İYİ Partili Okutan: Yangınların bir türlü söndürülememesinin sebebi devlet buhranıdır
İYİ Parti Milli Güvenlik Politikaları Başkanı Nuri Okutan, geçtiğimiz günlerde ülkede yaşanan ve kontrol altına alınmakta zorlanılan orman yangınlarına ilişkin açıklamalarda bulundu.
Okutan, "Türkiye 19 yıllık AKP iktidarının devlette yarattığı tahribat sonunda büyük bir 'devlet buhranı'na sürüklenmiştir. Ülkemizi ve milletimizi kasıp kavuran yangınların bir türlü söndürülememesinin sebebi devlet buhranıdır" diye konuştu.
Okutan'ın satırbaşları şöyle oldu:
"Türkiye, maalesef, ülke ve millet olarak, AKP iktidarının 19 yıldan bu yana devlette yarattığı büyük tahribatın ağır bedellerini ödemeye devam etmektedir.
Son olarak, 28 Temmuz’da başlayıp ancak12 Ağustos itibarıyla kontrol altına alınabilen, özellikle Antalya ve Muğla illerimizde büyük doğal, insani ve ekonomik felaketlerle neticelenen orman yangınları milletimizin yüreğini dağlamış, ciğerlerini yakmıştır.
Orman yangınları felaketi, Türkiye’nin derin ve çok boyutlu bir “devlet buhranı” içinde olduğunu bir kez daha ortaya koymuştur.
Bir yangın kuşağında ve en tehlikeli sezonda meydana gelen yangınlar karşısında iktidarın ve iktidar partisinin uzantısı haline gelmiş olan devletin ilgili kurumlarının öngörüsüz, hazırlıksız, tedbirsiz yakalandığı; kurumsal çöküntü ve dağınıklık, plansızlık, liyakatsizlik, koordinasyonsuzluk, ayrımcılık, yönetim zafiyeti, yetersizlik nedeniyle acze düşülüp yangınlarla etkin şekilde mücadele edilemediği görülmüştür.
Yangınlar, ormancılıktaki teknik bir tabirle adeta “kendi haline bırakılmış” ve ormanlarımızla birlikte yerleşim merkezlerimiz ve insanlarımız da yangınlara teslim edilmiştir.
'Yangınların, verdikleri hasarın ve başarısız mücadelenin rakamsal boyutu'
Tarım ve Orman Bakanlığının 11 Ağustos tarihli açıklamasında hemen tamamı 28 Temmuz ve sonrasında çıkan 274 orman yangınının kontrol altına alındığı ifade edilmiştir. Bakanın 11 Ağustos tarihli beyanına göre ise, -herhalde tüm yılda çıkan- 288 orman yangınından 285’i kontrol altına alınmış, üçü ise devam etmektedir. Devam eden Köyceğiz yangını ile Burdur Bucak ve Manavgat’ta yeni çıkan yangınların da 12 Ağustos itibarıyla kontrol altına alındığı açıklanmıştır.
Yangınlarda 2’si Orman İşletme işçisi, toplam 8 vatandaşımız hayatını kaybederken, toplam yaralanan kişi sayısı hakkında güncel bir veri henüz açıklanmamıştır.
Gebze Teknik Üniversitesinin 7 Ağustos’ta basına yansıyan analizlerine göre, Manavgat’ta 56 bin 663, Marmaris’te 12 bin 935, Bodrum’da 11 bin 898, Köyceğiz’de 1629, Gündoğmuş’ta 685 hektar olmak üzere toplam 83 bin 810 hektar alan yanmıştır. Bu veriler, devam eden yangınların tahribatını ve örneğin Milas yangınlarını içermemektedir.
Dışişleri Bakanının 9 Ağustos tarihli açıklamasına göre Antalya’daki yangınlardan etkilenen mahalle sayısı 59, bina sayısı 3 bin 231, bağımsız bölüm sayısı ise 6 bin 359 olarak tespit edilmiştir. Bakanın kullandığı “etkilenen” kelimesi “yanan/yanmış olan” demektir.
Tarım ve Orman Bakanının 9 Ağustos tarihli açıklamasında Adana, Aydın, Osmaniye, Antalya, Muğla ve Mersin’de toplam 22 ilçe, 172 köyde 7 bin 320 çiftçinin hasar tespiti yapılmıştır.
Buna göre, 51 bin 770 dekar ekili-dikili alan, 670 dekar sera, 4 bin büyükbaş, 4 bin 204 küçükbaş, 5 bin 475 arılı kovan, 28 bin 762 kanatlı hayvan, 6 bin 570 alet-makine, 2 bin 549 ton depolu ürünler ile 1840 tarımsal yapı zarar görmüştür. Bakanın “zarar görmek” olarak ifade etmeye çalıştığı gerçek “yanmış, telef olmuş, kullanılamaz hale gelmiş” demektir.
