysel kredilerdeki hızlı genişleme, Ve tahsilattaki sıkıntılar, Ekonomi yönetimini de kaygılandırmışa benziyor. Bireysel kredilere sınır getirmekten bahsediyorlar. Yine başta esnafımız olmak üzere, Çiftçilerimiz, KOBİ’lerimiz, pandemi döneminde aldıkları borçların, Nasıl geri ödeneceğini kara kara düşünüyorlar.
Hiç kimse merak etmesin. İktidara geldiğimizde pandemi nedeniyle alınan borçların, Kolaylıkla ödenebilmesi için, gereken her tedbiri alacağız. Borçları mutlaka ödenebilir hale getireceğiz.
Borçlardaki hızlı genişleme, Sadece büyümenin sürdürülebilirliğine değil, Kalitesine de çok ciddi darbe vurdu. Hem fiyatlar seviyesi sıçradı. Hem de konut başta olmak üzere bazı sektörlerde, Ciddi balonlar oluştu.
Eurostat verilerine göre son bir yılda, tüm Avrupa’da, Konut fiyatlarının en hızlı arttığı ülke, Türkiye. Başta İstanbul olmak üzere, Büyük şehirlerdeki konut fiyatları ve kiralarda, Çok ciddi sıçramalar var.
Yüz yüze eğitim başlıyor. Özellikle üniversite öğrencileri ve öğrenci aileleri çok büyük sıkıntıda… Diğer tarafta da, Son bir yılda inşaat girdi maliyetlerindeki olağanüstü artış, Ve ekonomideki belirsizlikler, Yeni konut yapımlarını tehdit ediyor.
İşte İnşaat Müteahhitleri Konfederasyonu, Çimento fiyatlarındaki fahiş artışlara dayanamayarak, 2 Eylül’de “Harç bitti, yapı paydos” demeye hazırlanıyor. Türkiye tarihinde, böyle bir durumla ilk kez karşılaşıyoruz.
TÜİK’in makyajlı verileriyle bile enflasyon yüzde 19. Dünya üzerinde en yüksek enflasyona sahip 12. ekonomiyiz. Ama turpun büyüğü de heybede. Kuraklık bu yıl sadece ormanlarımızı yakmakla kalmayacak. Mutfaklarımızı da kavuracak. Gıda fiyatları üzerindeki baskı kışın daha da artacak. Hidroelektrik üretim düştüğü için, Ötelenen enerji zamları da dikkate alındığında, İlerleyen günlerde elektrik fiyatları da hızla artacak.
Türkiye’de, hâlihazırda 2,1 milyon aile, Elektrik faturalarını ödeyemiyor. Bunu Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı istemeden itiraf etti. Anlaşılan önümüzdeki günlerde bu sayı daha da artacak.
İstihdam derseniz. O cephede de değişen bir şey yok. Pandemi döneminden hemen önce, 2019’un son çeyreğinde, Gerçek işsiz sayımız 6,4 milyondu. Bugün 9 milyon. Onca krediye rağmen, İşsizlik zirvede dolaşmaya devam ediyor. Bu arada kamuda engelli memur açığı bir türlü doldurulmuyor. Engelli yurttaşlarımız bu kadrolara atama bekliyor. Bir yandan artan hayat pahalılığı, Bir yandan artan işsizlik milleti yoksulluk girdabında bunaltıyor.
Erdoğan Türkiye’yi, “İstihdamsız büyüme” kavramıyla tanıştırmıştı. Şimdi de “yoksullaştıran büyüme” kavramıyla tanıştırdı. Ama Erdoğan’a sorarsanız, Türkiye “yeni bir şahlanış” içindeymiş. Ne demiş atalarımız, “Olsayı bulsaya vermişler, hiç doğmuş.” Erdoğan’ın durumu tam da bu. Türkiye ekonomisinde büyümenin sürdürülebilirliğini sağlamak için, Büyümenin kalitesini artırmak için son 10 yılda, Hangi adımı attınız? Hangi yapısal reformu gerçekleştirdiniz?
Tersine, ekonomideki kırılganlıkları daha da artıracak, Ne kadar yanlış adım varsa, hepsini birer birer attınız. Milletin 128 milyar dolarını, Siyasi ikballeri için, Yerel seçimi kazanmak için, Boş yere buharlaştırdılar. Merkez Bankası’nın araç bağımsızlığını tamamen ortadan kaldırdılar.
Düne kadar, “IMF defteri kapanmıştır, bir daha açılmayacaktır” diyen Kerameti kendinden menkul “IMF bizden beş milyar dolar istedi” hikâyeleriyle övünen Erdoğan, Şimdi çıkmış, IMF’den gelen 6,3 milyar dolar parayla caka satıyor. Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu? IMF tüm ülkelere destek verdi. Ama IMF parasıyla övünen, Bir tek AK Parti Genel Başkanı Erdoğan oldu.
Ne diyelim, “Görmemiş ata binince bey oldum sanır, Şalgam aşa girince yağ oldum sanır.” Bunların durumu da ne yazık ki bu…
Son olarak, Bu yıl doğal felaketler Ve bunlar karşısında aciz kalan Erdoğan Şahsım Hükümeti Ülkemizi perişan etti. Güneyimizde orman yangınları, Kuzeyimizde seller hepimize acı üstüne acı yaşattı.
Şu anda Tunceli’de orman yangınları devam ediyor. Genel Başkan Yardımcımız Veli Ağbaba başkanlığında, Milletvekili arkadaşlarımızdan oluşan bir heyet, Çalışmaları yerinde izliyor. Arkadaşlarımızın bölgeye intikalinden sonra, Yangına havadan müdahale başladı. Ancak bu müdahalelerin Son derece yetersiz olduğunu da görüyoruz.
Erdoğan ise yangını bırakmış, AFAD’a para toplamakla meşgul. Bu arada bizi de, AFAD’a toplanan paralardan rahatsız olmakla suçluyor.
Atalarımızın dediği gibi; Kurda kuzu emanet edilmez. 15 Temmuz paraları, Beşiktaş’taki saldırılardan sonra toplanan paraların akıbetini, Milletimizle şeffaf bir şekilde paylaşmayan sizsiniz. Milletimiz adına bu paraların peşinde koşan da biziz.
Hem 15 Temmuz, Hem de Beşiktaş mağdurları için, O günkü kurlardan yaklaşık 100 milyon dolarlık bir bağış toplandı. Bugünkü kurla bu para 835 milyon lira yapar.
Milletten bağış topluyorsanız, Bağışın nasıl harcandığını, Nasıl nemalandırıldığının hesabını da, Millete vermek zorundasınız. Bu paralar doğru nemalandırıldı mı? Yoksa kamu bankalarında düşük faizden iç mi edildi? Beşiktaş’taki kurbanların yakınlarına bugüne kadar ne ödendi? Bunları kamuoyuyla mutlaka paylaşmalısınız.
Bunların hesabını vermeden, Çıkıp da bizi yardıma karşı olmakla suçlamayın. Bizi suçlayacağınıza, Millet size neden güvenmiyor, bunu bir düşünün.