Yanan alanların yüzölçümü ile meydana gelen diğer maddi hasarlar elan artmaya devam etmektedir.
Felaketin doğaya ve doğal hayata, insanlarımıza, yerleşim yerlerimize, ekonomimize verdiği büyük hasar ilerleyen zamanda tüm dehşetiyle anlaşılacaktır.
Yukarıdan aşağıya sıralanan çoğu önceki günlere ait ve resmi ağızlardan açıklanan rakamlar, yangın söndürme mücadelesinin iddia edildiği gibi herhalde başarısının değil, ama yaşanan ağır devlet buhranı nedeniyle mutlak surette başarısız olduğunun açık göstergeleridir.
'Yetki ve sorumluluk meselesi'
Yangınlar yaygın şekilde devam ederken gerek ucube sistemin Cumhurbaşkanının gerek Tarım ve Ormancılık Bakanının iktidarın ve maalesef devletin acizliğini perdelemek amacıyla hedef saptırarak yerel yönetimleri sorumlu tutan ifadeler kullanmaları ormanlar ve orman yangınları ile mücadelede yetki ve sorumluluk konusunu gündeme getirmiştir.
Her şeyden önce Anayasamız, ormanlar konusunda devlete, dolayısıyla devleti yöneten iktidara çok önemli yükümlülükler vermektedir. Anayasaya göre devlet ve iktidar, ormanları koruma ve gözetme, orman sahalarını genişletme, yanan orman alanları yerine yeni orman yetiştirme, ormanları bizzat yönetme ve işletme ve nihayet orman köylülerini korumakla yükümlüdür.
İkinci olarak, 6831 sayılı Orman Kanunu’nun 69. maddesi, orman yangınlarını önleme ve söndürme görevini Orman İdaresine vermekte, yangınlar öncesinde ve esnasında kurumlar arası koordinasyonu sağlamakla mahallin en büyük mülki idare amirini yetkili ve sorumlu kılmaktadır. Kanunun bazı diğer maddelerinde de Orman İdaresi ile Mülki İdare amirlerine muhtelif başka görevler de verilmektedir.
Öte yandan, örneğin mezkûr kanuna istinaden çıkarılan Orman Yangınlarının Söndürülmesinde Görevlilerin Görecekleri İşler Hakkında Yönetmelik ile yangınlarla ilgi her türlü tafsilatı düzenleyen 285 sayılı Orman Yangınlarının Önlenmesi ve Söndürülmesinde Uygulama Esasları Hakkında Tebliğ de hiçbir tartışmaya izin vermeyecek surette yangınları önleme ve söndürme kapsamındaki tüm çalışmalardan Orman İdaresi ile koordinasyon bakımından Mülki İdareyi yetkili ve sorumlu tutmaktadır.
Esasen 5442 sayılı İl İdaresi Kanunu da Mülki İdare amirlerine aynı kapsamda geniş yetki ve sorumluluk yüklemektedir.
Hal böyle iken, Cumhurbaşkanı ve ilgili Bakanın yakışık almayan bir tutumla yerel yönetimleri sorumlu tutmaya yeltenen beyanlarda bulunmuş olmaları, çirkin bir yalan propagandasından ibarettir.
'Yetkili ve sorumlu birimler yetersiz ve etkisiz kalmıştır'
28 Temmuz’da başlayarak bugüne kadar özellikle Antalya ve Muğla illerimizi kasıp kavuran orman yangınları karşısında gerek Orman İdaresi gerek Mülki İdare tamamen etkisiz kalmışlar ve bölgeyi yangınlara teslim etmişlerdir.
Orman İdaresinin yetersizliği ve etkisizliği yerden ve havadan müdahale bakımlarından iki boyutta; ekip teşkilatları, kadro ve teknik donanım hususlarında açığa çıkmıştır.
Yangınlarla mücadele, yerden müdahalelerin yetersiz ve etkisiz oluşu nedenleriyle daha başlangıçta kaybedilmiştir.
Orman İdaresi kötürüm haldedir. Yangınlar esnasında ülke kamuoyu uçak ve havadan müdahale filosunun yetersizliği konusunu yoğun şekilde tartışırken, çok önemli iki hususu, Orman İdaresinin yangınlara yerden müdahale noktasındaki kötürümlüğünü ve Mülki İdarenin koordinasyon noktasındaki dumura uğramışlığını gözden kaçırmıştır.
Bilindiği ve ilgili mevzuatta, özellikle 285 sayılı Tebliğ’de -işletme müdürlükleri, şeflikleri, müdahale ekipleri, teknik donanım, müdahale yöntem ve safhaları ve benzeri- ayrıntılarıyla ortaya konduğu gibi, yangınla mücadelede öncelikle aşamalı yerden müdahaleler söz konusudur. Herhangi bir yangın, esasen, ilk etapta ve öncelikle yerden müdahale ile söndürülür, durdurulur ve kontrol altına alınır.
Yangınlarla mücadelede Orman İdaresinin birinci derecede görevli unsurları bölge müdürlükleri altında teşkilatlanmış olan Orman İşletme Müdürlükleri ve İşletme Şeflikleridir. İşletme Şeflikleri altında; “gözetleme kuleleri” ve “yangın emniyet şerit ve yolları” gibi önleyici altyapı ile seri “haberleşme şebekesi”nin hazır bulunduğu orman merkezlerinde konuşlu, yeterli “intikal aracı ve iş makinası” parkına sahip, muhtelif sayıda personel ve ekipmanla donanmış olarak “ilk müdahale ekibi, hazır kuvvet ekibi, seyyar ekip, arazöz ekibi ve personel indirme amaçlı helikopter ekipleri” vardır.
İşte bu ekipler, kademeli ve koordineli olarak, belirlenen “yangın amiri” yönetiminde, “dolaylı ya da doğrudan mücadele” ve uygun “işçi organizasyon yöntemleri”ne başvurarak yangına yerden ilk müdahaleleri yaparlar.
Müdahaleler, yangın çıktığı saptanan bölgenin yangına hassasiyet derecesine göre, azami 20 ila 50 dakika içerisinde yapılmak zorundadır.
İlk müdahaleler esnasında duruma göre yangın alanının bloke edilmesi amacıyla iş makinaları devreye sokularak süratle söndürmeyi kolaylaştırıcı ve yayılmayı önleyici-durdurucu şerit ve yollar açılır.
Başta Manavgat olmak üzere Antalya ve Muğla illerimizin muhtelif bölgelerinde ardı ardına çıkan yangınlarda işte bu yerden ilk müdahalelerin tümü yetersiz ve başarısız olmuş, neticede yangınlar “kendi haline bırakılmış” ve yayılarak büyümüştür.
Müdahale ve mücadelelerin kurumsal dağınıklık, başıbozukluk ve acizlik yüzünden yetersiz kalmasının bir örneği, Milas bölgesinde yangın çıktığında hemen gerekli önlemlerle izole edilerek korumaya alınmış olması gereken Kemerköy Termik Santralinin adeta yanmaya terk edilmesinde yaşanmıştır. Kemerköy Santrali az hasarla kurtarılabilirken, yetmezmiş gibi, süreç devam ederken, basiretsizlik ve körlük de devam etmiş, aymazlık sonucunda yangın bu defa Yeniköy Termik Santralini de tehdit altına almıştır. Bu örnekler, yangın öncesi öngörüsüzlük, plansızlık ve tedbirsizlikler ile körlük ve basiretsizliğin, akıllar başa gelmeyip yangın esnasında da devam ettiğinin açık göstergeleri olmuştur.
Antalya Orman Bölge Müdürlüğünde 13 Orman İşletme Müdürlüğü ve 73 Orman İşletme Şefliği; Muğla Orman Bölge Müdürlüğünde ise 12 Orman İşletme Müdürlüğü ve 104 Orman İşletme Şefliği bulunmaktadır. Bu müdürlük ve şefliklerde yeterli sayıda kadrolu teknik ve idari personel ile kadrolu ve mevsimlik işçi bulunmaktadır.
Yangınlarla yerden mücadelelerin etkisiz kalmasında, yetkili ve sorumlu İşletme Müdürlük ve Şefliklerinin personel yapısı ile geçici işçi kompozisyonun bozulması yatmaktadır.
AKP iktidarı, tüm diğer devlet kurum, kurul ve kuruluşlarında olduğu gibi Orman İdaresinde de ağır bir tahribata yol açmıştır. Tüm diğer devlet idareleri gibi Orman İdaresi de yukarıdan aşağıya parti teşkilatının uzantısı haline getirilmiştir.
İdari yetkili makamların büyükten küçüğe liyakatsiz yandaşlara teslim edilmesi yetmezmiş gibi, yangınlarla mücadelede en önemli unsur olan mevsimlik işçi kompozisyonu da işçi alım işleri yandaş müşavir-müteahhit firmalara havale edilerek profesyonel yönden bozulmuştur.
Öte yandan, Tarım ve Orman Bakanlığı ile Orman Genel Müdürlüğü, Meteoroloji Genel Müdürlüğünün hava durumu ve sıcaklık öngörü raporlarını dikkate almamışlardır. Meteoroloji Genel Müdürlüğü uyarıları göz önünde tutularak ilgili İşletme Müdürlükleri ile İşletme Şefliklerinin teyakkuza geçirilmesi gerekirken bu yapılmamıştır.
Aynı çerçevede, Orman bölgelerinde kurulu kule, şerit ve yollar, haberleşme şebekesi gibi altyapıların kontrol, tadilat ve geliştirilmesinin de merkezin aymazlığı nedeniyle yapılamadığı anlaşılmaktadır.
Sonuçta, Orman İdaresi yangınları yönetememiş, yangınlar tarafından yönetilip yönlendirilmiştir ve yangınlar sınırlarına varıp sönene kadar hükmünü icra ederek Türkiye’yi bir felaket tablosuna atmıştır.
Mülki idare dumura uğramıştır. Mülki İdare üst yöneticileri gerek orman yangınlarıyla ilgili mevzuatta gerekse de 5442 sayılı İl İdaresi Kanunu’nda, yangınların söndürülmesi konusunda tüm merkezi teşkilatın yerel birimlerini ve yerel yönetin kurumlarını, hatta sivil unsurları koordine etmekle mükellef, yani yetkili ve sorumlu kılınmıştır.
Mülki İdare amirleri, bu kapsamda, orman yangınlarının söndürülmesi çalışmalarında öncelikle tüm kamu birimlerinin ilgili kadro ve lojistiğini, yani mücadele personel, ekipman ve araç parklarını mücadeleyi yürüten Orman İdaresi birimleri emrine sevk etmeleri gerekirken bunu muhtelif sebeplerle yapmamışlar, yapamamışlardır.
Bu bakımdan, özellikle Antalya ve Muğla bölgesinde yaşanan büyük felaketlerde Mülki İdarenin adeta dumura uğradığı, yetkisini kullanamadığı ve sorumluluklarını yerine getiremediği gözlenmiştir.
Öncelikle, ucube Cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminin esasen sekreter fonksiyonunu yürüten Bakanları bölgeyi basmış; Mülki İdare amirlerinin yetkilerini parti unsurlarıyla birlikte adeta gasp etmişlerdir.
Nitekim, Antalya ve Muğla yangınlarıyla mücadelede vatandaşın can ve mal güvenliğini korumaktan birinci derecede sorumlu valiler ve kaymakamlar yoktur; sesleri solukları çıkmamış ve duyulmamıştır.
Koordinasyon görevi ortada kalmış, göstermelik toplantılarda da Muğla örneğinde olduğu gibi Belediye Başkanı çağrılmayıp alt birim yetkilileri çağrılmak suretiyle göstere göstere partizanlık ve ayrımcılık yapılmış; hiyerarşiye dayalı büyük Türk devlet geleneğini devletin en yetkili amiri ayaklar altına almıştır.
Ayrımcılık yangınla mücadele için bölgeye gelen İstanbul Büyükşehir Belediyesi yangın söndürme ekiplerinin itfaiye araçlarına su verilmemesi pervasızlığına kadar ulaşmıştır.
Neticede, bir kez daha, Mülki İdarenin tam bir parti uzantısı haline geldiği görülmüştür.
Dışişleri Bakanı, “Antalya Yangın Söndürme, Hasar Tespit ve Kamu Bilgilendirme Komisyonu Bakanı” hüviyetine bürünerek neredeyse her gün kürsü ve mikrofon şovu yapmış; öte yandan Tarım ve Orman Bakanı da günbegün, ama daha çok Muğla merkezli olarak, özendiği anlaşılan Sağlık Bakanı gibi yangınlar sürerken farkında olmadan mücadelenin başarısızlığını ve felaketin sürekli büyümesini ifşa etmiştir.
Bakan teşrifatçılığına mahkûm edilen Mülki İdarenin, yangınların sebeplerinin ortaya çıkarılmasında da yetersiz kaldığı anlaşılmaktadır. Cumhurbaşkanının “emarelerine şimdiden ulaştık” demesine, yandaş medya ve kalemşörlerinin durmaksızın yaydıkları tezvirata rağmen, terör örgütünün sabotajlarına dair henüz bir tespit ve açıklama yapılmamıştır.
Bilindiği gibi, orman yangınları çeşitli ana nedenlerden çıkar. Bunlar; kuraklık, sıcak dalgaları gibi doğal nedenler yanında, ihmal, kasıt, sabotaj ve bilinmeyen nedenler olarak tasnif edilmektedir. İstatistiklere göre, yangınların büyük çoğunluğu insan kaynaklıdır.
Basına yansıyan bilgilere nazaran, bugüne kadar, sadece, Manavgat yangınının en azından bir bölümünü bir çocuğun azmettirmesiyle bir başka çocuğun çıkardığı, Bodrum Mumcular bölgesindeki yangının ise izmarit atılması sonucu çıktığı adli tespit ve işleme tabi olmuştur.
Buna karşılık, sabotaj tezviratlarının yaygınlığı yangın bölgesi ahalisinde galeyana sebebiyet vermiş; çıkan otorite boşluğunu elim bir surette birtakım sivil grupların doldurmaya tevessül ettiğine şahit olunmuştur.
Mülki İdare yetkililerinin yani ilgili kaymakam ve valilerin çok önemli bir basiretsizlikleri de -eğer iktidarın hangi hikmeti hükümet gereği olduğu belirsiz kastından değilse- Türk Silahlı Kuvvetleri unsurlarını, ilgili mevzuattaki açık hükümlere rağmen özellikle Antalya ve Muğla’da orman yangınlarıyla mücadeleye davet etmemeleri olmuştur. Bütün ülkelerde büyük afetlerle mücadelelerde devreye alınan silahlı kuvvet birimleri Türkiye’de değerlendirilmemiştir.
Hatta sorun o noktaya varmıştır ki, pek çok yerde denize sıfır alanlar yanarken Deniz Kuvvetleri Komutanlığı envanterindeki ilgili mahalde mevcut yüksek tazyikle uzak mesafeye su püskürtebilen gemiler dahi kullanılmamıştır.
Bu arada, Isparta ve Denizli’de çıkan yangınların söndürülmesi çalışmalarına valiliklerin talebi doğrultusunda TSK unsurlarının katılmasının dikkat çekici olduğunu vurgulamak gerekir.
Havadan söndürme mücadelesi, hava filosu ormanlar yanıp kül olana kadar kademeli olarak artırılarak sürdürülmüş, ama bir netice de vermemiştir.
Türkiye kamuoyu, yangınların başladığı ilk günlerden itibaren, yerden müdahalelerin aşikâr başarısızlığı nedeniyle yoğun şekilde haklı olarak havadan söndürme çalışmalarına odaklanmıştır.
'THK'nın kendi imkanları devre dışı bırakılmış, filosu ıskartaya terk edilmiştir'
THK’nın kendi imkanları devre dışı bırakılmış, filosu ıskartaya terk edilmiştir. Bu noktada da bir yandan yangın söndürme çalışmalarında başarılı bir sicile sahip olan Türk Hava Kurumunun kendi filosunun kullanılamaz hale geldiği, diğer yandan yandaş eliyle de olsa kiralama yoluyla yeterli bir hava filosu tertip edilemediği gerçeğiyle karşılaşılmıştır.
En son 2018 yılında kullanılan THK uçakları, 2019’da açılan kasıtlı bir ihaleyle 100 litrelik kapasite eksikliği bahanesiyle devre dışı bırakılmıştır. Bunun akabinde, THK’nın 9 uçaklık söndürme filosu ıskartaya ayrılmış, filo pilotları işten çıkarılmıştır.
İtalya’da 19, Yunanistan’da 18, Fransa’da 29 ve İspanya’da 17 uçaklık devlete ait yangın söndürme filoları olduğu basına yansırken, yangınların ilk günlerinde sorumlu ve yetkili Bakan Türk devletinin envanterinde yangın söndürme uçak ve helikopteri bulunmadığını söylemiştir.
Yetersiz kiralık filo etkili olamamıştır. İşin ilginç ve çarpıcı yönü, kendi filosunu hangara çeken THK’nın 15 Ocak 2019’da kurulmuş hudayinabit bir şirketle birlikte Rusya’dan kiraladığı 3 uçakla ve 17 helikopterlik yine kiralık bir filoyla Bakanlığın ihalesini almış olmasıdır.
Kurumun uçaklarının 4-5 milyon dolarlık bir bakımla devreye alınabileceği söylenirken, kiralanan 3 Rus uçağı için 153 günlük bir periyotta 203 milyon lira yani yaklaşık 24 milyon dolar ödenecektir.
Orman yangınlarında yerden müdahale ve mücadelenin yetersiz olmasıyla havadan soğutma ve söndürme çalışmalarına yönelinmesi kaçınılmaz bir zarurettir.
Esasen havadan müdahale, öncelikle yerden başlatılan ilk müdahalelerin desteklenmesi amaçlıdır ve ilk planda soğutmaya yöneliktir. Bu noktada, yer ekiplerinin yangının büyümesini önlemek üzere açtıkları yangın şerit ve yollarının etrafı, yangının atlamasını önlemek üzere su atar hava araçlarıyla soğutulmak gerekir.
Fakat işte tam da burada yanlış uçak tercihi ve hava filosunun yetersizliği nedeniyle havadan soğutma ve söndürme çalışmaları yangınların atlayarak büyümesinde yer ekiplerine gereken desteği verememişlerdir. Neticede yangınlar büyüyerek yayılmaya devam etmiştir.
THK’nın 3 Ağustos günü yaptığı açıklamada, Kurumun Rusya’dan kiralanan 10 bin litre kapasiteli 3 adet uçak ile 2 bin 500 litre kapasiteli 15 ve 7 bin 500 litre kapasiteli 2 adet olmak üzere 17 helikopterden oluşan kiralama yoluyla temin ettikleri toplam 20 araçlık bir filoyla yangınlarla mücadeleye “destek” verdiği belirtilmiştir. Söz konusu uçaklardan 2’sinin arızalı olduğu iddiası da basına yansımıştır.
İşte Türkiye tarihinin en büyük yangınlarıyla mücadeleye elindeki bu yetersiz kiralık filoyla girmiştir. Neticede filonun yetersizliği ortaya çıkmış, süratle yeni kiralama ve yardım alma yollarına başvurulmuştur.
Sonunda, Avrupa Birliği’nden acil durum müracaatımız üzerine istihkakımız olan 3 uçaktan 2’si, Rusya, Ukrayna, Moldova, İran, Gürcistan’dan gelen muhtelif hava araçları ve yardım teklifi nazikçe geri çevrilen İsrail’den bir şirketin kiraladığı 2 uçak da filoya dahil edilmiştir.
Yangınlar büyüyüp yayıldıktan, yani iş işten geçtikten sonra kiralık filonun genişletilmesi istenen sonucu vermemiştir. Bakanın yangınlar devam ederken verdiği en yüksek rakamlara göre, Türkiye havadan söndürme çalışmalarında 13 su atar 3 idari toplam 16 uçak, 9 İHA, 10’u bambi takarak 8 veya 9 Ağustos günü filoya katılan Jandarma helikopteri toplam 64 helikopterlik bir hava filosu kullanmıştır.
Rus Büyükelçisinin 8 Ağustos’ta basına yansıyan açıklamasına göre, 8’i uçak, 3’ü helikopter 11 Rus hava aracı yangın söndürme filosunda çalışmalara dahil olmuştur.
ABD de, bir yetkilinin 9 Ağustos’ta basına yansıyan açıklamasına göre Türkiye’nin talebi üzerine 2 adet Chinook tipi helikopter gönderme kararı almıştır.
AB’den gelen 2’si hariç uçaklar ile Jandarmaya ait olanlar dışındaki helikopterlerin büyük kısmının kiralama yoluyla temin edildiği anlaşılmaktadır.
Başından itibaren, yangın kokusuna rant kokuları da karışmıştır. Pandemiyle mücadelede Çin’den aşı temini hususunda yaşananların bir benzerini, maalesef yangın felaketiyle mücadelede de yaşamış bulunuyoruz.
Yangınların yayıldığı zaman itibarıyla yeterli bir filo temin edilebildiği söylenebilir. Lakin iş işten geçtikten sonra tertip edilen bu yabancı hava aracı filosu, söndürme çalışmalarında etkisiz kalmıştır. Kısmi sınırlamalar dışında, hava filosu kullanılarak herhangi bir yangın söndürülebilmiş değildir. Yangınlar, doğal sınırlarına varınca, orman alanlarını tüketmiş olarak adeta kendiliklerinden bitmiştir.
Öte yandan, nihayet tertip edilip de kullanılan filodaki amfibik uçakların çoğunun yangın bölgesinin topoğrafyasına uygun olmayışı, yüksek irtifadan su bırakmak zorunda olmaları, yani attıkları suyun daha yere inmeden buharlaşması ve benzeri aykırılıklar da havadan söndürmenin başarısızlığının bir başka nedenidir.
'Türkiye yangınlarla mücadelede yabancı uyruklu hava pilot ve ekiplerine emanet edilmiştir'
Türkiye yangınlarla mücadelede sadece yabancı hava araçlarına değil, yabancı uyruklu hava pilot ve ekiplerine emanet edilmiştir. Bu noktada, halkımızı kandırmak için her daim “yerli ve milli” edebiyatına sarılan AKP iktidarının, tarihinin en büyük yangın felaketinde Türkiye’yi sadece yabancı hava araçlarına değil, yabancı uyruklu hava pilot ve ekiplerine emanet etmesi büyük bir garabettir. Yapılanın savaş sırasında muharip bir birliğin komutasına yabancı uyruklu bir subayı tayin etmekten farkı yoktur.
Yangınla mücadele işi bir milli güvenlik konusudur. Bu mücadelede kullanılan uçakların pilotlarının yabancı uyruklu olmaları doğru değildir.
Yapılan bir durum tespitidir; buradan bir yabancı düşmanlığı çıkarılmamalıdır. Öte yandan, bu tespitimiz elbette ki havadan söndürme çalışmalarında görev yapan yabancı hava aracı ekiplerini de ilzam etmez.
Netice olarak, Türkiye’de devletin kurumlarının orman yangınlarında da işlemediği, Türkiye’de bir devlet düzeni olmadığı ortaya çıkmıştır. Ülkeye devlet düzeni değil, devlete çökmüş bir partinin çapaçul düzensizliği hakimdir.
'Şükran borçluyuz'
Mücadelede yer alan yerli yabancı tüm kurum ve ekiplere şükran borçluyuz. Buraya kadar yapılanlar yaşanan durumun izahı çabasıdır; tek tek kişileri elbette ilzam etmemektedir.
Yangın söndürme müdahale ve mücadelelerinde cansiperane çalıştıklarını bildiğimiz Orman İdaresinin tüm personeline, katkıda bulunan Belediyeler ile diğer kurumların personeline ve nihayet gönüllülere millet olarak büyük şükran borçluyuz.
Havadan söndürme çalışmalarına katılan yerli ve yapancı hava aracı ekiplerine de ayrıca şükranlarımızı sunarız.
Hoyratlık, rantçılık, medyaya baskı
İnternet ortamında kimin başlattığı belli olmayan bir sözde yardım kampanyasına “Devletimizi aciz göstermek için başlatılmıştır. Türkiye’miz güçlüdür. Devletimiz dimdik ayaktadır.” diye tepki gösterilirken, hava söndürme filosu tertip etmek için AB, Rusya ve ABD’ye müracaat edilmesi görünürde de olsa bir çelişki oluşturmuştur.
Yunanistan ve İsrail’in yardım tekliflerinin geri çevrildiği, buna karşılık İsrail’den bir şirket aracılığıyla 2 uçak kiralandığı, yangınların bitmeye yüz tuttuğu bir sırada bu defa Yunanistan’ın talebi üzerine 2 uçakla yardım gönderileceği, siyasi düzeyde yaşanan kafa karışıklığının ve rant kokusunun alameti olarak kayda geçmiştir.
TOKİ’nin daha yangınlar yeni başlamışken “Yangının tesirlerini silmek için seferber olduk.” diyerek bir köy konutları projesi açıklamış olması hem bir hoyratlık hem de rant düşkünlüğüdür.
Yangın bölgesinde hasar gören yerleşimlere, yöre halkının da katılımıyla, yöreye özgü mimari ve ihtiyaç planlamasıyla, merkezden değil yerinde konut ve müştemilat yapılmasının en doğru yol olacağını bu vesileyle vurgulamak gerekir.
Gündoğmuş Belediye Başkanının TOKİ’nin konut yapacağından bahisle “Evi yanmayanlar bile, keşke benim de evim yansaydı, diyecekler.” şeklinde konuşması ise AKP kadrosunda sürekli karşılaştığımız tipik bir kabalıktır.
Öte yandan, Cumhurbaşkanının yöreye yangınların yoğun olduğu bir sırada ziyarette bulunduğunda Marmaris’te alana zorla toplanıp getirildiği iddia edilen mahalli işçi ve memurlara hitaben açıkça miting yaparak, sarayındaki kim bilir hangi Rasputin karakterli üfürükçü hocaya okuttuğu çay paketlerini atmış olması ise, ayrı bir kabalık ve hoyratlıktır.
Cumhurbaşkanının hasar gören alanları helikopterle inceleme gezisi sırasında hava söndürme ekiplerinin çalışmalarına ara verdirildiği iddiası ise vahimdir.
Cumhurbaşkanından başka, ilgili ilgisiz bakanların aralarında adeta il paylaşımı da yaparak sürekli bölgede bulunup kürsü ve mikrofon şovları yapmaları gayet yakışıksız bir görüntü olmuştur.
Bakanlar kadar, bölge milletvekilleri ve AKP yetkililerin cansiperane yangınla mücadele eden Orman Teşkilatı birimlerinin işlerine karışmaları, Mülki İdareyi çalışamaz hale getirmeleri, dağınıklık ve karmaşayı artırmıştır.
Yangınlar bir türlü söndürülemezken haklı eleştirilerde bulunan muhalefet partileri lider ve sözcülerinin hem AKP yetkilileri hem de kepaze yandaş basın tarafından hakaretlere maruz bırakılması, düşülen acizliği örtmeye yönelik bir şirretliktir.
Yandaş basının her türlü saldırganlığı, saptırması, yangınlar büyür ve bir türlü söndürülemezken felaketi ve beceriksizliği halkın gözünden kaçırmaya çalışmasına RTÜK de sansür ve sonunda saçma sapan cezalar uygulayarak katılmıştır.
Yangın felaketi boyunca halk adeta bilgi ve haber alamaz hale getirilmek istenmiştir. Haber alma hakkı cebri yollarla önlenmeye çalışılmıştır.
Son olarak, Cumhurbaşkanının internet ortam-mecralarına ilişkin Meclis açıldıktan sonra düzenleme yapılması gerektiğini ifade etmiş olması, basın ve haber alma özgürlüklerinin iyice kısıtlanmak istendiğinin kanıtıdır.
Çürümüş ve 17 yıllık iktidarında devleti çökertmiş olan AKP, bundan sonra tamamen karanlıkta hükmetmeyi sürdürmek niyetindedir.
Fakat bütün bu hoyratlıklar, rantçılıklar, baskılar elbette ki sona erecektir. Aydınlık günler yakındadır, Türkiye “gün ışığında yönetim”e ilk seçimde kavuşacaktır.
Yangın felaketi ve devlet buhranı
Yangın felaketinin kontrol edilemeyerek büyümesinin ve pek çok alanda büyük tahribata yol açmasının sebebi, 19 yıllık AKP iktidarında devlette yaratılan ağır tahribattır.
Şu veya bu nedenle yangınlar çıkar, çıkmaya da devam edecektir. Burada esas olan, çıkan yangını söndürmek, kontrol altına alarak büyümesini ve yayılmasını önlemektir. Yerden ve havadan insan ve teknoloji güç ve imkanlarını kullanarak yapılması gereken, ama yapılamayan budur.
Yangınlar söndürülmemiş, söndürülememiştir. Neticede ormanlarımız, köylerimiz, ekonomimiz yanmış tükenmiş; yangınlar ise adeta doğal sınırlarına varınca bitmiştir. Bölge coğrafyası, insanı, ekonomisi, doğası ve doğal hayatı yangınlara teslim edilmiştir; olan budur.
Türkiye, 1923-1946 ya da kimilerine göre 1923-1950 yılları arasında da tek parti hegemonyası altında bulunmuştur. Ve o dönem içinde de bir ara parti-devlet özdeşleşmesi sorununu yaşamıştır. Fakat, geçmiş tecrübede devlet partiye hâkim olmuşken, örneğin valiler parti il başkanı olmuşken, AKP devrinde tek parti devlete hâkim olmuş, devleti tüm kurum, kurul ve kuruluşlarıyla kendi uzantısı haline getirmiştir.
Devlet organ, kurum ve kuruluşları kendilerine tevdi edilen görevler uyarınca esas rutinlerini dahi yapmaz ve/veya yapamaz halde iseler, işte bu durumda ortada bir devlet buhranı var demektir.
Evet; devletin bir partinin uzantısı haline gelmesi, ülke ve millet olarak Türkiye’yi bir devlet buhranına sürüklemiştir. Bu buhran, ucube Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine geçilmesinin yarattığı sorunlardan çok daha derin ve çok boyutlu bir buhrandır.
Milletimizle birlikte önce iyileştirilmiş parlamenter sisteme geçişi sağlayarak zaman içerisinde bu ağır buhranı da muhakkak aşacağız.
Millete inanarak, milletle beraber devletimizi gerekirse yukarıdan aşağıya yeniden kurarak ayağa kaldıracağız. Bu bizim için kutsal bir görevdir.
Bu vesile ile, yangınla mücadelede şehit olan görevlilerimiz ile sivil vatandaşlarımıza Cenabı Allah’tan rahmet, yakınlarına ve milletimize başsağlığı dilerim.
Yangından zarar gören yöre insanlarımıza ve milletimize geçmiş olsun dileklerimi sunarım.
Allah yardımcımız olsun."